أَعُوذُ بِاللّٰهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا كُتِبَ عَلَيْكُمُ الصِّيَامُ كَمَا كُتِبَ عَلَى الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِكُمْ﴿
﴾لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَۙ
Âyet-i kerîmede geçen “يَا” “yâ”, harf-i nidâdır. Bu, dostun dostuna yapmış olduğu bir çağrıdır. En büyük dost olan Mevlâ Teâlâ bizi bu harfle çağırmakla dostluğunu ifade etmektedir.
“أَيُّهَا” “Eyyühâ”, tembihtir. Bu ise dostun dostuna yapmış olduğu bir uyandırmadır. O ki Mevlâ Teâlâ bununla uyandırıyor bizi, demek ki dost olarak kabul ediyor.
“الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا” ise dostun dostuna imanla şâhidlik etmesidir.
Bu nidânın lezzetinden orucun ağırlığı kalkar. Biz de bu nidâdan sevinerek, orucu seve seve ağırlanmadan tutalım.
Ey sevgili Allah’ım! Ne büyük iyilik ediyorsun bize! Bir adamın kalabalık çoluk çocuğu olsa, işi de olmasa, bu adam çoluk çocuğunu geçindirmek için seve seve iş arar. İş bulduğu zaman da ne kadar sevinir! Hâlbuki işte çalışmak zahmetlidir ama olmayana büyük nimettir. İşte, cenneti olmayana da şeriat kıymetli oluyor. Her ne kadar cennete amelle girilmiyor ama cennetteki dereceler amellere göredir. Allâh-u Teâlâ orayı kazanalım için bize iş verdi. Nedir o iş? Oruçtur, namazdır… Sevinelim bu işleri verdiğine.
Oruçta Rahatlık Vardır
Yahu her gün yiyoruz, ne kazanıyoruz? Allâh-u Teâlâ bedenin ayakta durmasını yemeğe bağladı ama lüzumundan fazla yemek de doğru değil. Derler ki: “Az yiyen melek olur, çok yiyen helâk olur.”
Çok yiyince insan ibadetten lezzet alamaz. Ağırlıktan kendini kaldıramaz ki rükûa ve secdeye gidebilsin. Sanki Uludağ’ı yüklemişler sırtına. En şerli kap, dolu midedir. Onun için oruçta rahatlık vardır.
Allâh-u Teâlâ; buyuruyor ki: “Ey îmân etmiş olan kimseler! Sizden önce geçen (peygamberlerin ümmet)ler(i) üzerine (farz olarak) yazılmış olduğu gibi, sizin üzerinize de o (ramazan ayındaki) oruç (farz olarak) yazılmıştır. Tâ ki siz (açlık yardımıyla günahlardan hakkıyla sakınma imkânı bularak) takvâ sâhibi olasınız.” (Bakara Sûresi, 183)
Oruç ve Takvâ Münasebeti
Oruç tutarsanız takvâ hâsıl olur. Takvâ hâsıl olduğunda da size müttakî denir. Allâh-u Teâlâ buyuruyor: “…“Allâh ancak takvâ sâhiplerinden (kurbanlarını) kabûl eder.” (Mâide Sûresi, 27’den.)
Müttakî, Allâh-u Teâlâ’ya karşı saygılı kul demektir.
Bu millet Allâh-u Teâlâ’yı hiç saymıyor. Mevlâ Teâlâ’nın verdiği nimetleri yiyor, suları içiyor, ama bunları yaratan Allâh-u Teâlâ’yı hiç takdir etmiyor! Bütün azalar yerli yerinde çalışıyor ama takdir eden yok! Yağan kar nasıl yağıyor? Sanki pırlanta gibi. Ama takdir eden yok! Yani bizim işimiz iyi değil! Allâh-u Teâlâ iyi etsin!
