Cenâb-ı Hakk, namazın ilk vaktinde kılınmasından daha çok râzı olmaktadır. Çünkü bu, Allah Teâlâ’ya muhabbet, itaat ve teslîmiyetin zirvesidir. Kulu ilk vaktinde namaza koşturan sebepler, işte bu güzel hasletlerdir. Dolayısıyla Allah Teâlâ da bu duygularla kılınan namaza, muhabbet ve rızâ ile mukâbele etmektedir.
İlk Vakitte Rızâ Son Vakitte Af Var
Namazı ilk vaktinde kılmanın fazileti hakkında Ümmü Ferve (Radıyallâhu Anhâ) şöyle naklediyor: Rasûlullah (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) Efendimiz’e amellerin hangisi daha faziletlidir diye soruldu. Allah Rasûlü (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem): “İlk vaktinde kılınan namazdır” buyurdu.[1]
Abdullah İbn Ömer de (Radıyallâhu Anhümâ)dan rivâyet edilen diğer bir hadîs-i şerîfte ise Rasûlüllah (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur: “Namazın ilk vaktinde Allah’ın rızâsı, son vaktinde de affı vardır.”[2]
Diğer taraftan, bir iş, vaktinde yapıldığında daha kıymetli olur. Zira her şeyin en verimli hâli, kendisi için tayin edilen vakitte zuhûr eder. Namaz da istenilen vakitte kılınırsa, fayda ve fazileti azamî derecede tecellî eder.
İbadette Yarışın
Cenâb-ı Hakk, ilk vaktin ve erken davranmanın kıymetini beyan etmek için Kur’ân’da kullarına; “Koşun”, “Yarışın” buyurmuş ve ibadetler hususunda böyle davrananları medhetmiştir.[3] Bu da gösteriyor ki, namaz gibi salih bir amelin evveli, daha faziletli ve daha kıymetlidir. Dolayısıyla mü’minler, Cenâb-ı Hakk’ın “el-Evvel” ismi-i şerifinin tecellîsine mazhar olabilmek için, ibadetlerini ilk vaktinde yapmaya koşarlar.
Bütün bunları tefekkür eden bir mü’minin, mecbûr kalmadığı sürece namazını geciktirmesi, mazur görülecek bir durum değildir. Zaten, namaza ağır davranmak ve vaktini geciktirmek, münâfıkların vasıfları arasında zikredilmektedir. Âyet-i kerimede şöyle buyrulur:
“Şüphesiz ki münâfıklar Allâh’ı aldatmaya kalkışırlar. Hâlbuki O, aldatmalarının karşılığını vericidir. Onlar namaza kalktıkları zaman üşenen kimseler hâlinde kalkarlar. (Kıldıkları namazla da Allah’ın rızasını kastetmeyip) insanlara gösteriş yaparlar, Allâh’ı da ancak çok az zikrederler.”[4]
Bu âyet-i kerîmede münafıkların Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)i aldatmaya kalkışmaları, Allâh Teâlâ’yı aldatmaya çalışma olarak açıklanmıştır ki; böylece Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in değeri ortaya konmak istenmiştir. Nitekim Fetih Sûresi’nin onuncu âyet-i kerimesinde Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e biat etmenin, Allâh Teâlâ ile biatleşme olarak zikredilmesi de bu gâyeye yöneliktir.
Allâh Teâlâ’nın, münafıklara hüd‘a yapmasî ise; onların hîlelerine karşılık verecek olmasıdır ki bu, âhirette meydana gelecektir. Şöyle ki; Allâh Teâlâ, kabirlerinden kalktklarînda müminlere vereceği nûrun bir mislini onlara verecek, böylece onlar Sırat köprüsüne vardıklarında nurlarını söndürecektir.
Nefse En Ağır Gelen Yatsı ve Sabah Namazıdır
Münafıkların namaza üşengeç bir hâlde kalkmalar, cemaatle namaza kalktıklarında bir tembellik neticesi olarak ağırdan alıp yavaş yavaş kalkmalarıdır ki, bunun da nedeni, kıldıkları namazdan bir sevap ummayıp, kılmadıklarından da bir ceza beklememeleridir. Bu nedenle kendilerine yatsı namazıyla sabah namaz pek zor gelmektedir. Zira yatsı, gündüzün yorgunluğunun iyice ağır bastığı bir vakte rastlamakta, sabah ise uykunun en tatlı zamanına denk gelmektedir.[5]
Alâ bin Abdurrahmân âyetin tefsiri mâhiyetindeki şu hâdiseyi nakleder: “Bir gün öğleden sonra Enes bin Mâlik’in yanına gitmiştik. Enes, biz varınca hemen kalkarak ikindi namazını kıldı. Kendisine namazı erken kıldığını söyledik. O da niçin böyle yaptığını anlatarak dedi ki: “Rasûlüllah (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in şöyle buyurduğunu işittim: “O münâfıkların namazıdır! O münâfıkların namazıdır! O münâfıkların namazıdır! Onlardan biri oturur, oturur, tam güneş sararıp batmaya yüz tutunca ve şeytanın iki boynuzu arasına girince kalkar, kuşun yem toplaması gibi hızlıca dört defâ yatıp kalkar, namazda da Allah’ı pek az zikreder.”[6]
Allah Rasûlü (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem), nerede olursa olsun, vakti girdiği anda hemen namaz kılmaktan çok hoşlanırdı.[7] Hatta onun, bütün namazlarını ilk vaktinde kıldığı bile söylenebilir. Nitekim Âişe vâlidemiz şöyle demektedir: “Rasûlullah (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem), namazı son vaktine kadar iki defâ bile tehir etmeden Allah Teâlâ O’nu katına aldı.”[8]
