Kâmil manada tamamlanmış, hükmü kıyamete kadar baki olan ve iki cihan saâdetini vadeden yüce dinimiz İslâm, insana hayatın her alanında yol göstererek medeni yaşama yasalarını ortaya koymuş ve insana toplum içerisinde medenice yaşaması için gerekli olan; hak hukuk, görgü-nezaket, âdâb-ı muâşeret prensiplerini öğreten kaideleri beyan etmiştir. Karşılıklı muamelelerde ve insanî ilişkilerde uyulacak şekil ve ölçüleri açıklamış, insanı toplum içerisinde tazim ve hürmete lâyık kılan davranış biçimlerinin aynen uygulamasını ve özümsenip ahlâkî bir davranış haline getirilmesini talep etmiştir.
Bu bağlamda yüce kitabımız Kur’ân-ı Kerîm ile birlikte insanlık âlemine en mükemmel örnek olarak gönderilen Muhammed Mustafa’nın (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) hak, hukuk, görgü, nezaket ve zerafetin emsalsiz örneklerini içeren sünnet-i seniyyesi, yaşam modeli olarak, âdâb-ı muâşeret kurallarının aslı ve temeli bilinmiş, benimsenmiş ve kabul görmüştür. Zira İslâm toplumunu inşa etmek için gayret gösteren Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) insanlara, medeni hayatı ve ahlâkî davranış biçimlerini öğreten bir öğretici ve her hâli ile örnek alınan en büyük rehberdir. O, kendisinden önceki peygamberlerin insanlığa öğrettiği güzel ahlâkın tamamlayıcısıdır. Dolayısı ile müslüman bir şahıs, Hazreti Peygamber’in (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) öğrettiği ve uyguladığı âdâp ve ahlâk prensiplerini, aynen kendi hayatında tatbik edip ahlâkî bir davranış haline getirmekle ve getirdiği ölçüde edepli ve medeni olabilir.
Hayatın her safhasında topluma medeni yaşam ve ahlâk temellerini bizzat uygulayarak ve sözle anlatarak öğreten Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem), insanın yürümesini, oturmasını, kalkmasını ve yaslanmasını da âdâb-ı muâşeret ve ahlâkî kurallar üzerine olmasını talep etmiş ve tavsiyelerde bulunmuştur. Nitekim konumuz ile ilgili âyet-i celîle ve hadîs-i şerîflerde şöyle buyrulmaktadır.
“Yer(yüzün)de kibirlice yürüme! Şüphesiz ki sen (ne kadar güçlü ve sağlam bir şekilde ayağını bassan da) asla yerde bir yarık açamazsın, (ne kadar kasılsan da) uzunluk bakımından dağlara da kesinlikle erişemezsin!”[1]
“Rahmân’ın (özel rahmet ve nimetine mazhar olan) kulları ancak o kimselerdir ki, yer üzerinde (şımarıkça ve kibirlice değil de) sükûnet, vakar ve tevâzuyla yürürler. Câhil (ve beyinsiz) kimseler onlara (eziyet edici bir şekilde) hitapta bulunduklarındaysa, (onlara uymayıp, kendilerini sıkıntı ve iftirâdan kurtaracak) selâmetli bir söz söylerler./(Şerlerinden kurtulmak için): “Selâmetle(; herkes yoluna gidebilir)!” derler./”[2]
Hazreti Lokmân’ın (Aleyhisselâm) oğluna yaptığı tavsiyelerde de bu konuya yer verilmektedir:
“(Kibirlilerin yaptığı gibi) yanağını insanlara çevirme, yer(yüzün)de aşırı sevinçli ve azgın (kibirli ve şımarık) bir şekilde de yürüme! Şüphesiz ki Allâh, her kibirli yürüyen/kendini beğenen/ve çokça böbürlenen/sahip olduğu nimetleri anlatıp şükretmeyen/kimseyi sevmez (onların bu tavırlarına rıza göstermez)!”[3]
“Yürüyüşünde (çok yavaş olma, çok da koşturma, bu ikisi arasında) orta yol tut, (konuşurken) sesinden de (bir miktar) eksilt (bağırarak konuşma)! Gerçekten, seslerin en çirkini/ en ürkütücüsü/elbette eşeklerin sesidir!”[4]
Konuyla İlgili Hadîs-i Şerîfler
“Kim nefsini üstün görerek yürümesinde böbürlenirse, Allah kendisine gazap ettiği halde huzuruna varır.”[5]
