Kendilerine şer‘î ilim verilenleri, her birinin arası yüz senelik mesafe olan derecelerle yükselten Allah Te‘âlâ’ya hamd olsun! Rütbelerin en yücesinin şer‘î ilimlerin rütbesi olduğunu öğreten Rasûl-i Ekrem (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e sonsuz salât ve selâmlar olsun.
İmâm-ı Rabbâni (Kuddise Sirruhû) mektuplarının birçoğunda dinin direği namazın ehemmiyetinden birçok cihetten bahseder.
Farz olarak eda edilen tek bir namazın mükâfatının, kişinin kendiliğinden bin sene boyunca kıldığı nafile namazdan daha üstün olduğunu, diğer farz ibadetlerin de böylece olduğunu bildirir. Tarîkat-ı Aliyye’de ilk zamanlarda nafile namazlardan, yolun sonuna doğru ise farz namazlardan daha fazla lezzet alındığını anlatır. Namazın sureti ve hakikati olduğunu, bunun nefsin emmare veya mutmainne olması ile alâkalı bulunduğunu söyler.
Yüksek birtakım hakikatler ve marifetlerle beraber namaza ait fazîlet ve kemâlâtı anlattığı 261. mektûbunda şöyle buyurur:
“Allah (Celle Celâluhû)dan kendisini irşâd etmesini dilediğimiz aziz kardeşimize malûm olsun ki, namaz İslâm’ın beş rüknünden ikincisi ve diğer ibadetleri cem edicidir. Her ne kadar hususi bir ibadet olsa da cem edici olma özelliği sebebiyle umumi olmak hükmü vardır. Bu sebeple Allah Te‘âlâ’ya yaklaştıran amellerin hepsinin üstünde olmuştur. Âlemlerin Seyyidi Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) hakkında mi‘râc gecesinde gerçekleşen vuku bulan, Mevlâ Te‘âlâ’yı görme nimeti, dünyaya döndükten sonra bu dünya hayatına münasip olarak namazdayken gerçekleşmiştir. Bundan dolayı, haberde Rasûl-i Ekrem (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in: ‘Namaz mü’minin mi‘râcıdır.’[1] buyurduğu vârid olmuştur. Yine namaz hakkında: ‘Kulun Rabbine en yakın olduğu an namazda bulunduğu andır.’[2] buyurmuştur.
Rasûlüllâh Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in kâmil tâbîleri (izinden gidenleri) için dünyadayken namaz esnasında bu devletten büyük bir pay vardır. Her ne kadar bu devlet ‘rü‘yet’ (Mevlâ Te‘âlâ’yı görmek) devleti değilse de. Çünkü dünya hayatı buna takat getiremez. Şayet Allah Te‘âlâ namazı emretmese idi, maksut olan Mevlâ Te‘âlâ’nın vechinden peçeyi kim kaldıracaktı? Mevlâ Te‘âlâ’yı arayanı matlubuna kim yönlendirecekti? Sevgiliden (Mevlâ Te‘âlâ’dan uzak kalmaktan) dolayı gamlı, kederli olanlara O’nu görme lezzetini ikram eden namazdır. Ayrılık ve uzaklık eleminden hasta olanları rahatlatan namazdır.
Rasûl-i Ekrem (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in namaz vakti geldiğinde ezan okuması ve akabinde namaza durmak için: ‘Ya Bilâl beni rahatlat!’[3] buyurması bu manaya işarettir. ‘Gözümün aydınlığı namazdadır.’[4] kavli bu arzuladığı buluşmaya ta‘rizde bulunmaktır.
Namazın Hakikatinin Şuurunda Olmak
Namazın hakikatinin şuurunda olmaksızın namazın dışında meydana gelen zevkler, vicdaniyyat (iç buluşları), ilimler, marifetler, hâller, makamlar, nurlar, renkler, renklenmeler, duruşlar, anlatılabilir veya anlatılamaz tecelliler, renkli veya renksiz zuhuratların tamamının kaynağı gölgeler, misallerdir. Belki de hayal ve vehimden doğmuşlardır.
Namazın hakikatinin şuurunda olarak namaz kılan kimse, namaz kılma esnasında sanki dünya hayatından çıkar da başka bir hayatın içine girer. Şüphe yok ki bu vakitte, ahirete ait olan devletten (rü‘yet: Allah Te‘âlâ’yı görmek) lezzetinden tam bir pay alır. Bu devlet bu ümmete aittir. Çünkü bu ümmet ahirette Mevlâ Te‘âlâ’yı görmekle kazanılan manevi zevk devletine nebilerine tâbi olmakla ulaştılar. Bu büyük nimetle mutlu oldular. Kâinatın Efendisi (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) ise ‘Mi‘râc’ gecesi dünyadan çıkıp ahirete geçerek, Allah Te‘âlâ’yı görmek devleti ile şereflendirilmiştir.
Allâh’ım, Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)i bizden taraf hak ettiği mükâfatla mükâfatlandır. Bir peygamberin ümmeti adına mükâfatlandırılmasının en üstünü ile mükâfatlandır. Bütün peygamberleri hayırla mükâfatlandır. Çünkü onlar mahlûkatı Mevlâ Te‘âlâ’ya yönlendiren çobanlardır. Mevlâ Te‘âlâ’ya kavuşmaya, rızasına ulaşmaya yol gösterenlerdir.”
Dipnotlar
[1] Bu haber hemen ardından gelen hadisin manasından alınmıştır. Âlimlerimiz senedli olarak rivayetini zikretmemişlerdir. Bkz. el-Münâvî, Feyzü’l-Kadîr, 1/497; Ali el-Kârî, Şerhu’l-Mişkat, 2/523; el-Âlûsî, Rûhu’l-Meâ‘nî, 6/361; Fahruddîn er-Râzî, Tefsrîrü’l-Kebîr Mefâtihu’l-Ğayb, 1/226; es-Süyûtî (ve ğayruhu), Şerhu Sünen-i İbn Mâce, 1/313.
[2] Müslim, Salât, 215 (482); Ebû Dâvûd, Salât, 152.
[3] Ebû Dâvûd, Edeb, 86.
[4] Nesâî, İşretü’n-Nisâ 1, (7/61); Hâkim, el-Müstedrek, No. 2676.