On sekiz bin âlemlerin Rabbi olan Allah Te’âlâ mahlûkâtı halk ederken, varlıklar arasında bir tür üstünlük hiyerarşisi irade buyurmuştur. Bu hiyerarşiye, Peygamberler ve melekler de dâhil olduğu gibi, mekânlar ve zamanlar da dâhildir, bunlar arasında da bir üstünlük farkı söz konusudur.[1] Mü’minlerin haftalık bayramı olan Cûma günüyle birlikte, Allah Te’âlâ’nın Mü’minlere hediyesi olan Ramazân ve Kurban bayramları da bu bağlamda önem atfedilmiş günlerin başında gelmektedir.
‘Bayram’ mefhumunun tarihçesine bakıldığında, medeniyet tarihi kadar eski olduğu anlaşılmaktadır. Fakat İslâm, gerek câhiliyye devrinde kalmış bayramları gerekse de insanların bayram olarak ilân ettikleri birtakım özel günlerin kutsal kabul edilmesini yasaklamıştır. Nitekim Nevrûz ve Mihricân günleri özelinde, İslâm’ın bayram olarak mübârek kıldığı günlerin dışındaki özel günlerin takdîsi hadis-i şerif’in açık beyanıyla reddolunmuştur.[2]
Halk arasında daha çok Ramazân Bayramı olarak ifade edilen bayramın hadîs-i şeriflerde geçen adı: ‘’İydu’l-Fıtr’’ yani fıtır bayramıdır.[3] Fıtır: oruç açmak, iftar etmek manasındadır.[4]
Ramazân bayramı, bir ay boyunca oruç, namaz, zikir ve tefekkürle geçirilen eşsiz mevsimin sonucunda bir nev’i hasat mevsimi, ekileni biçme dönemidir. Buna karşılık, Ramazân-ı Şerîf boyunca günahlardan uzak durup farklı bir hayat merhalesine adım attığı halde, bayramla birlikte tekrar Ramazân-ı Şerîf öncesi hayatına dönenler için emeğini zayi etme, hasat yerine maatteessüf hazan gününe dönüşmektedir. Toplumumuzun belli bir kesiminde yerleşmiş görünen, ‘Ramazân Ayı nasılsa bitti, önceki yaşantımıza dönebiliriz’’ şeklinde özetleyebileceğimiz bu algı, ıslâha muhtaçtır. Bu çarpık algının ıslâhı hususunda, Emr-i Bi’l-Ma’rûf Nehy-i A’ni’l-Münker vazifesinin lüzumu olarak bütün Mü’minlere önemli vazifeler düşmektedir.
Bayram Günlerinde Neler Yapılmalı?
Bayramı, coşkusu ve adabıyla beraber, sünnet-i seniyyeye uygun olarak geçirebilmek için sabahında gusledilip temizlenmeli, temiz ve mümkünse bayrama özel kıyafetler giyilmeli ve koku sürülmelidir. Evden çıkmadan evvel bir hurma ya da tercihen tatlı bir gıda ile gıdalanmalı, cemaat halinde mescide doğru yola çıkılmalı, yol boyunca teşrîk tekbîri getirilmeli ve mescide gidiş gelişte farklı yollar kullanılmalıdır. Namazı müteakiben cemaatle bayramlaşılmalı, eve dönüldüğünde ev halkıyla tebrikleşip komşularla ziyaretleşilmelidir. Yüz yüze görüşme imkânı bulunmayan yakınlarla en azından telefon yoluyla da olsa görüşülerek bayramın mutluluğu ve heyecanı paylaşılmalıdır. Ashâb-ı Kir’âm’ın (Rıdvanallâhu Te’âlâ Aleyhim Ecma’în) da aralarında: ‘’Allah Te’âlâ sizden de bizden de kabul etsin’’ şeklinde tebrikleştikleri rivâyet edilmiştir.[5] Gün içerisinde kabir ziyaretleri gerçekleştirilerek Dâr-ı Bekâ’ya irtihâl etmiş yakınlarımız ziyaret edilmeli ve hayır duâlarla anılmalıdır. Kimsenin kalbini kırmamalı, senenin diğer günlerine nazaran daha ince ve dikkatli davranılmalıdır. Büyüklerle istişare edilerek küskünler barıştırılmalı, kırık gönüller helallik alınarak ve râzı edilerek onarılmalıdır. Bayram vesilesiyle, sıla-i rahim de ayrı bir önem kazanmaktadır. İmkânı olanlar, Bayramlarını memleket topraklarında, aile büyüklerinin yanında geçirmeyi tercih etmelidirler.
Dinîmizin emir ve tavsiyelerine yönelik gerçekleştireceğimiz işlerde şer’î ölçülere uygun şekilde hareket etmek işin en mühim tarafıdır. Dolayısıyla, akraba görüşmeleri ve ziyaretleşmelerinde, sıla-i rahimde özellikle tesettür ölçülerine riayet etmenin ve haremlik selamlık hassasiyetini elden bırakmamanın, ifâ edeceğimiz vecîbelerin Hakk’ın rızasına uygun olarak gerçekleşmesi açısından son derece mühim olduğu asla unutulmamalıdır.
