Mevla Teâlâ Hazretleri biz insanları en güzel bir biçimde yaratmış ve selim bir akıl, sağlam bir irâde ve kâbiliyetli bir kalp ihsân etmiştir. Helali haramdan ayırabilmemiz için bize Kur’ân-ı Kerîm’i ve peygamberlerin rehber ve örnekliğini bahşetmiştir. Verdiği tüm nimetleri doğru yerlerde kullanmamız ve nefsimizin sınır tanımayan hevesleriyle mücadele etmemizi emretmiştir. Tercihlerini Allâh Teâlâ’ya itaatten yana yapan, aklına ve kalbine sahip olan, nefsine dur diyebilen, günahlarından arınıp nefsini terbiye eden kişi, kurtuluşa erer.
Nefis; kulun içindeki çirkin duyguların, meşrû olmayan isteklerin, kötü huy ve fiillerin menbaıdır. Kişi nefsini belli terbiyeler ile yüceltip Allâh Teâlâ’nın yoluna hizmetkâr ederek aslında kendini yüceltir. Kişinin nefsini terbiye ederken katettiği dereceler şunlardır;
Nefsin Çeşitleri
Nefs-i Emmâre: Kötülüğü şiddetle emreden nefis. Kur’ân-ı Kerim’de, Cenab-ı Hakk bu nefsin özelliğini şöyle anlatılır: “Gerçekten de (insana verilen) nefis elbette (Allâh-u Te’âlâ’nın koruması olmasa, şehvetlere meyletmek gibi) kötü şeyleri çokça emredicidir.”[1] Âyet-i kerimede “Kötülüğü şiddetle emreden” manası bulunmaktadır. “Eşya içinde, cehalet bakımından en şiddetlisi, nefs-i emmâredir. Çünkü o kendinin düşmanıdır. Bütün gayreti kendisini helake götürmektir. Bütün temennisi, Mevlâsı ve velinimeti olan Rabbine asi olmak ve düşmanı olan şeytana itaat etmektir.”
Nefs-i Levvâme: Günah işleyince pişmanlık duyan nefis. Bu mertebedeki kimse günah işleyince kendini kınar. Bu mertebede olan kişi, nefs-i emmâredeki fiillerin bazılarından tevbe edip kurtulmuştur. Yâni gafletten bir nebze sıyrılmış ve günah arzusu azalmıştır. Ancak bu hisler yeterince olgunlaşmadığı için dayanamayıp tekrar günahlara düşmekten de kendini kurtaramaz. Allâh Teâlâ Hazretleri Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır. “Kendini çokça kınayan nefse kasem ederim!”[2]
Nefs-i Mülheme: İlham ve keşfe mazhar olan nefis. Bu mertebede kişi iyiyi kötüden ayırır. Nefsin bu merhalesini yaşayanlar, ilâhî emir ve yasaklara güzelce riâyet bereketiyle, hakîkatlerden, mârifet ve keşiften de bir nebze nasibdâr olmaya başlarlar. Kul, aşk ile rûhlar âlemine müteveccih bir hâle gelir, taraf-ı ilâhîden bâzı ilhâmlara ve kısmen Rabbânî esintilere mazhar olacak bir kıvâma ulaşır.
Nefs-i Mutmeinne: Kötü sıfatlardan kurtulmuş, huzur ve sükuna kavuşmuş nefis. Bu mertebede olan nefisten münazaa, iba, tuğyan, inkâr gider. Bu makamda sadr-ı şerh olur ve İslâm-ı Hakiki ile şereflenir. Velâyet mertebesi sona erdikten sonra nefis mutmeinne olup inadından ve tuğyanından döner. İnkârdan ikrara, küfürden İslâm’a intikal eder. Bundan sonra, mütabaat olarak her ne yapar ise, mütabaatın hakikati olur. Eğer namazını eda edecek olur ise, mütabaatın hakikatini eda etmiş olur. Yani namazın edasında. Bu durum oruçta da zekâtta da böyledir. Bütün şer’i hükümlerin yerine getirilmesinde mütabaatın hakikati vardır.
Nefs-i Râdiye: Rabbinden razı ve hoşnut olan nefis. Dâimâ Hakk’a yönelmek sûretiyle Allâh ile beraber olma şuuruna erişmiş, hikmetine ve hükmüne râm olarak Rabbinden râzı ve hoşnud hâle gelmiş olan nefstir. Bu mertebeye yükselen kul, kendi irâdesinden vazgeçip Hakk’ın irâdesinde fânî olmuştur.
Nefs-i Merdiyye: Kendisinden razı olunan Rabbinin indinde makbul nefis. Sûre-i Fecr’in son âyetlerinde nefis mertebelerinden üçü (Nefs-i Mutmeinne, Nefs-i Râdiye ve Nefs-i Merdiyye) zikredilmiştir. Şöyle ki “Ey itmi’nâna ermiş olan nefis! Dön Rabbine, sen Rabbinden, Rabbin senden razı olarak, katıl kullarımın arasına ve gir Cennetime.”[3] Mevlâ Teâlâ buyurmuş oluyor ki: Ey nefis! sen benden razı olunca ben de senden razı olurum.
Nefs-i Kâmile (Safiye): Bütün kemal sıfatları kazanarak, irşad makamına ermiş olan nefis. İnsanların erebileceği en yüksek makamdır. Onlar Allah’ın yeryüzündeki delili ve peygamberin varisidirler. Halkı irşat ile görevlidirler. Bütün güzel ahlakları bünyelerinde toplamışlardır. Halifelik, Kutupluk ve Gavs makamı gibi.
Kişi İslâm’a çalışa çalışa, gayret ede ede nefis terbiyesini gerçekleştirir. Bunu başarabilen insanlar nefsi, emmârelikten levvâmeliğe, levvamelikten mülhemeliğe, mülhemelikten mutmeinneliğe çıkar. İşte Mevlâ Teâlâ mutmainne olan o nefse: “Gel” buyurur. Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem), bir hadîs-i şerifinde akıllı kişilerin halini şöyle buyuruyor: “Akıllı kişi, nefsine hâkim olan ve ölümden sonrası için çalışandır. Zavallı kişi ise, nefsinin her türlü arzu ve isteklerine uyan ve buna rağmen hâlâ Allah’tan iyilik temenni edendir.”[4]
Ya Erhamerrahimin! Ümmet-i Muhammed (Aleyhisselâm)ın evlatlarını nefsinin esiri olmaktan muhafaza eyle. Cümlemizin nefislerini levvâmeliğe, levvâmelikten mülhemeliğe, mülhemelikten mutmainneliğe, mutmeinnelikten râziye ve merziyye’liğe, oradan da safiye makamlarına çıkar. Âmin!..
Dipnotlar
[1] Yûsuf Sûresi, 53.
[2] Kıyâmet Sûresi, 2.
[3] Fecr Sûresi, 27-30.
[4] Tirmizî, Sıfâtü’l-Kıyâme, 25.