Allah Te‘âlâ, insanı kendisini yetiştirmeye ve tekâmül edip kâmil vasıflarla süslenmeye kabiliyetli olarak yaratmış ve onun ihtiyacı olan eğitim ve öğretim sürecini ilk insan Hazreti Âdem (Aleyhisselâm) ile başlatmıştır. Zira onu eşyanın isimlerinden ve hakikatlerinden haberdar etmek suretiyle eğitime tabi tutmuş ve böylece insanın, kemâle ancak eğitim yoluyla erişebileceğini beyan etmiştir.
Yine yüce Rabbimiz (Celle Celâluhû), en güzel surette yaratmış olduğu insanın, yaratıcısını bilmesini, kendi iç dünyası ile barışık olup çevresine ve topluma faydalı bir şahsiyet olmasını, iki âlemde de huzur ve mutluluğa ulaşmasını sağlayacak hukukî ve ahlâkî temelleri öğreten kitaplar indirmiş ve bu kitapları beyan edip öğreten peygamberler göndermiştir. Zira bir âyet-i kerîmede şöyle buyrulmaktadır: “Nitekim kendi aranızdan, size ayetlerimizi okuyan, sizi her kötülükten arındıran, size kitabı ve hikmeti öğreten, ayrıca bilmediklerinizi de öğreten bir peygamber gönderdik.”[1]
Bu bağlamda yüce dinimiz İslâm; insana toplum içerisinde medenice yaşaması için gerekli olan hukukî ve ahlâkî nezaket kurallarını, insanî münasebetlerde uyulması gereken şekil ve ölçüleri ortaya koymuştur. Kişiyi toplum içerisinde saygı ve hürmete lâyık kılan davranış biçimlerinin Muhammed Mustafa (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e ittiba etmek sureti ile olacağını ve insanın, ona ittiba ettiği ölçüde kâmil insan olacağını ifade etmiştir: “(Resûlüm!) De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyunuz ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.”[2]
Vahiy ile birlikte insanlığa en güzel örnek olarak gönderilen Hazreti Peygamber (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem), medenî, ahlâkî, hak ve hukuka riayet eden, nezih bir ümmetin vücud bulup meydana gelmesi için helâl gıda tüketilmesini de şiddetle tavsiye etmiştir. Zira insan, yemek yemeye muhtaç bir varlıktır ve yaşamak için beslenmeye ihtiyaç duyar. Bu açıdan insan ile diğer canlılar arasında fark yoktur. Fakat diğer canlılar (hayvanat), bu ihtiyaçlarını nereden, nasıl gidereceği hususunda serbest bırakılmış iken, insan ise sorumlu tutulmuştur. Diğer mahlûkat; temiz-pis, helâl-haram, haklı-haksız gözetmeksizin, yaradılışına konmuş içgüdüleri ile karınlarını doyururlar. Kimisi ot, kimisi et yerken, kimisi ise leş ile beslenir.
Ahsen-i takvim olan insan ise ancak helâl ve temiz olan, hak sahibi olduğu şeyleri İslâm’ın belirlediği ölçüler doğrultusunda yemek ile mükelleftir. Nasıl ki maddî manada; pis, mikroplu, zehirli bir gıda ile beslenen kişi hastalanır ve hatta ölür; aynı şekilde haram, şüpheli ve benzeri manevî kirlerle mülevves bir gıdayı yiyen kişinin de kalbi hastalanır ve hatta ölür. Zira insan bir gıdayı helâl tükettiğinde maneviyatı olumlu; haram ve benzeri yoldan yediğinde ise olumsuz yönde etkilenecektir.
