Cenâb-ı Hakk’ın, bizleri yoktan var edip bizlere bahşettiği bu hayatın üç dönemi vardır: Dünya hayatı, kabir hayatı ve ahiret hayatı. Bunlardan ilki, diğerlerinin nasıl geçeceğini tayin etmektedir. Dünya hayatı ne kadar Mevlâ Te’âlâ’ın rızasına uygun bir surette geçirildiyse, kabir hayatı da ahiret hayatı da o kadar sıkıntısız, o kadar güzel geçecek demektir.
İki Nimet Vardır ki…
Ne var ki insanoğlu, Allâh T’âlâ’nın kendisine verdiği nimetleri ve imkânları hakkıyla değerlendirmekte genellikle üzerine düşeni yapmamaktadır. Nitekim İbni Âbbas (Radıyallâhu Anhümâ), Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in şöyle buyurduğunu haber vermektedir: “İki nimet vardır ki, insanların çoğu onları değerlendirme hususunda aldanmıştır: Sağlık ve boş vakit.”[1]
Aslında sonsuz olan âhiret hayatının kazanılması için yapmamız gereken ibâdât-u tâat ve hayr-u hasenât için sıhhatin ve vaktin ne denli önemli olduğunu hemen her mükellef gayet iyi idrak etmektedir. Fakat buna rağmen hiç ölmeyecekmiş gibi, üzerimizdeki bunca sayısız nimetin hesabı tek tek sorulmayacakmış gibi hayatı devam ettirme gafleti, bildiklerimizle amel etmemizin önüne geçiyor ve üzerimizdeki en büyük nimetlerden biri olan o pek kıymetli vakitlerimizi değersiz şeylerle israf ediyoruz.
Hâlbuki Cenâb-ı Hak, bize acıdığından, bizim bu büyük gafletten kurtulmamız ve kendimize gelmemiz için şimdiden uyarıyor: “Sonra o gün, yemin olsun ki (size dünyada verilmiş olan) ni’metlerden (tek tek) mutlaka hesâba çekileceksiniz!”[2]
Vaktin Telâfisi Yoktur
Evet, hiç şüphesiz vakit nimeti de bu nimetlerin ilk sıralarında yer almaktadır. Nitekim dikkat ediniz; vaktin en küçük birimlerinden olan ve her gün 144,000 defa bize ikram edilen her bir saniye ya lehimize ya da aleyhimize işleyerek hızla geçip gitmektedir. Hem de bu an, bu an değildir, hakikatini doğrulayacak kadar büyük bir hızla ve bir daha telafisi mümkün olmayacak bir şekilde akıp gitmektedir.
Eğer içinde bulunduğumuz ânın aleyhimize dönüşmesini istemiyorsak, akıp giden bu vakit sermayemize karşı farkındalığımızı arttırmak, geliştirmek zorundayız. Öyle ki; tâbiînin zâhid âlimlerinden olan Âmir ibni Abdilkays (Rahmetullâhi Aleyh)e, kendisiyle sohbet etmek isteyen bir kimseye: “Güneşi durdur! (o zaman seninle konuşurum)”[3] dedirten o şuura ulaşmamız gerekmektedir. Aksi halde israf ettiğimiz vakitlerin ve dahi onunla israf ettiğimiz tüm imkânların ve nimetlerin hesabını nasıl vereceğiz?
İnsanların Kıyâmet Günü Hesaba Çekileceği Dört Şey
Nitekim Ebû Berze (Radıyallâhu Anh), Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)in şöyle buyurduğunu haber vermektedir:
“Hiçbir kul, kıyamet gününde;
- Ömrünü nerede tükettiğinden,
- Bildiği ile neler yaptığından,
- Malını nereden kazanıp nerede harcadığından,
- Vücudunu nerede yıprattığından hesaba çekilmedikçe bulunduğu yerden kıpırdayamaz.”[i]
Bu yüzden merhum şehid müteşerri’ sûfî Bayram Ali Öztürk Hocamız’ın (Allâh şefaatlerine nail eylesin) sürekli vurguladığı şu sözü, bu yazının asıl maksadını ifade etmekte câlib-i dikkattir: “Yarının ekmeği için, bugünden maya tutmaya bakın!”