Müttakî kullar, Allâh-u Teâlâ’ya karşı saygılı kullar, bu saygıyı nereden aldılar? İbadetten…
Takvâ, ibadet ede ede hâsıl olacak. Oruçtan takvâ hâsıl olduğu gibi diğer ibadetlerden de hâsıl olur.
Allâh-u Teâlâ buyuruyor: “Ey insanlar! Sizi de sizden önceki kimseleri de yaratmış olan Rabbiniz(i bir bilip sâdece Kendisin)e ibâdet (ve kulluk) edin, tâ ki siz (haramlardan sakınarak) takvâ sâhibi olasınız (ve sonsuz azaptan iyice korunabilesiniz).” (Bakara Sûresi, 21)
Bir müstehab yapsak takvâ hâsıl olur, bir sünnet yapsak takvâ hâsıl olur, bir vâcib yapsak takvâ hâsıl olur. Demek ki ibadete çalışa çalışa bizde takvâ hâsıl olacak.
“…Şüphesiz Allâh (Celle Celâluhû) nezdinde en değerli olanınız (en zengininiz, en güzeliniz, şu soydan ve bu boydan olanınız değil) ancak (Allâh-u Teâlâ’nın haramlarından son derece sakınarak) en ziyâde takvâ sâhibi olanınızdır…” (Hucurât Sûresi, 13’ten.)
En takvâ kimse, en kerim odur.
Bu âyette geçen “En takvâ olanınız”, “Mevlâ Teâlâ’nın dinine en çok hizmet edeniniz” demektir.
Kim Mevlâ Teâlâ’nın dinine en çok hizmet ediyorsa, Mevlâ Teâlâ indinde en kerim de odur.
Müttakîlere Verilecek Mükâfatlar
Buraya gelmeseydiniz bunları bilmeyecektiniz. Yâ Rabbi! Cümlemizi bu âyete mazhar eyle. Müttakîler hakkında çok âyetler var: “O (haramlardan sakınan) takvâ sahipleri, şüphesiz (onlar istenmedik her şeyden emin olacakları) çok güvenli bir makamda (bulunacaklar)dır. Çok kıymetli cennetler içerisinde ve sürekli akan pınarlar(ın başların)dadır(lar).” (Duhân Sûresi: 51-52)
“O (şirkten ve haramlardan sakınan) takvâ sahipleri (var ya) gerçekten (onlar) çok kıymetli cennetler ve çok değerli gözeler içerisinde (ikāmet edecekler)dir. Rablerinin kendilerine vermiş olduğu şeyleri (hoşnutlukla) al(ıp faydalan)an kimseler olarak (cennetlerde ebedî kalacaklardır). (Ey insan!) İşte sana! Çünkü şüphesiz onlar bundan önce (dünyada sâlih ve) güzel amel(leri lâyıkı vechile) işleyen kimseler olmuşlardı.” (Zâriyât Sûresi, 15-16)
Şeker gibi tatlı, billur gibi temiz sular içerisinde olacaklar. Allâh-u Teâlâ’nın kendilerine verdiğini alacaklar. Neyin karşılığı olarak? Dünyadayken muhsin olmalarının karşılığı olarak.
“Onlar geceden (birçok zamanı ibadetle geçirdikleri için) çok az bir zaman uyumakta idiler. Bir de onlar özellikle (imsak vaktinden önceki) seher (vakit)ler(in)de istiğfâr eder(ek günahları için bağışlanma ister)lerdi. Ayrıca onların mallarında, (yardım) isteyen ve (iffetinden dolayı isteyemediği için zengin sanılarak sadakadan) mahrum (bırakılmış) kimse için bolca nasip vardı (ki, insanlara merhametlerinden dolayı Allah rızası için bunu kendilerine zekât hâricinde gerekli kılmışlardı).” (Zâriyât Sûresi, 17-19)
Bakın! Bu âyet-i kerîmelerde Allâh-u Teâlâ, dostlarını anlatıyor. Sen de yaparsan dost olursun, değilse post olursun.