Ebû Sa‘îd el-Hudrî (Radıyallâhu Anh) anlatıyor: “Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) bir gün ‘Sakın yollara oturmayın!’ buyurmuşlar idi.’Yâ Rasulellâh, oturmadan edemeyiz, oralarda (oturup) konuşuyoruz’ dediler. ‘Mutlaka oturacaksanız, yolun hakkını verin!’ buyurdular. Bunun üzerine: ‘Ey Allah’ın Rasûlü, onun hakkı nedir?’ diye sorduklarında: ‘Gözlerinizi kısmak, gelip geçeni rahatsız etmemek, selâma mukabele etmek, emr-i bi’l-ma‘rûf nehy-i ani’l-münker yapmaktır!’ diye buyurdular.”[6]
Peygamber Efendimiz’in (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) Yürüme Âdâbı
Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) yürür iken ayaklarını sürümezler, adımlarını dengeli atıp, yere sağlam basarlar idi. Yürüyüş halinde iken sağa sola sallanmazlar, inişli yokuşlu ve tümsekli bir yolda yürüyen kişi misali hafifçe öne eğilerek yürürler idi. Mübarek sırtlarını dimdik yapıp göğüslerini de kabartarak kibirli yürümedikleri gibi, koşar adımlar ile yürür gibi hızlı da yürümezler ve yürüyüşü gayet vakarlı, ne yavaş ve ne de pek süratli idi. Bununla birlikte, inişli yokuşlu ve engebeli o yollar Hazreti Peygamberimiz’in (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) önünde sanki dürülmüş ve adeta dümdüz olmuş gibi Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) zahmet çekmeden ve acziyet göstermeden yürürler ve uzun mesafeleri kısa zamanda kat ederler idi.
Ebû Hureyre (Radıyallâhu Anh) anlatıyor: “Ben, Rasûlüllah (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)den daha güzel bir birini görmedim. Mübârek yüzündeki nur, güneş gibi parlar idi. Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)’den daha süratli yürüyeni de görmedim. Sanki yer ayağının altında dürülüp dümdüz oluyordu. Ona yetişmek için, biz kendimizi zorluyorduk; O ise meşakkatsizce yürür idi.”[7]
Hazreti Ali (Radıyallâhu Anh) anlatıyor: “Rasûlüllah (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) yürür iken ayaklarını sürümezler, eğimli arazide yürüyen kişi misali, hafifçe öne eğilerek yürürler idi.”[8]
Hazreti Ali (Radıyallâhu Anh) naklediyor: “Nebiyy-i muhterem (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) yürüdükleri vakit ayaklarını sürümeden hafifçe öne eğimli ve vakarlı bir şekilde yürürler idi.”[9]
Peygamber Efendimiz’in (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) Oturma Âdâbı
Diz üstü oturmak: Peygamber Efendimiz’in (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) mutat olan ve genel olarak benimsediği oturma şekli diz çökme ve diz üstü oturma biçiminde idi. Nitekim muteber hadis kaynaklarımızda bahsedilen oturma şekli: “Ben Hazreti Peygamberi diz üstü çökmüş olduğu halde gördüm, diz çöküp secde etti.”[10] “Dizleri üzerine oturup yemeğini yedi.”[11] “Oturuyordu birden toplanıp diz üstü oturdu ve şöyle buyurdular.”[12] Bu anlamdaki cümleler ile ifade edilmektedir. Yine bu bağlamda meşhur Cibril hadisinde Peygamber Efendimiz’in (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) diz üstü oturduğu nakledilmektedir.
Bağdaş kurarak oturmak: Rahatlatıcı ve edebe münasip bir oturma şeklidir. Bu sebeple Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) bu oturma biçimi benimsemiş ve ahlâkî bir prensip haline getirmişlerdir. Mescidde, evinde ve katıldığı birçok ortamda bağdaş kurarak oturduğu nakledilmiştir.
