Esselâmu Aleyküm! Hoş geldiniz, sefa geldiniz, Buraya çıkmadan biraz önce şu âyet-i celileleri okuduk:
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَنْفِقُوا مِمَّا رَزَقْنَاكُمْ مِنْ قَبْلِ اَنْ يَأْتِيَ يَوْمٌ لَا بَيْعٌ ف۪يهِ وَلَا خُلَّةٌ وَلَا شَفَاعَةٌۜ﴿
﴾وَالْكَافِرُونَ هُمُ الظَّالِمُونَ
‘’Ey iman etmiş olan kimseler! Sizi rızıklandırmış olduğumuz şeylerden (bazısını zekât olarak hayır yolunda) infakta bulunun; büyük bir gün gelmeden önceki, kendisinde ne bir alışveriş (yoluyla, kaçırılanı telâfi fırsatı) vardır, ne bir dostluk (nedeniyle müsamaha ve yardım) vardır ve ne de (Allâh’tan izinsiz) bir şefaat (ve aracılık imkânı) vardır! (Zekâta inanmayarak veya hafife alarak Allâh-u Te’âlâ’nın emrini inkâr etmiş olan) o kâfirler ise, (muhtaç kalacakları gün için yatırım yapmadıklarından, kendilerine yazık eden) zâlimler ancak onlardır.’’[1]
Allah (Celle Celâluhû) yolunda verelim inşâallâh. Cenâb-ı Hak, buna çok önem veriyor. Verirsek âhirette karşımıza çıkacak. Allah (Celle Celâluhû) yolunda vermez, sadece yer içersek o bizim değil, ancak verince tam bizim olur.
اَللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۚ اَلْحَيُّ الْقَيُّومُۚ لَا تَأْخُذُهُ سِنَةٌ وَلَا نَوْمٌۜ لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ ﴿
مَنْ ذَا الَّذ۪ي يَشْفَعُ عِنْدَهُٓ اِلَّا بِاِذْنِه۪ۜ يَعْلَمُ مَا بَيْنَ اَيْد۪يهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْۚ وَلَا يُح۪يطُونَ بِشَيْءٍ مِنْ عِلْمِه۪ٓ
﴾اِلَّا بِمَا شَٓاءَۚ وَسِعَ كُرْسِيُّهُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَۚ وَلَا يَؤُ۫دُهُ حِفْظُهُمَاۚ وَهُوَ الْعَلِيُّ الْعَظ۪يمُ
Allâh ki; Kendisinden başka hiçbir ilâh yoktur! (Başı sonu olmayan, Zât’ına ait bir hayatla) Hayy’dır; (yaratıklarını yönetme ve koruyup kollama işini dâima üstlenmiş bulunan bir) Kayyûm’dur. Ne (uyku öncesindeki) bir gevşeme, ne de bir uyku Kendisini tutmaz. Göklerde olanlar ve yerde bulunanlar (,mülkiyet ve hâkimiyet bakımından) sadece O’na aittir. Kimdirşu kimse ki, O’nun izni olmadan nezdinde şefaat edebilecektir? O, (yaratıklarının) önlerinde olanları da, arkalarında bulunanları da (; onların geçmiş-gelecek, dünya-âhiret, görülen ve görülmeyen her şeylerini) bilmektedir. (Öğretmeyi) dilediği şeyler hariç, onlar O’nun ilmi(nin tealluk ettiği sonsuz bilgileri)nden hiçbir şeyi kavrayamazlar. (Arş’ının önündeki tahtı olan) Kürsü’sü (ise) gökleri ve yeri kaplamıştır. O ikisini(n yedi kat tabakalarını) korumak Kendisine hiç de ağır gelmez. (Eş ve benzerden, tüm noksanlık emâreleri ve sonradan olma belirtilerinden son derece yüce olan) Aliyy de; (Zât’ına nispetle, her şeyin değersiz kalacağı bir büyüklük sahibi olan) Azîm de ancak O’dur![2]
Allah-u Teâlâ kâinatın tedbirine kaimdir. (Yönetimini sağlayandır.) Koca kâinatı O yarattı, O tutuyor. Bulutları O yarattı, O yağdırıyor. Bu yağmurları gökten nasıl da yağdırıyor! İşte böyle Allah’ın kullarıyız O’nun emirlerini dinlemeliyiz, âhirette O izin vermeden kimse şefaat edemez.
لَٓا اِكْرَاهَ فِي الدّ۪ينِ قَدْ تَبَيَّنَ الرُّشْدُ مِنَ الْغَيِّۚ فَمَنْ يَكْفُرْ بِالطَّاغُوتِ وَيُؤْمِنْ بِاللّٰهِ فَقَدِ اسْتَمْسَكَ﴿
﴾بِالْعُرْوَةِ الْوُثْقٰىۗ لَا انْفِصَامَ لَهَاۜ وَاللّٰهُ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌ
‘’O (İslâm) din(ine giriş)de hiçbir zorlama yoktur! Gerçekten (ortaya çıkan bunca delillerden sonra,) o doğruluk(tan ibâret olan iman), o eğrilik(le eşdeğer olan kâfirlik)ten (seçilerek) iyice belirgin hale gelmiştir. Artık her kim o tâğûtları(; şeytanı ve putları) inkâr eder de, Allâh’a inanırsa; işte o, kendisi için hiçbir kopma (söz konusu) olmayan o en sağlam kulpa kesinlikle sıkıca tutunmuştur. Allâh (, bâtılı reddedip, kelime-i şehâdet getirenleri çok iyi duyan bir) Semî’dir; (kalplerdeki inançlar dâhil her şeyi lâyıkıyla bilen bir) Alîm’dir.’’
Cizye vermeyi kabul eden kitap ehlini İslâm dinine girmek için zorlama yoktur. Sen hakkı diyeceksin o kadar, daha ne darlanacaksın ne de bir şey…
İktibâs: Mahmud Efendi Hazretleri, Tenbîhât, 5. Tenbîh.
Dipnotlar