Allah (Celle Celâluhû)nun velî kullarından olan Büyük Şeyh Efendi Mevlânâ Mustafa İsmet Ğarîbullâh (Kuddise Sirruhû) Risâle-i Kudsiyye adlı eserinde şöyle buyurmaktadır:
Helâl ye şüpheden kaç kalma bî nûr,
Dahî abdest ve huzûrla dâim dur
Zemîme ahlâkından hem uzak dur
Azîmetle amel et ol azîz nûr
Azîmetle azîz Hakka gidelim
Cemali bâ kemâle seyr idelim[3]
Konuyla İlgili Âyet-i Kerîmeler
“Ey insanlar! Yeryüzündeki şeylerin helâl ve temiz olanlarından yiyin! Şeytanın izinden yürümeyin. Çünkü o sizin için apaçık bir düşmandır.”[4]
“Ey iman edenler! Eğer siz ancak Allah’a kulluk ediyorsanız, size verdiğimiz rızıkların iyi ve temizlerinden yiyin ve Allah’a şükredin.”[5]
“Allah, size ancak leş, kan, domuz eti ve Allah’tan başkası adına kesileni haram kıldı. Ama kim mecbur olur da istismar etmeksizin ve zaruret ölçüsünü aşmaksızın yemek zorunda kalırsa, ona günah yoktur. Şüphesiz, Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.”[6]
“Ölmüş hayvan, kan, domuz eti, Allah’tan başkası adına boğazlanan, (henüz canı çıkmamış iken) kestikleriniz hariç; boğulmuş, darbe sonucu ölmüş, yüksekten düşerek ölmüş, boynuzlanarak ölmüş ve yırtıcı hayvan tarafından parçalanmış hayvanlar ile dikili taşlar üzerinde boğazlanan hayvanlar, bir de fal oklarıyla kısmet aramanız size haram kılındı. İşte bütün bunlar fısk (Allah’a itaatten kopmak)tır. Bugün kâfirler dininizden (onu yok etmekten) ümitlerini kestiler. Artık onlardan korkmayın, benden korkun. Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim. Size nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm’ı seçtim. Kim şiddetli açlık durumunda zorda kalır, günaha meyletmeksizin (haram etlerden) yerse şüphesiz ki Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.”[7]
“Ey peygamberler! Temiz şeylerden yiyiniz ve iyi ameller işleyiniz. Doğrusu ben, sizin yaptığınız şeyleri tamamen bilirim.”[8]
Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in Helâl Gıda Konusundaki Hassasiyetleri
Kulluk sanatının ustası olan sevgili peygamberimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem), Peygamberliğinden önce dahi, câhiliyye döneminin kirli lokmalarından kaçınmış, haram yememe hassasiyetini göstermiş idi. Nitekim Peygamberlikten evvel bir sofraya davet edildiğinde, orada ikram edilen etin, putlar adına kesilen et olduğunu bildiği için yemedi.[9]
Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) risâlet’ten (Peygamber olduktan) sonra da bu helâl ve haram hassasiyetini devam ettirmiştir. Bir gün Allah Rasûlü (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) yatağına yatmış; fakat sabaha kadar uyuyamamış ve yatağında dönüp durmuştu. Sabahleyin bu sıkıntının sebebi sorulduğunda şöyle cevap vermişti: “Yatağımı hazırlarken yere düşmüş bir hurma buldum. Onu ağzıma aldım. Fakat sonra aklıma geldi ki, bizim evde (bazı zamanlarda) sadaka ve zekât hurmaları da bulunuyor. Ya bu hurma, onlardan ise! İşte sabaha kadar bunu düşündüm, bunun ızdırabıyla sağa-sola dönüp durdum. Gözüme bir türlü uyku girmedi.”[10]
Bir başka gün ise Allah Rasûlü (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem), küçük yaştaki torunu Hazreti Hasan (Radıyallâhu Anh)ın ağzına aldığı sadaka hurmayı da derhâl çıkarttırmış ve küçük demeden ona helâl-haram hassasiyetini kazandırmaya önem göstermiştir.[11]
Yine bir başka gün, mal sahibine değil de sahibinin hanımına söylenerek, “Nasıl olsa satmaya razı olur.” düşüncesiyle kesilen bir koyunun eti, Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) ve arkadaşlarına ikram edilmiş idi. Rasûlullâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) yemekteki gönül rızası eksikliğini hissederek lokmayı ağzında çevirdi; yutamadı ve meselenin aslını soruşturup öğrendi. O etten yemedi ve sahibine, gayr-i müslim esirlere yedirmesini emretti.[12]
“Ey insanlar! Allah’tan (hakkıyla) sakının ve rızkınızı güzel yoldan isteyin. Hiç kimse (Allâh’ın kendisine takdir ettiği) rızkı -geç de olsa- elde etmeden ölmeyecektir. Öyleyse Allah’tan (hakkıyla) sakının ve rızkınızı güzel yoldan isteyin. Helâl olanı alın, haram olanı terk edin!”[13]
Sa‘d ibnü Ebî Vakkas (Radıyallâhu Anh) duâlarının makbul olmasının yolunu sordu. Fahr-i Kâinât Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem): “Yediklerinin helâl olmasına dikkat et ki duâların kabul olsun!” tavsiyesinde bulundu.[14]
Dipnotlar
[1] Bakara Sûresi:151
[2] Âl-i İmrân Sûresi:31
[3] Risâle-i Kudsiyye, 148. beyit.
[4] Bakara Sûresi:168
[5] Bakara Sûresi:172
[6] Bakara Sûresi:173
[7] Mâide Sûresi:3
[8] Mü’minûn Sûresi:51
[9] Buhârî, Menâkıbu’l-Ensâr:24, Zebâih:16
[10] Ahmed ibnü Hanbel, el-Müsned, 2/193; Hâkim, el-Müstedrek, 2/17
[11] Buhârî, Zekât: 57-60, Cihâd:188
[12] Ebû Dâvûd, Büyû: 3/3332
[13] İbnü Mâce, Ticaret:2
[14] Taberânî, el-Mu‘cemu’l-Evsat, 6/310