Bu nasıl olacak? Elbette mevcut imkânlarımızı; özellikle de sağlığımızı ve boş vakitlerimizi büyük bir fırsat ve ganimet olarak telakki ederek. Nitekim ibni Âbbas (Radıyallâhu Anhümâ), Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)’in şöyle buyurduğunu haber vermektedir:
“Beş şey gelmeden önce beş şeyi ganimet bil;
- İhtiyarlığından önce gençliğini,
- Hastalığından önce sağlığını,
- Yokluğundan önce varlığını (imkânlarını),
- Meşguliyetinden önce boş vaktini
- Ölümünden önce hayatını!”[4]
Yine ibni Ömer (Radıyallâhu Anhümâ) anlatıyor: “Rasûlullâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) omuzumdan tuttu ve şöyle buyurdu: “Sen dünyada, (vatanından uzak) bir garib veya (yoldan geçen) bir yolcu gibi ol.” İbni Ömer (Radıyallâhu Anhümâ) da şöyle derdi: “Akşama ulaşınca, sabahı bekleme. Sabaha ulaşınca da akşamı bekleme. Hastalık vaktin için sağlığında, ölüm vaktin için de hayatında hazırlık yap.”[5]
Vaktin ve Ömrün Tekeffürü
60 sene ömrü olan birisi; günde 8 saat uyusa, 20 senesi uyku ile geçiyor demektir. Günde 8 saat çalışsa, 20 senesi çalışarak; günde yarım saatten 3 öğün yese, 3 sene 7 ay yemekle; günde 1 saat konuşsa, 2 buçuk senesi konuşarak; yarım saat helaya gitmiş olsa ömrünün 1,2 senesi de helada geçiyor demektir. Geriye yaklaşık 12-13 senesi kalıyor. Buna çocuklukta, yaşlılıkta, tatilde, hastalıkta, boş lakırdı geçen zamanları da katarsak geriye ne kadar kalır acaba?
Peki, kendimize samimiyetle bir soralım; yokluktan var edilip bize bahşedilen bu ömür, niçin verilmişti? Dünyadaki ihtiyaçlar için mi, ahiret için mi bize verilmişti? Bir de ömrümüzün her an sonlanabileceğini, dünyevî çabalarımızın ve emellerimizin bir anda sıfırlanabileceğini hesaba kattığımız da içinde bulunduğumuz an sermayesini, dünya için mi âhiret için mi kullanmalıyız?
Mü’min Son Nefesinde Nasıl Olacaksa Hep Öyle Olmalı
İbrahim Edhem Hazretlerine, “Bir mü’minin hâli nasıl olmalı?” diye sorulduğunda şöyle cevap verir: “Son nefesinde nasıl olacaksa hep öyle, her zaman öyle olmalıdır.”
Öyleyse üzerimizdeki bu gafletten bir an evvel kurtulmak, en azından kurtulmak için yola girmek ve akl-ı me’ad sahibi olan tasavvuf erbabının ifadesiyle ibnü’l-vakt olmak zorundayız. Çünkü mazi geçmiştir, müstakbel belirsizdir, gerçek vakit içinde olduğumuz vakittir. Bu yüzden ibnü’l-vakt; yâni fiilen içinde yaşadığı vaktin kıymetini bilen ve onunla en güzel şekilde âhiretine hazırlık yapan kâmil bir mü’min olmak zorundayız.
Vakit servetten daha kıymetlidir. Vakit ile servet elde edilir. Fakat servetle, geçen zaman asla elde edilemez. Peki, şimdi ahiret aklımız ile bir düşünelim; malını çar-çur eden sefih oluyor da maldan daha kıymetli olan zamanı çarçur eden ne oluyor? Zaten kişinin ne kadar akıllı ve ne kadar dirayetli olduğu da tam bu noktada ortaya çıkmıyor mu? İşte bu yüzden gerçek dâhî; kâbiliyetli, akıllı ve güçlü iradeli kişi, vaktinin idaresini gereğiyle yapandır.
Elbette bu iş kolay değildir. Bir taraftan nefis, diğer taraftan insî ve cinnî şeytanlar, bizi bize bırakmayacaktır. Fakat onlar işini, biz de Allâh’a karşı olan sorumluluğumuzu yerine getireceğiz. Bundan başka yol yoktur. Cenâb-ı Hakk cümlemizini muvaffak kılsın. Âmîn Yâ Muîn.
Dipnotlar
[1] Tirmizî, Zühd, 1.
[2] Tekâsür Sûresi, 8.
[3] Ebu Gudde, Kıymetü’z-Zemen İnde’l-Ulemâ, XIV.bs. s.48.
[4] Tirmizi, Kıyâmet, 3.
[5] Buhari, Rikâk, 5.