Kitâb ve Sünnet’ten bir delil olmaksızın Müslüman bir kimseyi tekfir etmek, son derece tehlikeli, yasaklanmış bir iştir. Zira küfür hükmünü vermek, Allah ve Rasûlü için hüküm vermek demektir. Dolayısı ile Allah’ın ve Rasûlünün kâfir olduklarını beyan ettiği kimseler dışında hiç kimse tekfir edilemez. Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
“Size, Müslüman olduğunu bildirene, dünya hayatının geçici menfaatine göz dikerek: ‘Sen mümin değilsin” demeyin.” [1]
Allah Teâlâ yine şöyle buyurmaktadır: “Bilmediğin bir şeyin ardına düşme. Çünkü kulak, göz ve kalbin her biri ondan sorumludur.”[2]
Kim Kardeşine Ey Kâfir Derse…
Bilindiği gibi Nebi (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in bizzat kendisi ölçüsüz tekfir etmenin tehlikesine dikkat çekmiştir: “Kim kardeşine: ‘Ey kâfir!’ derse, şüphe yok ki bu söz ikisinden birisine döner (ve ikisinden biri kâfir olur).”[3]
Bu ve bunun gibi ikazları dikkate alan ulemamız bu meselenin sınırlarını çizen izahlar yapmış, kaideler belirlemişlerdir. “Ehl-i kıble tekfir edilmez.”, “Bir meselede yüz ihtimalden doksan dokuzu küfrü, biri İslam’ı gerektiriyorsa tekfir edilmez.”, “Lüzûm-u küfür, küfür değil, iltizâm-ı küfür, küfürdür.” Kâideleri bunların en bilinenleridir.
Yine Müslüman olduğu bilinen bir kimsenin dinden çıktığını ilân etmek büyük mesuliyet gerektirir. Zira hakkında küfür hükmü verilen kimse artık mürted sayılacağı için dünya hayatında Müslümanlara tanınan haklardan mahrum olur. Böyle bir insan Müslüman bir kadınla evlenemez, evli ise de hukuken boşanmış kabul edilir. Bu hâl üzere ölürse cenaze namazı kılınmaz, Müslüman mezarlığına defnedilmez, kendisiyle akrabası arasında veraset hükümleri yürütülmez, ahirette ebedî olarak cehennemde kalır. Bu bakımdan bir mü’min hakkında tekfir hükmü verirken çok dikkatli ve ihtiyatlı hareket etme zorunluluğu vardır.[4]
Şeriat Zâhire Göre Hükmeder
O halde Müslümanın görevi, Allah’ın yoluna basiret üzere davet etmektir. İnsanların içinde gizlediklerini araştırıp hakkında hüküm vermek değildir. Her kim iki şehâdeti telaffuz eder ve gereklerince amel ederse, Kitap ve sünnetten bir delile ve ümmetin âlimlerinin üzerinde görüş birliği halinde bulundukları icmâya göre, kendisini İslâm dairesinden çıkartacak bir amelde bulunmadıkça yahut böyle bir söz söylemedikçe; zahiren onun Müslüman olduğuna hüküm verilir.
Bununla birlikte herhangi bir gerekçeyle “Tekfirden uzak durmalıyız.” demek, “ne olursa olsun, hangi ameli yaparsa yapsın kesinlikle bir Müslüman tekfir edilemez” demek değildir. Zira eğer küfür var ise tekfir de olmak zorundadır. Eğer “Tekfir yok” denilirse “Küfür de yok” denilmiş olur. Unutulmamalıdır ki başka dinlerin inançlarına sahip olanların ve o dinlere göre amel edenlerin kâfir olarak nitelendiği onlarca, yüzlerce âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîf bulunmaktadır.
Mesela “Îsâ (Aleyhisselâm) Allah’ın oğludur.”, “Allah üçün üçüncüsüdür,” diyen Hristiyanlar, “Üzeyir (Aleyhisselâm) Allah’ın oğludur.” diyen ve peygamberlerini katleden Yahudiler, puta tapan ve Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)i inkâr eden Mekke müşrikleri, bunların hepsi Allah ve Rasûlü’nün diliyle tekfir edilmiştir.
Yani bazı söz ve fiilleri tekzip ve inkâr alameti sayan bizzat şeriattır. Eğer küfür sayılan bu alametlerin küfür olmadığı istisnâî yerler olacak ise bunu da ancak şeriatın kendisi belirleyebilir.
Tekfîri Ehil Olmayan Yapamaz
Son olarak şunu ifade edelim ki tekfir meselesi birçok ilimden haberdâr olmayı gerektiren son derece ihtiyatlı davranılması gereken bir meseledir. Tekfirin kâidelerini ve şartlarını bilmeyen kimselerin bu sularda yüzmesi son derece câhilâne bir tavırdır ve ziyadesiyle tehlikelidir. İslâm’a göre tekfire ehil olmayan kimselerin bu hükmü vermesi câiz değildir. Tekfir hükmünü ancak kâdî veya devlet yetkilisi bir kimse verelebilir. Cenâb-ı Hakk aslî meselemiz olan îmân ve amelden sapıp bu gibi meselelere dalan kimselerden olmaktan muhafaza eylesin.
Dipnotlar
[1] Nisâ, 94.
[2] İsrâ, 36.
[3]Mâlik, el-Muvatta, Kelâm, c.2, s.984. Hadîs-i şerîf farklı lafızlarla birçok tarik ile rivayet edilmiştir. Buhârî, Sahîhu’l-Buhârî, Cuma, no:6103, c.8, s.26; Müslim, Îmân, no:111, c.1, s.79;
[4] Yusuf el-Kardâvî, Tekfir’de Aşırılık, Şura Yayınları, İstanbul, 1998: 31-32