Onların uykuları çok az idi. Gecenin büyük bir kısmını ibadetle geçirirlerdi. Sen şimdi gel yat aşağı! Uykun bir çuval olsa ne kazanırsın? Her şeyin bir kararı vardır. Allâh-u Teâlâ, kararında yapmayı nasip eylesin. Bizim evde sacdan sobamız vardı, kedi gelir sobanın yanında ayaklarını uzatır uyurdu. İşte, bizim nefsimiz de böyle uyumak istiyor. Ya Rabbi! Sen benim nefsimi de kardeşlerimin nefsini de İslâm et!
Zekât ve Takvâ Münasebeti
Onlar seher vakitlerinde de istiğfarda bulunurlardı. İbadet eder eder, sonunda da “estağfirullâh” derlerdi. Demek ki seherlerde istiğfar etmek kıymetlidir. Onların mallarında da dilenen ve yoksul bulunan için bir hak vardı. Yani zekâtlarını bu kişilere verirlerdi.
Allâh-u Teâlâ, dilenen ve yoksul bulunan için ‘zenginlerin malında’ bir hak vardır buyurmadı da ‘müttakîlerin malında’ bir hak vardır buyurdu. Niçin? Çünkü her zenginin malında fakirin hakkı vardır ama ancak müttakîler zekât verir.
“Yakîn (ve şüphesiz îmân) sahipleri için o yer(yüzün)de de nice büyük âyet (ve delil)ler bulunmaktadır (ki, türlü türlü madenler, bitkiler ve canlılar bunlardan bir kısmıdır).” (Zâriyât Sûresi, 20)
İmanı yakîn derecesine ulaşanlar için yeryüzünde yaratıcının varlığına, birliğine, kudretine açık deliller vardır. Gelirken ne kadar kuvvetli rüzgâr esiyordu. İşte bu da bir âyettir. Allâh-u Teâlâ’nın kudretine bir nişandır. Evlerinizde küçücük birer buzdolabı var. Ama şimdi Mevlâ Teâlâ sizin evinizin her tarafını buzdolabı etti.
Müttakî kimdi? Allâh-u Teâlâ’ya karşı saygılı olandı.
Bu kadar kudretli bir Mevlâ Teâlâ’yı bu millet niye saymıyor?! Çünkü bu millet ekmeği fırıncıdan, unu değirmenciden, buğdayı çiftçiden biliyor. Hâlbuki toptanı Mevlâ Teâlâ’dan. Çiftçiyi kim yarattı? Allâh-u Teâlâ. Tohumu kim yarattı? Allâh-u Teâlâ. Toprağı, suyu, havayı, harareti kim yarattı? Allâh-u Teâlâ. Önünde yediğin tabaktaki yemeklerin hepsi Allâh-u Teâlâ’dan.
Meşâyih (Kaddesallâhu Esrârahüm) sorardı: “Yemek yerken her aza bir iş ile meşgul, peki gönül ne ile meşgul? Zikirle.” Ama buradaki zikir Allah Allah demek değildir. Buradaki zikir, tefekkür etmektir. Nasıl? “Ey Allah’ım! Bu yemekleri Sen gönderdin. Değirmenciyi, çiftçiyi, rüzgârı, yağmuru, güneşi Sen vazifelendirdin, o görünmeyen melekleri Sen vazifelendirdin. Hepsini koşturdun, bunları önüme getirdin!”
Oruçtan nerelere geldik! Demek ki; oruç tutan adamın her tuttuğu oruçtan, kalbinde takvâ doğuyor. Farz olsun, vâcib olsun, sünnet olsun, müstehab olsun ibadetin her türlüsünde insanda takvâ hâsıl oluyor. İnsan takvânın tâ kendisi oluyor. O zaman Allâh-u Teâlâ o kulun ibadetini kabul ediyor.
İktibâs: Mahmud Efendi Hazretleri, Sohbetler, 6/80-83.