Câbir ibni Semura (Radıyallâhu Anh) anlatıyor: “Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) sabah namazını kıldıktan sonra, güneş doğuncaya kadar yönünü kıbleden çevirmeden namaz kıldığı yerde bağdaş kurarak otururlar idi.”[13]
Kurfusa şeklinde oturmak: İnsanın kalçası üzerine oturarak dizlerini karnına doğru çekmesi ve kollarının arasına alıp ön tarafından ellerini kenetleyerek oturma biçimidir. Bu oturma şekli, tesettürün tam sağlanması ve edebe uygun bir oturma biçimi olduğu için Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) bu şekli benimsemiş ve zaman zaman bu vaziyette oturmuşlardır.
Abdullah ibni Ömer (Radıyallâhu Anhümâ): “Peygamber Efendimizi (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) Kâbe’nin havlusunda kurfusa şeklinde oturduğunu gördüm” diye nakletmiştir.[14]
İhtiba yaparak oturmak: Bir şahsın elbisesine sarınıp bürünmesi veya kemer, kuşak vb. bir şey ile sırtını ve dizlerini toplayıp sarması manası gelmektedir. Bu bir önceki (kurfusa) denilen oturma biçimi ile aynıdır. Aradaki fark birincisinde dizleri eller ile kenetleyip oturmak, ikincisinde ise dizleri kemer ve kuşak gibi bir şey ile bağlayıp oturmaktır.[15]
İstilka (Sırtüstü uzanıp ayak ayak üzerine atmak): Bu oturma şekli daha çok istirahat etmek için ve kişinin kendisine mahrem ve edebe münasip olan yerlerde izin verilmiş bir oturma şeklidir. Peygamber Efendimiz’in (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) mescid-i şerîfte sırt üstü uzanıp aya ayak üzerine atarak istirahat ettikleri zikredilmektedir.[16]
İhtifaz veya İk’a (çömelerek oturmak): Peygamber Efendimiz’in (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) daha çok yemek yerken benimsediği bir oturma şeklidir. Enes ibni Mâlik (Radıyallâhu Anh): “Ben Peygamber Efendimiz’i (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) çömelerek oturmuş olduğu vaziyette hurma yer iken gördüm” diye nakletmiştir.[17]
Ayakları sarkıtarak oturmak: Bu, yüksekçe bir nesne üzerinde oturup ayakları aşağı doğru salıvermek şeklinde oturmaktır. Ebû Mûsâ el Eş‘arî’nin (Radıyallâhu Anh) naklettiği bir hadîs-i şerîfte Hazreti Peygamber (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) Sahâbe-i Kirâm’dan bazıları ile birlikte eris adındaki kuyunun kenarına oturmuşlar ve kuyu boşluğuna mübarek ayaklarını sarkıtmışlardır.[18]
Kayle binti Mahreme (Radıyallâhu Anhâ) anlatıyor: “(Müslüman olmak için geldiğimde) Rasûlüllâh’ı mescidde, kurfusa şeklinde oturmuş vaziyette gördüm. O’nun huşu içinde oturuşundan ve heybetinden titremeye başladım.”[19]
Abdullah ibni Zeyd (Radıyallâhu Anh) naklediyor: “Peygamber Efendimiz’i (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) mescitte, mübarek sırtları üzerine uzanmış ve ayağını diğer ayağı üstüne koymuş olduğu halde gördüm.”[20]
Ebû Sa‘îd el-Hudrî (Radıyallâhu Anh) rivâyet ediyor: “Hazreti Peygamber’i (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) mescitte oturdukları vakit iki eli ile ihtiba yaparlar idi.”[21]
Peygamber Efendimiz’in (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) Yaslanma Âdâbı
Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem), sohbet ettiği meclislerinde ve misafir olarak teşrif etmiş oldukları hanelerde, ev sahibi tarafından buyur edildikleri yerlere otururlar ve rahat edebilmesi için kendilerine takdim edilen yastıkları kabul ederler idi. Bu yastıkları zaman zaman mübarek sırtlarına ve zaman zaman da kollarının altına alarak yaslanırlar idi.
