Allah Te‘âlâ, insanoğluna sayısız nimetler lütfetmiş ve bu nimetleri, Rasûlü (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) vasıtasıyla tebliğ etmiştir. Öyle ki, en başta, yaratılmış olmak büyük bir nimettir ve bununla başlayıp sonsuza dek sürecek olan nimetler, inkârı kabil olmayan ayrı birer hakikattir. Nitekim Allah Te‘âlâ şöyle buyurmuştur:
﴾فَبِاَيِّ اٰلَٓاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ﴿
“(Ey insanlar ve cinler!) Öyleyse her ikiniz de, Rabbinizin hangi nimetlerini(n O’ndan oluşunu) yalanlayabiliyorsunuz?”[1]
Nimet kelimesi lügatte, “bolluk” anlamına gelir. Istılahta ise, insana huzur ve mutluluk veren, insanların ihtiyaçlarını gideren şeyler için kullanılır. Bu tarifleri yapan ulema, bahsi geçen hususların meşru yollardan ve meşru sayılan şeylerle sağlanması durumunda “nimet” kapsamına gireceğini ifade etmişlerdir.
Nimetler, manevî ve maddî olmak üzere ikiye ayrılır. Peygamberlik, manevî nimetlerin en büyüğü olup akıl ve iman da manevî nimetlerin en önemlilerindendir. Peygamberlik, bahşedildiği kula büyük bir nimet olduğu gibi, o nebîlerin görevlendirildiği ümmetleri için de büyük bir nimettir. Maddî nimetler hayatın idamesi için gereklidir. Kulluk açısından düşünüldüğünde ise, imtihan vesilesi olarak telakki edilmelidir.
Kendisine maddî nimetlerin verildiği kimseler, bu nimetlerden meşrû çerçevede istifade etmelidirler. Aksi takdirde o nimetler ellerinden alınır ve gayrimeşru yaptıkları her ne varsa onlar sebebiyle hesaba çekilir ve karşılığı olan cezalara çarptırılırlar.
Nimet Kelimesinin Farklı Kullanımları
Nimet kelimesi Kur’ân-ı Kerîm’de bazen kullara nispetle kullanılmıştır. Fakat bununla beraber, nimetin hakikî sahibinin sadece Allah Azze ve Celle olduğu da açıkça vurgulanmıştır:
﴾وَمَا بِكُمْ مِنْ نِعْمَةٍ فَمِنَ اللّٰهِ ثُمَّ اِذَا مَسَّكُمُ الضُّرُّ فَاِلَيْهِ تَجْـَٔرُونَۚ﴿
“(Maddî ve manevî) nimet olarak sizde ne bulunuyorsa sadece Allâh’tandır. (Şimdi bunun farkında değilseniz de) sonra size (en ufak) bir zarar dokunacak olsa (kurtulmak için) ancak O’na seslice yalvarıp yakarmaktasınız!”[2]
Allah Te‘âlâ, insanlara yapılan iyiliklerin, hiçbir karşılık beklenmeden yapılmasının daha sevimli olduğunu beyan ile şöyle buyurur: “Oysa onun yanında hiçbir kimse için bir iyilik yoktur ki, (yaptığı yardımla, onun iyiliği) karşılıklandırılmış olsun!”[3]
Tefsirlerimizde kaydedildiğine göre bu âyet-i kerîme, Hazreti Ebû Bekir es-Sıddîk (Radıyallâhu Anh)ın, daha önce kölelerden olan Bilâl-i Habeşî (Radıyallâhu Anh)ı maddî karşılığını ödeyip himayesine aldıktan sonra azat etmesi üzerine, müşriklerin ortaya attığı bir iddiaya cevap sadedinde nâzil olmuştur. Müşrikler, Hazreti Ebû Bekir (Radıyallâhu Anh)ın, Bilâl-i Habeşî (Radıyallâhu Anh)ı, kendisine daha önce yaptığı bir iyilik sebebiyle azat ettiğini iddia etmişlerdir. Âyet-i kerîme ise, Hazreti Ebû Bekir (Radıyallâhu Anh)ın yapmış olduğu bu iyiliğin, daha önce kendisine yapılmış olan bir iyiliğin karşılık olmayıp sadece Allah Te‘âlâ’nın rızâsı için yapılmış bir iyilik olduğu açıklamıştır.[4]
