Akıl hastası ve ergin olmayan kişinin, sahip olduğu mallardan zekat vermekle yükümlü olup olmayacağına dair ihtilaf edilmiştir. Es-Serahsi (o.483) ve el-Kasani (o.587) ve daha birçok Hanefi Alimlerinin beyanına göre; akıl ve buluğ, zekatın vacip olmasının şartlarındandır. Zira alimler, zekatın ibadet oluşu yönüne bakmışlar ve ibadetlerdeki asıl gayenin mükellefin imtihan edilmesi olduğunu söylemişlerdir. Akıl hastası ve ergin olmayan kişinin imtihana tabii tutulamayacağının aşikar olduğu göz önüne alınarak ibadet olan zekat ile de mükellef tutulmalarının söz konusu olmayacağını beyan etmişlerdir. Hz. Ali ve İbn Abbas (Allah onlardan razı olsun); ergin olmayan kişiye namaz vacip olmadığı müddetçe zekatın da vacip olmayacağını söylemişlerdir.
Hz. Ayşe validemiz ve İbn Ömer (Allah onlardan razı olsun) ise; çocuk ve delilin malından zekat verilmesinin vacip olduğunu söylemişlerdir. Şafii mezhebi de bu görüşü benimsemiştir. Şu kadar var ki; bu sorumluluk, çocuğa veya deliye değil veliye ait olduğu için akıl hastasının iyileşmesi mümkünse iyileşinceye kadar, çocuk da baliğ oluncaya kadar velileri, onlara ait malların zekatını onların adına, mallarından ödemekle yükümlüdür. Çocuk ve akıl hastasının malına zekat düşmez diyen Hanefi mezhebi, cumhurdan farklı bir görüş tercih etmiştir. Bu acıdan Hanefi mezhebine göre zekat verecek olan kişinin baliğ ve akıllı olma şartı aranır. İmam Ebu Hanife (Allah ona rahmet etsin); baliğ ve akıllı olmayanları, toprak mahsüllerinden alınan zekat (oşur) dışında, zekatla mükellef tutmamıştır. Onların mallarının zekatını veli ve vasileri de vermek zorunda değildir.
Hanefi mezhebi çocuk ve akıl hastasının malına zekat düşmez derken dayandıkları delil; Ebu Davut, en-Nesai ve başkalarının sahih isnatla rivayet etmiş olduğu şu hadis-i şeriftir:
عَنْ عَائِشَةَ عَنْ النَّبِِّ صَلَّ الَّلُ عَليَْهِ وَسَلََّ قَالَ رُفِعَ الْقَلَُ عَنْ ثلََثٍ عَنْ النَّائِِ حَتَّ يسَْتيَْقِظَ وَعَنْ
وْ يُفِيقَ الصَّغِيرِ حَتَّ يَكْبَُ وَعَنْ الْمَجْنُونِ حَتَّ يَعْقِلَ أ
Hz. Ayşe (Allah ondan razı olsun)’den, Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “Ergenlik çağına ulaşıncaya kadar çocuktan, uyanıncaya kadar uyuyandan ve akıllanıncaya veya ayılıncaya kadar deliden kalem kaldırılmıştır.” Bu hadis-i şerifteki “kalem kaldırılmıştır” cümlesi, yükümlülüğün olmamasından kinayedir. Bu hususta kıyas yani akli delil olarak şöyle denmiştir.
Başta el-Buhari olmak uzere birçok hadis-i şerif kaynağında mevcut olan “İslam, beş temel üzere bina edilmiştir; namazı dosdoğru kılmak, zekatı vermek …” hadis-i şerifinde İslam’ın şartları sayılmış ve bu şartlarda ortak özellik hepsinin akılbaliğ olan kişilere vacip olduğu, çocuk veya deliye ise vacip olmadığı hususudur. Şu halde zekatın kıyas edilebileceğinin en iyisi namaz ve diğer ibadetlerdir.
İbadetler iki kısımdır.
1-Doğrudan maksut olan ibadetler.
2-Doğrudan maksut olmayıp maksuda vasıta olan ibadetler. Birinci kısım da niyet ibadetin sevabının şartı olduğu gibi sıhhatinin de şartıdır. İkinci kısımda ise niyet, sadece sevap almanın şartıdır. Sıhhatinin şartı değildir. Zekat, namaz gibi maksut ibadetlerdendir. Maksut ibadetler ise niyetsiz olmaz. Farz olan bu tür ibadet niyet olmadan yerine getirilemez. Çocuk ve akıl hastasının niyeti ise geçersizdir. Zira farza niyet edebilme ehliyetleri yoktur. Zaten bu münasebetle ibadetler kendilerine vacip de değildir. Çünkü bu konudaki ilahi hitaplar onları kapsamamaktadır. Niyetin yerine getirilmemesiyle nasıl namaz düşüyorsa, aynı şekilde zekatın da onlara vacip olmaması iktiza eder. Deli kişiler için iki durum söz konusudur.
Asli mecnun yani doğuşundan büluğ çağına kadar deli olarak yaşayan ve büluğundan sonra deli olarak hayatına devam eden kişidir.
Arızi mecnun yani büluğ çağından sonra aklını yitiren kişidir. İmam Muhammed (Allah ona rahmet etsin)‘e gore her iki kısım icin yani asli ve arızi delilik için geçerli olmak üzere iki ayrı durumdan bahsedilebilir.
1. Sürekli olan deliliktir ki bu ceşit delinin malında zekatın vacip olmayacağına dair Hanefi mezhebinde her hangi bir ihtilaf söz konusu değildir.
