Osmanlıda Sadaka Taşları
Üsküdar’da Gülfem Hatun Camii’nin avlusunda ve yine Üsküdar Doğancılar’da, diğer yakada ise Karacaahmet ve Kocamustafapaşa’daydı. Buncalardan sadece Doğancılar’daki ayakta onu da esnaftan başka kimse bilmiyor.
Osmanlıda dilencilik hoş görülmediği için sadakalarını buraya bırakır ihtiyacı olanda ihtiyacı kadarını alır. Ne bırakan bilinir ne de alan gece vakitlerinde… sağ elin verdiğini sol elin haberinin olmaması hâkimdi. Camii ve türbelerin köşelerinde de bulunur fakirlerin umut, bırakanların dua kapısıydı. Mahalle teşkilatları vardı ki zekât müesseselerinin şubesi gibi çalışır. Resmi görevlisi olmayıp yardım edenle edilenin belli olmadığı halde hastalara ilaçları, öğrencilere defter, kitap, kızların çeyizi, yeni evlenenlerin evceğizi tamamlanırdı.
Silin borçlarını… Allah kabul etsin
Riyadan uzak durarak göze batmayacak şekilde fakir fukaraya sadakasını, fitresini ve zekâtını vermek İslam ahlakı ve Osmanlı terbiyesinin geleneği idi.
“Ramazan günlerinde çoğunlukla kılık kıyafet değiştirmiş, yani eski söyleyişle tebdil-i kıyafet giyinmiş zenginler, hiç tanımadıkları mıntıkalara giderler; bakkal, manav dükkânlarına girerler, tenha zamanları seçerek sorarlarmış: ‘Zimem defteriniz var mı?’
Zimem defteri, o esnaftan borcuna yani veresiye mal alan mahalle sakinlerine ait hesap defteridir; borçlu ile borcunun miktarı yazılı olan defter… Umumiyetle, o günlerde de bugünkü gibi veresiye alan varmış. Esnaf bu defteri çıkarınca, gelen şöyle dermiş: ‘Lütfen baştan, sondan veya ortadan, söyleyenin tercihine göre, şu kadar sahifenin yekûnunu yapar mısın?’ Esnaf hesabı yapar, söyler, gelen de kesesini çıkarır, ardından da ‘Silin borçlarını… Allah kabul etsin’ der, çeker gidermiş. Borcu ödenen borcunu ödeyenin kim olduğunu, borcu sildiren, kimi borçtan kurtardığını bilmezmiş. Çünkü her şey sadece Rıza-i İlahî, Emr-i Celîli için ifa edilirdi.”
Ebü’l-Ulâ Mardin