Yani, Rasûlüllah (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in savaş gibi mecbûrî sebeplerle namazı ilk vaktinde kılamadığı zamanlar, yok denecek kadar azdır. O, en zor şartlarda bile namazını ilk vaktinde kılmıştır. Buna meşakkatli seferler dahî mâni olamamıştır. Şu hâdise bunun en güzel misallerinden biridir:
Bir sefer esnâsında Rasûlullah (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) ve ashabı, dar bir geçide gelmişlerdi. Rasûlullah (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) bineğin üzerindeydi. Yağmur üzerlerine devamlı yağıyor, altlarında meydana gelen çamur (bataklık hâlini alıp inmelerine mâni oluyordu). Namaz vakti gelmişti. Rasûlullah (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) müezzine emretti, müezzin ezan okuyup kâmet getirdi. Rasûlullah (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) bineğinin üzerinde olduğu hâlde öne geçti ve ashâbına namaz kıldırdı. Îmâ ile namaz kılıyordu. Secdeleri yaparken rükûdan biraz daha fazla eğiliyordu.[9]
“İkindiye Dönemezsem Namazı Ebûbekir Kıldırsın”
Allah Rasûlü (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem), kendisi namazlarını ilk vaktinde kılma hususunda titiz davrandığı gibi, ashâbını da bu ahlâk üzere yetiştirirdi. Bir defâsında, öğle namazını kıldırdıktan sonra âcil bir işi çıkmış ve bir kısım ashâbıyla uzak bir yere gitmek mecbûriyetinde kalmıştı. Gittikleri yerden geç dönebileceklerini dikkate alarak Hazret-i Bilâl’e: “İkindiye kadar dönemezsem, Ebû Bekir’e söyle, namazı kıldırsın!” buyurdu. İkindi vakti girince Bilâl (Radıyallâhu Anh), Hazret-i Ebû Bekir’e: Ebû Bekir! Rasûlullah (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) gelemedi. Namaz vakti de girdi. İmam olup namaz kıldırır mısın?” diye sordu. Hazret-i Ebû Bekir de: “Peki, istersen kılalım” dedi ve ilk vaktinde kılabilmek için namaza durdular. Onlar namazdayken Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) teşrif buyurdu.”[10]
Rasûlullah (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) namazını ilk vaktinde kılan kimseleri methederek örnek göstermiş ve onlara Allah’ın rahmetini dilemiştir. Bir defâsında şöyle buyurmuştur: “Allah, kardeşim Abdullah bin Revâha’ya rahmet etsin! Namaz vakti nerede girse, hemen bineğini durdurup orada namazını kılar.”[11]
Namazı Son Vakte Bırakan İstiğfâr Etmelidir
Namazı geciktirip son vaktinde kılmak ise, kişiyi borçtan kurtarmakla birlikte affa muhtaç bir ameldir. Af ise yanlış bir amel veya günah için söz konusudur.
Demek ki namaz, ilk vaktinde kılındığında Cenâb-ı Hakk’ın rızâsını kazandıran en faziletli bir amel olurken, zamanın ilerlemesiyle yavaş yavaş sevabı azalmakta ve son vaktine geldiğinde, kişiyi sadece günaha düşmekten kurtarmaktadır. Öyleyse namazı son vaktinde kılan insan, mesuliyetten kurtulsa bile fazla sevap elde etme fırsatını kaçırmış olur.
Cenâb-ı Hakk cümlemizi namazlarını cemaatle ve ilk vaktinde kılma gayretinde olan kullarından eylesin. Âmîn Yâ Mucîbe’s-Sâilîn…
Dipnotlar:
[1] Buhârî, Mevâkît, 5; Cihâd, 1; Müslim, Îmân, 137-139.
Allah Rasûlü (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem), “Hangi amelin daha faziletli olduğu” sorusuna farklı zamanlarda; Allah’a ve Rasûlü’ne iman, vaktinde kılınan namaz, kıyamı uzun tutmak, Allah için sevmek ve Allah için buğuz etmek, yüksek sesle telbiye getirilen ve bolca kurban kesilen hac gibi farklı cevaplar vermiştir. Bunun birkaç sebebi vardır:
- Allah Rasûlü (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) zamanı ve muhâtabın durumunu dikkate alarak cevap vermiştir.
- Bir amelin fazileti, İslâm’a sağladığı faydanın azlık veya çokluğu nisbetindedir. Rasûlullah (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem), verdiği cavaplarda bu hususu dikkate almıştır.
- Amellerdeki üstünlük, değişik açılardan ele alındığında farklılık arzetmektedir. Bunu hesaba katan Hazret-i Peygamber (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem), her zaman, soru sahibinin maksadına en uygun cevabı vermiştir.
- Allah Rasûlü (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem), bu cevaplarıyla, zikri geçen amellerin ne kadar faziletli olduğunu beyan etmek istemiştir.
[2] Tirmizî, Salât, 13/172.
[3] Âl-i İmrân Sûresi, 114,133; Enbiyâ Sûresi, 90; Mü’minûn Sûresi, 61; Hadîd Sûresi, 21.
[4] Nisâ Sûresi, 142.
[5] Mahmud Efendi Hazretleri, Kur’ân-ı Mecîd, s. 100.
[6] Müslim, Mesâcid, 195; Muvatta’, Kur’ân-ı Kerim, 46.
[7] Buhârî, Salât, 48.
[8] Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 6/92; Tirmizî, Salât, 13/174.
[9] Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 4/173-174.
[10] Buhârî, Ezân, 48; Müslim, Salât, 102.
[11] Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 9/316.