Osmanlı Devleti, insanlık tarihinin en büyük devletlerinden biri, hanedan saltanatı açısından da en uzun süre hüküm süren hanedanıdır. Bu büyük devletin bakiyesi ve onların torunları olarak bizler, onları her daim hayırla yâd eder, hizmetlerini ve faziletlerini tasdik ederiz. Bu vesileyle, büyük devletin kuruluşunun milâdî takvime tevafuku olan 27 Ocak tarihi esas alınarak 21-27 Ocak tarihleri arasında kalan hafta “Osmanlı Haftası” ilân edilmiştir. Bu hafta, her yıl Osmanlı Devleti’nin hatırasına ve hizmetlerine yönelik çeşitli etkinliklerle tes‘îd edilmektedir (kutlanmaktadır). Osmanlı devletinin kuruluşuna yönelik tarihî malûmat için tıklayınız…
Türkler, İslâmiyet’ten sûfîler eliyle haberdar olduklarından yüce dinimizi tasavvufla beraber benimsediler ve kurmuş oldukları devletleri de yaşadıkları devrin sülehasının rehberliğinde kurup idare ettiler. Osmanlı devleti de kuruluşu vetiresinde sâlihlerin duâ ve desteğini aldı. Âhi Evrân, Baba İlyas, Hacı Bektâş-ı Velî ve Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî gibi veliler Osmanlı devleti için duâ ettiler. Osman Gazi’nin kayınpederi olan Şeyh Edebali’nin, Osmanlı devletinin kuruluş ve gelişiminde önemli bir manevî tesiri vardır.
Osmanlı, küçük bir beylikten cihanşümul bir devlete uzanırken bire on orduları mağlup etti; sınırlarını dört bir cihette anlaşılması zor bir genişliğe eriştirdi. Bütün bunları anlayabilmek, işte bu manevî gücü anlayabilmekten geçer.
Kerâmet-i Evliyâ haktır. Bu kerâmet bazen, gelecekten haber verme şeklinde zuhur eder. Nitekim Osmanlı devletinin kuruluşundan yarım asırdan fazla bir süre önce vefat eden büyük veli Muhyiddîn-i ibni Arabî (Kuddise Sirruhû)ya nispet edilen “ed-Dâ’iretü’n-Nu‘mâniyye” (ya da “Şeceretü’n-Nu‘mâniyye fî Devleti’l-Osmâiyye”) adlı eserde, Osmanlı devleti adında bir devlet kurulacağı ve kıyamete -yakın bir süreye- dek hüküm süreceği yönünde bir ifşaat yer alır. Hatta ileride tahta çıkacak olan Osmanlı sultanları ve belli dönemlerde yaşanacak gelişmeler hakkındaki bazı bilgilere de işaret buyurulur. Bazı tarihî kayıtlara göre, Osmanlı’nın manevî kurucusu Şeyh Edebali (Kuddise Sirruhû), Şam’da bulunduğu dönemde Muhyiddîn-i ibni Arabî (Kuddise Sirruhû)nun sohbetlerine katılmış bir âlimdir.
Muhyiddîn-i ibni Arabî (Kuddise Sirruhû)nun ilgili kitabındaki mezkûr ifşaatı daha sonra tablo hâline getirilmiş ve Sultan 2. Abdülhamid Hân’a takdim edilmiş, o da bu tabloyu Yıldız Camii’ne astırmıştır.
Ertuğrul Gazi, Sultan Alâeddîn-i Sânî-i Selçûkî’nin Divanında
Osmanlı tarihine dair muhtelif eserlerde kaydedildiğine göre, Anadolu Selçuklu Sultanı Alâeddîn-i Sanî-i Selçûkî, intisâb ettiği mürşidini ilân maksadıyla bir divan tertipler. Divana, Selçuklu Sultanına bağlı olan uçbeyleri, şehrin ileri gelenleri ve maneviyat önderleri davet edilir. Uçbeyleri arasında Ertuğrul Gazi, manevî şahsiyetler arasında da Mevlânâ Celâlleddin-i Rûmî Hazretleri hazır bulunurlar. Mecliste karşılaştığı bazı hususlardan hoşnut olmayan Mevlânâ Hazretleri, meclisi terk edip dışarı çıkar.
Hazreti Mevlânâ ile Osman Gazi’nin Mükâlemesi
Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî Hazretleri, sarayın merdivenlerinden inerken, Ertuğrul Gazi’yle beraber Konya’ya gelmiş olan Osman Gazi ile karşılaşır. Büyük bir zat gördüğünü fark eden Osman Gazi, hürmetkâr bir tavırla hemen kenara çekilir. Osman Gazi’nin bu edepli davranışı Hazreti Mevlânâ’nın dikkatini çeker ve O’na şöyle sorar:
-Oğlum sen kimsin?
-Ben uçbeylerinden Ertuğrul Gazi’nin oğlu Osman’ım.
O’nun bu edepli halinden memnun olan Hazreti Mevlânâ:
-Oğlum, Sultan kendine birini şeyh edindi. Ben de sana şeyh olmak dilerim, der.
Osman Gazi, Sultan’la görüşmesi gerektiğini söyler ancak Hazreti Mevlânâ:
-O şimdi meşgul, seni kabul etmez gel benimle, der ve yürümeye koyulurlar.
Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî Hazretleri, Osman Gazi’yi tekkesine götürür. Başına Mevlevî sikkesi takıp sırtına da bir cübbe giydirir. Orada bulunan müridlerine zikir vaziyeti almalarını söyler. Müridler hilâl şeklinde otururlar. Hazreti Mevlânâ da müridlerinin tam karşısına oturur; ve yanında oturan Osman Gazi’ye dönerek:
-Oğlum, Fâtiha-ı Şerîfe oku, der.
Böyle söyledikten sonra Hazreti Mevlânâ, manevî bir hâle girer ve âdeta kendinden geçip kaybolur. Osman Gazi de elindeki tesbihle kendisine söylendiği gibi Fâtiha Sûresi’ni okumaya devam eder. Mevlânâ Hazretleri birden kendine gelir ve sorar:
-Okudun mu?
-Okudum.
-Kaç tane okudun?
Osman Gazi tesbihi sayar ve:
-18 tane okudum efendim, der. Mevlânâ Hazretleri de:
-Bu yetmez oğlum, bir 18 tane de ben okuyayım, buyurur.
Okuması bittikten sonra “Âmîn” der ve orada bulunan müridan da ellerini kaldırıp hep bir ağızdan “Âmîn” derler. Sonra Mevlânâ Hazretleri, Osman Gazi’ye dönerek: “Saltanât-ı İslâmiyyeyi, Âli Selçuk’tan aldım; sana verdim, mübârek olsun! Neslinden 36 âdil padişah gelecek” buyurur. Osman Gazi bu esnada bıyıkları henüz yeni terlemiş, on beş yaşlarında bir delikanlıdır.[1]
Kur’ân-ı Kerîm’e Saygının Bereketi
Osmanlı Devleti’nin kuruluşuyla ilgili kaydedilmiş olan manevî işaretlerden biri de bazı kaynaklarda Osman Gazi’ye bazı kaynaklarda ise babası Ertuğrul Gazi’ye nispetle aktarılan bir rüyadır.
Ertuğrul Gazi seyahatlerinden birinde bir velinin evine misafir olur. Hanede sohbet ederler. Ertuğrul Gazi, bu odada yatacaktır. Evliyâ-i Kirâm’dan olan zât, sohbetin sonunda Kur’ân-ı Kerîm’i hürmetle yüksek bir yere kaldırır ve yatmak üzere odasına çekilir.
Ertuğrul Gazi, Kur’ân-ı Kerîm’e ta‘zîmen gece boyunca yatmaz, ayakta durur. Epeyce yorulmuştur. Sabaha karşı bir vakitte artık takat getiremez ve farkında olmadan uykuya dalıverir. Uykusunda bir ses iştir; sesin sahibi şöyle seslenmektedir:
“Mademki sen, Kelâm-ı Kadîm’ime bu kadar ta‘zîm ettin; /evlâd ü ayâlin neslen ba‘de neslin şân ve şerefe nâil olup beyne’nâs hürmete mazhar olacaklardır/ ben dahi senin evlâdını kıyamete dek daim olacak bir devlet-i celîle ile tekrîm eylerim/…”[2]
Osman Gazi’nin Rüyası ve Şeyh Edebali’nin Tevili
Muhyiddîn-i ibni Arabî Hazretleri’nin ifşaatları ve Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî Hazretleri’nin müjdelediği Osmanlı devletinin kuruluşuna dair bir manevî işaret de Osman Gazi’nin rüyasında söz konusu olur.
Osman Gazi gözyaşlarıyla niyazda bulunduktan, Mevlâ Te‘âlâ’ya yakardıktan sonra huzur üzere uyur. Rüyasında, ahalinin teveccüh gösterdiği Şeyh Edebali Hazretleri’ni görür. Şeyh Edebali Hazretleri’nin koynunda bir ay doğup Osman Gazi’nin koynuna girer ve girdiği anda bir ağaç biter; gölgesi bütün âlemi kaplar. Öyle ki bu âlemşümul ağacın gölgesinin altında dağlar meydana gelir, dağların dibinden de sular fışkırır. Bu sulardan kimileri içer, kimileri çeşmeler yaptırır, kimileriyse bahçeler sular…
Osman Gazi bu rüyayı Şeyh Edebali Hazretleri’ne anlatır. Şeyh Edebali: “Oğul Osman, sana müjdeler olsun! Allah Te‘âlâ sana ve nesline sultanlık verdi, mübarek olsun. Ayrıca benim kızım, senin eşin olacak” diyerek tevil eder.[3]
Devlet-i Âliye (Büyük Devlet), küçük bir beylik olarak çıktığı tarihî seferinde cihanşümul bir devlet hâline geldi. Bu muvaffakiyet, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, Şeyh Edebali ve daha nice Allah dostlarının himmetleri ve duâlarının bereketidir.
Dipnotlar
[1] Kadir Mısıroğlu, Osmanlı Tarihi, Sebil Yayınevi, İstanbul, 2013, c.1, s.70-71 (47. Dipnot)
[2] Ziya Nur Aksun, Osmanlı Tarihi, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 1994, c.1, s.13 (1. Dipnot)
[3] Ziya Nur Aksun, Osmanlı Tarihi, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 1994, c.1, s.14-15