Nitekim Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem): “üç şey vardır ki, geri çevrilmez: Yastık, güzel koku ve süt!” buyurmuşlardır.[22]
Hazreti Peygamber (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) o günün şartlarında revaçta bulunup da lüks kabul edilen ve varlık gösterisi olarak sayılan her şeyden uzak durmuşlardır. Kendilerine ikram edilen mütevazı eşyaları kabul ettikleri gibi, misafirliğe gittikleri yerlerde, yerine göre altına serilen halı veya minder üstüne oturmuş, yerine göre de takdim edilen mindere oturmayarak, kuru tahta veya çıplak toprak üzerine oturmayı da tercih etmişlerdir.
Câbir ibni Semüra (Radıyallâhu Anh) anlatıyor: “Ben, Peygamber Efendimizi (sallallâhu aleyhi ve sellem) sol yanına almış olduğu bir yastığa yaslanmış olduğu halde gördüm.”[23]
Ebû Bekre (Radıyallâhu Anh) naklediyor: “Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) bir gün: ‘sizleri büyük günahların en büyüğünden haberdar edeyim mi?’ diye buyurdular. Ashab: ‘Buyur ya Rasûlellâh dinlemekteyiz!’ dediklerinde: ‘Allah’a şirk koşmak, ebeveyne (ana-babaya) asi olmak, büyük günahların en büyüğüdür’ buyurdular.
Ebû Bekre (Radıyallâhu Anh) sözüne şöyle devam eder: Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) bu nasihatleri verir iken bir şeye yaslanmış vaziyette idiler. Durumun ciddiyetini ve önemini ifade etmek için hemen toparlanıp oturdular ve mübarek sözlerine şöyle devam ettiler: “Büyük günahlardan biriside, yalancı şahitliktir veya yalan söz söylemektir!”
Ebû Bekre (Radıyallâhu Anh) anlatmaya devam ederek: Peygamber Efendimiz’in (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem): “yalancı şahitlikte büyük günahlardandır” sözünü o kadar tekrar ettiler ki, nihayetinde bizler: “Ne olur artık kelamını bitirseler de kendilerini bu kadar üzmeseler dedik” şeklinde rivayet eder. [24]
Ebû Cühayfe (Radıyallâhu Anh) rivâyet ediyor: “Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem): “Ben asla bir şeye yaslanarak (hükümdarların yaslanarak oturduğu gibi oturarak) yemek yemem” buyurmuşlar idi.”[25]
Ali ibni Akmer (Radıyallâhu Anh) naklediyor: “Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem): ‘Ben asla bir şeye yaslanarak (Meliklerin görkemli oturduğu gibi oturup) yemek yemem’ buyurmuşlar idi.”[26]
Dipnotlar
[1] İsrâ Sûresi:37
[2] Furkan Sûresi:63
[3] Lokmân Sûresi:18
[4] Lokmân Sûresi:19
[5] Râmûz el-Ehâdîs, c.2, s.413
[6] Ebû Dâvûd, Edeb:13, No:4815
[7] Şemâil, 18.bab, No:116
[8] Şemâil, 18.bab, No:117
[9] Şemâil, 18.bab, No:118
[10] İbni Mâce, No:1211
[11] Ebû Dâvûd, No:3773
[12] el-İsâbe, c.1, s.359
[13] Ebû Dâvûd, No:4850
[14] Ebû Dâvûd, No:4846
[15] Cem‘u’l-Vesâil, s.213; Kâmûs-ı Türkî, c.4, s.912
[16] el-Edebü’l-Müfred, No:1185
[17] Ebû Dâvûd, No:3771
[18] Tirmizî, No:2765
[19] Şemâil, 20.bab, No:119
[20] Şemâil, 20.bab, No:120
[21] Şemâil, 20.bab, No:121
[22] Tirmizî, No:2790
[23] Şemâil, 21.bab, No:122
[24] Şemâil, 21.bab, No:123
[25] Şemâil, 21.bab, No:124
[26] Şemâil, 21.bab, No:125