2. Tarii/sürekli olmayan deliliktir ki bazen aklı başına gelip bazen aklını kaybeden kişidir. Bu ceşit delilik şer’an yok hükmünde kabul edilmiş olduğundan böylesi bir kişi zekatla yükümlü tutulmuştur. Ancak arız olan delilik bir tam yıl devam edecek olsa bu, asli delilik hükmünde olup malından zekat verilmesi gerekmez.
İmam Muhammed (Allah ona rahmet etsin)’in asli ve arızi icin kabul ettiği bu iki durumu İmam Ebu Yusuf (Allah ona rahmet etsin), sadece arızi yani buluğ cağından sonra doğan delilik için kabul etmiştir. Şu halde İmam Muhammed (Allah ona rahmet etsin)‘e göre ister arızı ister asli, İmam Ebu Yusuf (Allah ona rahmet etsin)’a göre arızi bir deli, senenin bir kısmını deli olarak, diğer kısmını ayık olarak geçiriyorsa zekat vermesi gerekir mi? Esasen bu kişiye zekatın vacip olup olmayacağına dair iki farklı rivayet vardır. Birincisi Nadiru’r-Rivaye olarak İmam Muhammed (Allah
ona rahmet etsin)’den gelen goruştur ki senenin az da olsa bir bölümünde aklı başına gelmişse zekatının verilmesiyle yükümlüdür.
Bu aynı zamanda İbn Sema’a’nın, İmam Ebu Yusuf (Allah ona rahmet etsin)’tan yaptığı rivayettir . Diğer rivayet yine İmam Ebu Yusuf (Allah ona rahmet etsin)’tan talebesi Hişam’ın yaptığı rivayettir ki; senenin çoğunu akıllı gecirirse zekat vacip olur. Aksi halde zekatla yükümlü tutulmaz. Fetva birinci görüştür. Kişi uzun vadede bir yeri peşin para mukabilinde kiralarsa mal sahibine vermiş olduğu peşin paranın zekatını kim verecektir? Sözgelimi; beş yıllık kirasını peşin ödemiş olduğu dükkana yüksek meblağ olarak vermiş olduğu kira bedelinin zekatını kiracı mı yoksa kiralayan mı verecek? Bu konuya dair Hanefi alimleri arasında ihtilaf vardır. Ebu Bekir Muhammed b. El-Fazl el-Buhari; kendi zamanında Buhara halkının adeti haline gelmiş bu işlemin sonucunda peşin ödenen kira ücretinden zekat vermesi gereken kişinin mal sahibi olduğunu söylemiştir.
Zira kira sozleşmesi feshedilmediği müddetçe para, kirayı alan mal sahibinin mülküdür. Ali b. Muhammed el-Pezdevi ve es-Serheketi; mal sahibinin zekat odemesi gerektiği gibi kiralayan kişinin de zekat vermesinin gerektiğini soylemişlerdir. Kadıhan, Serheketi’nin görüşünü tutarsız görmüş hatta her iki tarafında zekat vermesini gerektirecek kuvvetli gerekçe olmadığını savunmuştur. İbnu’l-Humam’ın Fethu’l-Kadir isimli eserinden anlaşılan sadece kiraya veren kişinin vermesi gerekeceğidir. Kişi elindeki malın zekatını vermek istediğinde bizzat malın kendisinden mi vermeli, yoksa değeri üzerinden de verebilir mi? Bu hususta fakihler arasında ihtilaf vardır. Şöyle ki; Hanefi mezhebi ve İmam Şafii’den (Allah ona rahmet etsin) bir kavle göre; tüccar, zekatını malın bizzat kendisinden verebileceği gibi, değerini hesaplayıp değeri üzerinden bedel de verebilir.
Sözgelimi; bir kumaşcı, mağazasında bulunan mallarının zekatını vermek istediğinde, zekat olarak bizzat kumaş verebileceği gibi, kumaşların değeri uzerinden 1/40 zekat da verebilir. İmam Şafii’den (Allah ona rahmet etsin) bir diğer kavle gore; bizzat malın kendisinden zekat vermelidir. Aksi halde kıymeti üzerinden zekat vermesi caiz değildir . El-Muzeni, hocasının bu kavlini; “ticaret eşyasının zekatı bizzat kendindendir. Parsından değildir” diyerek teyit etmiştir. Ahmed b. Hanbel ve İmam Şafii’ye (Allah onlara hmet etsin) nispet edilen bir ucuncu kavil olarak; zekat, ancak eşyanın kıymeti uzerinden akit olarak verilmelidir. Yani kişi malının zekatını mal olarak veremez.
Burada şoyle bir ihtiyat ve maslahattan bahsetmek iyi olacaktır. Günümüzde fakirlerin hastane, giyim, kira, elektrik-su, yol vb. gibi çok çeşitli ihtiyaçları vardır. Fakirler genel hallerde bu tür
ihtiyaçlarını karşılamak için nakit paraya ihtiyaç duyarlar. Ustelik zekatın asıl hedeflerinden biri de fakiri kollamak, gözetmek ve ihtiyacını gidermektir. Bu yüzden zengin, zekatını verirken şunu gözetmelidir; fakir eğer eşyanın bizzat kendisine muhtaç ise ona eşyayı zekat olarak verebilir. Bu güzeldir. Fakat fakirin ondan istifade edip edemeyeceğine bakmaksızın eşyayı zekat olarak ona vermesi, her ne kadar sahih ise de hoş değildir.
Özellikle de zekat veren kişi o eşyanın yerine para vermek istemediği ve eşyayı önemsiz gorduğu, hatta ondan kurtulmak istediği durumlarda zekatın maslahatlarını bir daha gözden geçirip, Allah Teala’nın adeta fakirin ihtiyacını karşılaması icin kendisine verdiği bu durumu güzel ve yerinde kullanması gerektiğini bilmelidir.
HÜSAMETTİN VANLIOĞLU BAŞKANLIĞINDA FIKIH KURULU