Asıl ismi, Ebû Abdillah Musab bin Umeyr bin Hâşim El-Kureşî El-Abderî’dir. Benî Abdüddâr kabilesine mensup olarak Mekke’de dünyaya geldi. Şerefli bir kabile ve zengin bir ailede büyüdü. Bu sebeple refah ve bolluk içinde yaşamıştı. Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in daveti başladıktan sonra iman eden ilk müslümanların arasına katıldı. Lakin anne ve babasının hışmına uğrayacağını bildiği için imanını ve ibadetlerini gizledi.
Bir süre boyunca Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in yanına gizli olarak gidip geldikten sonra bu ziyaretleri öğrenildi ve müslüman olduğu ortaya çıktı. Ailesi tarafından evlerinin bodrumunda ki bir mahzene hapsedildi ve günlerce yiyecek ve içecek verilmeyerek eziyet edildi. Ayrıca güneş altında bırakılarak birçok işkenceye maruz kalmasına rağmen dininden dönmedi ve sabretmeye devam etti. [1]
İlk Hicret Eden Sahabî
Mekke’li müşriklerin giderek artan baskı ve eziyetleri sebebiyle, gerekli izin çıktıktan sonra Habeşistan’a hicret eden ilk Müslüman kafilesine katıldı. Lakin Mekke’de ki durumun iyileştiği yönünde yanlış bir haber sebebiyle geri döndü. Bir süre Mekke’de kaldıktan ve Birinci Akabe katıldıktan sonra, Rasûlüllah (Sallâllâhu Teâlâ Aleyhi ve Sellem)in emri ile Medine’ye gönderildi. Böylece Medine’ye ilk hicret eden sahabî ünvanını almış oldu.
Medine’de Esad bin Zürâre (Radiyallâhu Anh)ın evinde kalarak, insanlara İslamiyet’i anlatmaya ve Kuran öğretmeye başladı. Bu tebliğ faaliyetleri sonucunda, Üseyd bin Hudayr ve Sad bin Muâz (Radiyallâhu Anhüma) gibi önde gelen kişilerin Müslüman olmasını sağladı. Böyle kısa süre içerisinde Medine’nin çoğu İslamiyet’i kabul etti. Burada Cuma ve vakit namazlarınıda kıldırarak faaliyetlerine devam etti.
Bedir ve Uhud
Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) Medine’ye hicret edince onu Sad bin Ebu Vakkas ve Ebu Eyyûb El-Ensârî (Radiyallâhu Anhüma) ile kardeş ilan etti. Annesi ile müslüman olması hususunda çok tartışmış lakin annesi inadından vazgeçmemişti. Cahiliye zamanında yaşadığı o bolluk içindeki hayattan sonra zühd ve sade bir hayat yaşıyordu. Bu sebeple Rasûlüllah (Sallâllâhu Teâlâ Aleyhi ve Sellem) onu sıklıkla överdi.
Bedir ve Uhud savaşlarına sancaktar olarak iştirak etti. Bu sebeple kendisine “Rasûlullah’ın bayraktarı” deniliyordu. Uhud savaşında, iki zırh giydiği için, bu hali ile Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e çok benzemişti. Kahraman bir şekilde savaştıktan sonra önce iki kolu kesilerek yaralandı ardından mızrak darbesi ile şehid edildi. Şehid olduğu esnada şu ayetleri okuyordu: “Muhammed ancak bir peygamberdir. Ondan önce birçok peygamberler gelip geçmiştir. “[2]
Habbâb bin Eret (Radiyallâhu Anh) onun şehadetinden sonra yaşananları şöyle anlatmıştır: “Biz Rasûlüllah (Sallâllâhu Teâlâ Aleyhi ve Sellem) ile birlikte Medine’ye yalnız Allah rızası için hicret ettik. Artık mükâfatını Allah’tan bekleriz. Arkadaşlarımız arasında bu nimetlerden tatmadan âhirete gidenler vardır ki, Mus’ab bin Umeyr (Radiyallâhu Anh) bunlardan biridir. O Uhud günü şehid olmuştu da kendisini saracak bir kefen dahi bulamamıştık. Yalnız şehidin bir kaftanını bulmuş ve bu aziz şehidi ona sarmaya çalışmıştık. Ancak başını örterken ayakları açılıyor, ayaklarını kapatırken de başı açığa çıkıyordu. Bu yoksulluk karşısında Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) bize şehidin başını örtmemizi ve ayaklarının üstüne de ızhîr denilen kokulu ottan koymamızı emretti.”[3]
Dipnotlar
[1] İbn Hişâm, Es-Sîre, 1, s,376
[2] Âl-i imrân Suresi 144
[3] Buharî, Cenâiz 27