Müslümanlar, mükellef tutuldukları ibâdetleri sadece Allah Te‘âlâ’ya kulluk bilinciyle yerine getirirler. Zira onlar, imtihan gerçeğinin sırrına ermiş ve bu hakikatleri kabullenmiş kimselerdir. Oruç ibadetinin uhrevî faydalarının başında ebedî kurtuluşa vesile bir ibâdet olması gelir. Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) bu hakikati şöyle beyân buyurmuştur: “Allah (Celle Celâluhû) rızâsı için bir gün oruç tutan kimseyi Allah Te‘âlâ, bu bir günlük oruç sebebiyle cehennem ateşinden yetmiş yıl uzak tutar.”[1]
İslâm’ın beş temel şartından biri olan oruç ibâdetinin uhrevî faydalarıyla beraber birtakım hikmetlere bağlı sağlık ve diğer yönlerden dünyevî faydaları da vardır. Nitekim oruç ibâdetinin bedensel ve rûhsal açıdan önemi, “Oruç tutunuz ki sıhhat bulasınız” [2] hadîs-i şerîfiyle açıklanmıştır. İlerleyen tıp ilmi de ibâdetlerin sağlığa yönelik faydalarına temas etmektedir. İslâm âlimleri arasında da orucun faydalarına dair müstakil kitaplar yazmış kimseler bulunmaktadır.
Oruç ibâdeti insana rûhî yönden, varlık âlemindeki yerini ve beşerî özelliklerini hatırlatır. Oruçlu kişi Allah Te‘âlâ’ya büyük bir teslimiyet gösterir. Oruç tuttuğu süre boyunca sergileyeceği irâde denetimi sayesinde duygu ve düşüncelerinin yanı sıra fiillerinin de kontrolünü tecrübe eder ve sadece helâl olan işlerde kullanabileceğini anlar. Dolayısıyla bu sabır sınavından kişi, psikolojik durumundan fiillerine kadar hayatî pek çok kazanım elde eder. Oruca devam edenin kalbi nurlanır ve merhamet hissiyle dolar.
Oruç ibâdeti vesilesiyle nimet ve lütfun anlamı en açık şekilde hissedilir. Onun sağlayacağı şuurla bilinçaltı temizlenir; tabiata ve dünyaya karşı İslâm ahlâk ve fazîletine uygun yeni bir bakış açısı elde edilir.
Sabır Mektebidir Oruç
Oruç ibâdeti, sabır mektebidir. Mahmud Efendi Hazretleri, oruç ibâdeti vesilesiyle kazanılacak şuuru dünya ve âhiret bağlamında şöyle ifade buyurmuştur: “Dünyaya (meyletmemek için) sabretmek oruca benzer. Dünyaya sabretme orucunun iftarı da âhirettir. Dünya isteklerine sabretmek insana zor gelir. Nefsin şeytanlıklarından Mevlâ bizi muhafaza etsin.”
Uhrevî ve dünyevî bütün bu faydaları göz önüne alarak oruç ibâdetiyle olan münasebetimizi bütün sene içinde canlı tutmalıyız. Dînî açıdan fazîletli olduğu haber verilen günler başta olmak üzere, sâir günlerde oruca niyet etmek suretiyle bu faydalardan istifadeye çalışmalıyız.
Orucun Çeşitleri
Oruç ibâdeti kendi içinde farz, vâcib, nâfile ve mekrûh gibi çeşitlere ayrılır. Ramazân-ı Şerîf orucu, bu ayda herhangi bir sebeple tutulamamış olan orucun kazası ve birtakım sebeplere bağlı olarak kişinin yükleneceği keffâret orucu farz oruçlar arasında yer alır. Vâcib oruçlar ise adağa bağlı oruçlardır. Bir kimsenin belli bir günde tutmayı adadığı oruç, belirli vâcib oruç olurken; herhangi bir gün tayin edilmemiş olan oruç ise belirsiz vâcib oruçtur.
Müslümanlar, Ramazân bayramının birinci günü ve Kurban Bayramının dört gününde oruç tutmazlar. Zira bu günlerde oruç tutmak tahrîmen mekrûhtur. Oruç tutmanın mekrûh kabul edildiği diğer günler ise nevrûz ve mihricân gibi, gayr-ı Müslimlerin bayramlarına tevâfuk eden günlerle, tek olarak Muharrem ayının onuncu günü olan âşûrâ günü ve yine tek olarak Cuma ve Cumartesi günleridir. Şek gününde Ramazân orucuna niyetle tutulan oruç ve Hacılara mahsus olarak terviye ve arefe günlerinde tutulan oruçlar da ilmihâl kitaplarımızda bazı şart ve detaylarla beraber mekrûh oruçlar arasında zikredilmiştir.[3]
Saymış olduğumuz bu günlerin dışında oruç tutmak isteyenler ne zaman isterlerse tutabilirler. Bunların dışında bir de farklı birtakım batıl inanışlarda yer alan sükût (konuşmama) tarzı oruçlar vardır ki, İslâmiyet’te bu tür oruçların yeri yoktur. Dolayısıyla bu şekilde tutulacak olan oruçlar da mekrûh kabul edilmiştir.
Nâfile oruçlar özellikle belli günlerde tutulduğunda büyük ecir ve mükâfata vesiledir. Bu günleri gözetme konusunda uyanık olmak, orucu sadece Ramazân-ı Şerîf ayına tahsis etmek yerine bu ayın dışında da çeşitli vesilelerle oruç tutmak bir mü’mine yakışacak olan davranışlardandır.
Dipnotlar
[1] Buhârî, Cihâd:36.
[2] Taberânî, Mu‘cem’ül-Evsat, No. 8312.
[3] Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük İslâm İlmihâli, Sad. İsmailağa Fıkıh Kurulu, s. 354-355.