Nimetler Karşısında Şükrün Önemi
Mevlâ Te‘âlâ’nın lütfetmiş olduğu nimetlere karşılık, insanoğluna düşen şey şükrünü eda etmektir. Girişte nakletmiş olduğumuz âyet-i kerîme, Rahmân Sûresi’nde otuz bir kez tekrar edilmektedir. Bu tekrar elbette ki bir hikmete binaendir. Bu durum şöyle izah edilmiştir:
“Bu sûre-i celîlede: “Öyleyse her ikiniz de, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabiliyorsunuz?” âyet-i kerîmesinin otuz bir kere tekrarlanmasının birçok hikmeti varsa da, birkaçını sayacak olursak; dînî ve dünyevî her bir nimetin ardından, o nimeti bahşeden Allâh-u Te`âlâ hatırlatılmış ve bu nimetlerin şükrünün ihlâl edilmesi kınanmıştır…”[5]
Câbir (Radıyallâhu Anh)ın rivâyet etmiş olduğu bir hadîs-i şerîfte Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur: “Kim bir ihsâna mazhar olursa, bulduğu takdirde karşılığını hemen versin; bulamazsa, verene senada bulunsun. Zira onu övmekle, teşekkürünü yerine getirmiş olur. Ketmeden (karşılık vermeyen) nankörlük etmiş olur.”[6]
Şârihlerimiz, nakletmiş olduğumuz hadîs-i şerîfi açıklarken nimetlerin şükrünün en güzel yolunun kendi cinsinden sarf edilmesi olduğunu belirtmişlerdir. Bu açıdan düşünüldüğünde ihtiyaç sahiplerine ikramda bulunmak, temel ihtiyaçlardan olan sıcak yemeği sağlamak, nimetlerin şükrü açısından daha bir önem kazanmaktadır.
İnsanları yedirmek ve içirmek, pek çok hadîs-i şerîfte tavsiye edilen ve fazîletleri haber verilen bir iştir. Sahâbe efendilerimiz de bu sebeple öğütlerinde bu konunun öneminden özellikle bahsetmişlerdir. Nitekim Abdullah ibni Mes‘ûd (Radıyallâhu Anh)tan şöyle rivâyet edilmiştir:
“Kıyamet günü insanlar hiç olmadıkları gibi çıplak, aç, susuz, ayakta dikelmiş vaziyette haşrolunacaklar, kim Allah için (dünyada) giydirmişse Allah onu giydirir, kim Allah için yedirmişe Allah ona yedirir, kim Allah için sulamışsa Allah onu sular, kim Allah için affetmişse Allah Azze ve Celle onu affeder. “[7]
İsmailağa Aşevi Hizmetleri ve Kumanya Organizasyonu
Peygamberlerin sünnetinden olan ihtiyaç sahiplerine ikrâm ve yardımda bulunma hasleti, varlıklı kimselerden ihtiyaç sahiplerine mânevî bir köprü vazifesi gören aşevleriyle müşahhas bir hâle bürünmüş ve İslâm medeniyetinin yapıtaşlarından biri olarak günümüze kadar ulaşmıştır. İsmailağa Câmiası, biri Avrupa, diğeri Anadolu yakasında olmak üzere her gün ortalama 3000 kişilik sıcak yemek ikrâmında bulunduğu iki ayrı aşeviyle ve düzenlediği kumanya organizasyonuyla bu mânevî köprüyü günümüzde de muhafaza etmektedir. Sizler de bu hizmetlere ve hayra destek sağlayabilir ve hâsıl olacak ecir ve mükâfata ortak olabilirsiniz. Detaylı bilgi için tıklayınız…
Dipnotlar
[1] Rahmân Sûresi:13
[2] Nahl Sûresi:53
[3] Leyl Sûresi:19
[4] İmam Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’ân, Buruç Yayınları, c. 19, s. 147.
[5] Mahmud Efendi Hazretleri, “Rahmân Sûresi 13. Âyet-i Kerîme Tefsirli Meâli”, Kur’ân-ı Mecîd ve Tefsirli Meâl-i Âlî’si.
[6] Tirmizî, Birr:86; Ebû Dâvud, Edeb:12 (4813).
[7] Beyhâkî, Şu‘abu’l-Îmân, No. 7687, c. 6, s. 125.