Kur’ân-ı Kerîm’de oruçla ilgili hükümlerin yanı sıra, oruç ibâdetinin târih boyunca geçirdiği evrelere atıfla da bazı hükümler yer alır. “Oruç gecesi kadınlarınıza yaklaşmanız, size helâl kılındı. Onlar, sizin için bir örtü, siz de onlar için bir örtü durumundasınız. Allah, nefsinize güvenemeyeceğinizi bildiği için müracaatınızı kabul buyurdu ve sizi bağışladı. Şimdi onlara yaklaşın ve Allah’ın sizler için yazdığını isteyin…[1]
Âyet-i kerîmede dikkat çekilen husus oruca başlangıç vaktiyle ilgili bir değişiklikten bahsetmektedir. İbnü Abbâs (Radıyallâhu Anhümâ)dan rivayete göre; İslâm’ın başlangıcında Müslümanlar oruç tutacakları zaman ancak yatsı namazını kılıncaya veya uyuyuncaya kadar yiyip içebilir ve eşleriyle cinsî münasebette bulunabilirlerdi. Orucunu açmadan yatsıyı kılan veya uyuyakalan kişiye ise, bir dahaki geceye kadar yemek içmek ve hanımına yanaşmak haramdı. Sahabe-i kirâm (Rıdvânullâhi Te‘âlâ Aleyhim Ecma‘în)den bazıları yatsıyı kıldıktan sonra eşlerinin yanına gittiklerinde, onların sürdükleri güzel kokulardan etkilenerek dayanamayıp cima ettiler. Sonra pişman olarak Rasûlûllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e geldiklerinde bu âyet-i kerîme inerek, tevbelerinin kabul edildiğini ve o günden sonra gece boyu ailelerinden istifâdenin kendilerine helâl edildiğini beyan etti.[2]
Aynı âyet-i kerîmenin devamında orucun başlangıç ve bitiş vakti de beyân edilir ve önceleri yasak kapsamındayken sonradan serbest bırakılan, oruç vakti dışında kişinin hanımından uzak durmasına dair hükmün îtikâf esnasında geçerli olduğu belirtilir: “Ta fecrin beyaz ipliği siyah iplikten size seçilinceye kadar yiyin, için. Sonra da ertesi geceye kadar orucu tam tutun. Bununla beraber siz mescitlerde îtikaf halinde iken onlara yaklaşmayın. Bunlar, Allah’ın sınırlarıdır, sakın onlara yaklaşmayın. Allah, âyetlerini insanlara böyle açıklıyor ki sakınıp korunsunlar.”
Oruç ibâdetinin hac ve îtikâf gibi ibâdetler başta olmak üzere, dinî birtakım yasaklarla da münasebeti vardır. İhrâm yasaklarını ihlâl edenlerin, yeminlerini bozanların, zihar yapanların oruç tutmak zorunda kalmaları, bunun örneklerindendir. Nitekim hacla ilgili hükümler bağlamında oruçtan şöyle söz edilmiştir: “Hac ve umreyi de Allah için tamam yapın. Eğer bunlardan alıkonursanız, o zaman kolayınıza gelen bir kurban gönderin. Bununla beraber bu kurban, kesileceği yere varıncaya kadar başlarınızı tıraş etmeyin. İçinizden hasta olana veya başından bir rahatsızlığı bulunana tıraş için oruç veya sadaka yahut da kurbandan ibaret bir fidye gerekir. Engellemeden kurtulduğunuz zaman da her kim hacca kadar umre ile sevab kazanmak isterse, ona da kolayına gelen bir kurban gerekir. Bunu bulamayana ise üç gün hacda, yedi de döndüğünüzde ki tam on gün oruç tutması lazım gelir. Bu hüküm, ailesi Mescid- i Haram civarında oturmayanlar içindir. Allah’tan korkun ve bilin ki Allah’ın azabı gerçekten çok şiddetlidir.”[3]
Oruç tutanlar Kur’ân-ı Kerîm’de güzîde zümre arasında zikredilmişlerdir. Nitekim Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in zevceleri, annelerimize yönelik hitapta oruç tutanlardan seçkin bir zümre olarak bahsedilmiştir. “O sizi boşarsa, ola ki Rabbi sizin yerinize ona sizden daha hayırlı olanları, (Allâh’a) teslim olanları, iman edenleri, namaz kılanları/ gece namazına devam edenleri/, tevbe edenleri, ibadete devam edenleri, oruç tutanları dul ve bâkire eşler olarak verir.”[4]
Allah Te‘âlâ, mü’minlerin vasıflarını bildirdiği bir başka âyet-i kerîmede oruç tutmayı da gerçek mü’minlerin vasıfları arasında zikretmiştir.
“Tevbe edenler, ibadet edenler, hamdedenler, oruç tutanlar /seyahat edenler/rükû’ edenler, secde edenler, maruf ile emredenler, münkerden nehyedenler ve Allâh’ın koruyanlardır. (Habîbim! Bu sıfatlara sahip olan) o müminleri (sonsuz nimetlerle) müjdele!”[5]
Bir başka âyet-i kerîmede birbirlerine layık olan şahsiyetleri beyan sadedinde oruç tutanlar da sâlih amelleri işleyenlerin güzel hasletlerinden biri olarak beyân edilmiştir.
“Şüphe yok ki müslüman erkeklerle müslüman kadınlar, mümin erkeklerle mümin kadınlar, itaat eden erkeklerle itaat eden kadınlar, sadık erkeklerle sadık kadınlar, sabreden erkeklerle sabreden kadınlar, mütevazı erkeklerle mütevazı kadınlar, sadaka veren erkeklerle sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkeklerle oruç tutan kadınlar, ırzlarını koruyan erkeklerle ırzlarını koruyan kadınlar, Allah’ı çok zikreden erkeklerle Allah’ı çok zikreden kadınlar var ya, işte onlar için Allah bir mağfiret ve büyük bir mükâfat hazırlamıştır.”[6]
Orucun ve oruç tutanların Kur’ân-ı Kerîm’de söz konusu edildiği âyet-i kerîmeler buraya almış bulunduğumuz âyet-i kerîmlerle de sınırlı değildir. Bakara Sûresi’nin 25. Âyet-i kerimesinde Kur’ân ve Sünnet’e uygun amel eden kimselere dair müjdede zımnen oruç tutanlardan da bahsedilmiştir. Sabır ve namazla yardım istenilmesinin lüzûmunun beyân edildiği Bakara Sûresi’nin 153. âyet-i kerimesinde oruç ibâdetine, îmân edenlerin yerine getirmekten asla geri durmayacakları farz bir ibâdet olması hasebiyle atıfta bulunulmuştur. Meryem Sûresi’nin 76. âyet-i kerimesinde hidâyetin artışına vesile sâlih ameller arasında oruç ibâdetinin de bulunduğunda hiç şüphe yoktur.
Dipnotlar
[1] Bakara Sûresi:187
[2] Bu konuda geniş malumat için bakınız: Rûhu’l-Furkan: 2/326
[3] Bakara Sûresi:196
[4] Tahrîm Sûresi:5
[5] Tevbe Sûresi:112
[6] Ahzâb Sûresi:35