يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا كُتِبَ عَلَيْكُمُ الصِّيَامُ كَمَا كُتِبَ عَلَى الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِكُمْ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَۙ
“Ey iman etmiş kullar! Oruç sizden evvelki (ümmet)lere yazıldığı (farz kılındığı) gibi sizin üzerinize de yazılmıştır. Ta ki sakınabilesiniz (nefsinizi haramlardan koruyup müttekilerden olasınız).” (Bakara Sûresi:183)
Îzâhât
Lügat erbabı buyurdu ki, (يَا) Yâ: harf-i nidâdır. Bu, dostun (Mevlâ’nın) dostuna (mü’min kullarına) yapmış olduğu bir çağrıdır.
(اَيُّهَا) “Eyyühâ” tembihtir. Bu ise dostun dostuna yapmış olduğu bir uyandırmadır.
(الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا) “Ellezîne âmenû” ise, dostun dostuna imanla şahitlik etmesidir.
İmâm-ı Hasen (Radıyallâhu Anh) buyurdu ki: “Allâh-u Te‘âlâ’nın (يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا) “Ey iman edenler!” buyurduğunu duyduğunda hemen kulak kesil, zira peşinden ya bir emir ya da bir yasak zikredilecektir.
İmam-ı Cafer-i Sadık (Radıyallâhu Anh) buyurdu ki: “Mevlâ Te‘âlâ’nın mü’min kullarına yapmış olduğu nidâların lezzeti, bütün ibadetlerin zorluk ve zahmetini onlardan gidermiştir. Artık bu nidâ karşısında kul, sevgilisi olan Mevlâ Te‘âlâ’nın, canını ateşe atmasına yönelik emrine bile hemen imtisal eder (koşar).”
Kazî Beyzâvî’nin buyurduğuna göre, Müslümanlar üzerine orucun farz oluşu bu ayetle sabit olduğu gibi, Âdem (Aleyhisselâm)dan beri bütün peygamberler ve ümmetler üzerine orucun farz kılındığı ve bütün şeriatlarda tayin edilmiş eski bir ibadet olduğu da meydana çıkmıştır. Fakat bilâhare yahudi ve hristiyanlar, mükellef oldukları oruçların günlerini, sayılarını ve şartlarını değiştirmişler, perhiz vesair isimlerle uydurma törenler ortaya koymuşlardır.
Allâh-u Teâ‘lâ Hazretleri, bu ümmet üzerine orucun farz edilişini kuvvetlendirmek, iman ehlini oruca teşvik, nefislerini tatmin (rahatlatmak) için, orucun geçmiş ümmetlere de farz kılındığını beyan buyurmuştur. Çünkü oruç, insanların nefislerine zor ve ağır gelen bir ibadettir, zor olan bir şeyin ise, her kese farz olması, kalpleri rahatlatır.
Orucun Mânâsı
(صَوْمْ) Savm, (صِيَامْ) Sıyam = Oruç: Lügatte, nefsi, meylettiği (arzu ettiği) şeylerden imsak etmek, yani o şeyleri yapmaktan kendini tutmaktır.
Şeran ise, mükellef (akıllı, buluğa ermiş vesair şartlar kendinde mevcut olan) bir insanın, bütün bir gün imsak (sabahın başlangıcın)dan, gurub (güneşin batışın)a kadar, nefsini (kendini) yemek, içmek ve cima (cinsî münasebet)dan oruç niyetiyle men etmesidir. Bu, avam (sıradan) mü’minlerin orucudur.
Havâs ve Ehassü’l-Havâss’ın Orucu
Havâs (husûsî kullar)ın orucu ise, bütün haramlardan vazgeçmektir.
Ehassu’l-Havâs (en husûsî kullar)ın orucu da, Mevlâ Te‘âlâ’dan gayrı her şeyden vazgeçmektir.
Rasûl-ü Ekrem (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) Efendimiz, hicretin başında, her aydan üç gün, bir de Âşûrâ (Muharrem ayının onuncu) gününde nâfile olarak oruç tutmalarını Ashâb-ı Kirâm (Rıdvânullâhi Te‘âlâ Aleyhim Ecma‘în)e tavsiye buyurmuş, hicretten bir buçuk sene sonra, Şa‘bân ayının 10 gününde de Ramazân orucunun farziyeti kendisine beyân olunmuştur.
İktibâs: Mahmud Efendi Hazretleri, Rûhu’l-Furkân Tefsiri, c.2, s.270-271