Bayramı Bayram Havasında Geçirmenin Önemi
Ümmet olarak zor zamanlardan geçmekteyiz. Benzer sebeplerden olacak ki, ‘buruk bayram’ vb. gibi söylemlerle Bayramın mânevî şahsiyeti yıpratılmaktadır. Hâlbuki bu anlayış doğru değildir. Efendimiz Aleyhissalâtu Vesselâm bayramların mutluluk içerisinde geçirilmesi gerektiğini beyan buyurmuşlardır. Bayramlar, sevinç ve heyecan içerisinde sofraların kurulduğu, insanların birbirlerine ikramlarda bulunduğu günler olmalıdır. Bu sebeple bayram günlerinde oruç tutmak dahi tahrîmen mekrûh veya haram kabul edilmiştir.[6]
Bayram Namazı
Efendimiz Aleyhissalâtu Vesselâm’ın: “Bu günümüzde yapacağımız ilk şey namaz kılmaktır”[7] hadîs-i şerîf’inin hükmüne bağlı olarak dinîmizde iki Bayram Namazı yer almaktadır ve bu namazları edânın hükmü Hanefi Mezhebi’ne göre vacibdir. Senede sadece iki kez kılındığından ve kılınışı da diğer namazlardan biraz farklı olduğundan genellikle unutulmaktadır. Bu sebeple, her ne kadar namazı kıldıracak olan imam efendiler namaza, kısa bir tariften sonra başlasalar da, bayram namazına gitmeden evvel ilmihâl ve fıkıh kitaplarından namazın kılınışını gözden geçirmekte fayda mülahaza edilmektedir.
Şeker Bayramı Söylemine Dair
Özellikle bazı çevrelerde Ramazân Bayramının ‘şeker bayramı’ olarak isimlendirildiği görülmektedir. Peygamber Efendimiz’in (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) musallaya çıkmadan hurma yemesi, ümmet içerisinde tatlı yeme geleneğinin temelini teşkil etmektedir. Söz konusu isimlendirme de muhtemelen bu tatlı geleneği ve şeker ikramı vesilesiyle ortaya çıkmış olmalıdır. Bu isimlendirmenin, bayramın sadece şeklî yönünü esas almak suretiyle, manevi havasını ihtiva etmekten uzak olduğu açıktır. Bu sebeple, sözünü ettiğimiz isimlendirme yerine, kurtuluş ve mağfiretten berekete bayramın manasını yansıtmaya uygun olarak; ‘’Ramazân Bayramı’’ ya da ‘’Fıtır Bayramı’’ kullanımlarını tercih etmek daha doğrudur.
Eski Bayramlara Hayıflanmak Yerine İslâmî Bir Bilinç İnşâ Etmek
Bugün yaşı hayli ilerlemiş büyüklerimiz başta olmak üzere, hemen hepimizin dilindedir: ‘’ah nerede o eski bayramlar’’ serzenişi. Bayrama bir şey olduğu yoktur hâlbuki. Olan bize olmuştur. Modern hayat, bütün birikimimizi tahrip etmiş, yaşama sevincimizi ve değerlerimizle olan bağımızı büyük ölçüde zayıflatmıştır. Alaylarla şenlik havasında geçirilen bayramlar bugün maatteessüf çalışma şartlarındaki yoğunluk ve daha başka sebeplerle tatil fırsatına dönüşmüş durumdadır.
Bayramların asıl mânevî kimliğinin toplum indinde ıslâhı, İslâmî bilincin ihyasıyla gerçekleştirilebilecek bir iştir. Hal çaresi noktasında, âlimlere, İslâmî ilimlere ve bu ilimlerin tedris edildiği merkezlere gereken önemi vermek, ahlâklı ve şuurlu nesiller yetiştirmek yapılması gereken en temel işlerdendir.
Ümmeti Unutmamak
Araya mesafeler girmiş olsa da Efendimiz Aleyhissalâtu Vesselâm’ın beyanıyla hakikatte tek vücud olarak tanımladığı Mü’minler, birlik ve beraberlik günleri olan bayramlarda kendilerini ve ya kınlarını düşündükleri gibi dünyanın muhtelif bölgelerinde yaşamakta olan Mü’min kardeşlerini de düşünmeli, bayram vesilesiyle hatırlamalıdırlar. Onlarla kurulacak gönül köprüleri yoluyla dertler ve sıkıntılara ortak olunacağı gibi bayramın heyecan ve mutluluğu da öylece paylaşılmalıdır.
Biz de bu vesileyle, on sekiz bin âlemlerin rabbi olan Allâh-u Te’âlâ’nın Mü’minlere hediyesi ve ihsânı, afv ü mağfiret ve hakîki kurtuluşun nişânı, yeniden dirilişin muştusu ve habercisi Ramazân Bayramınızı tebrik eder, ümmetin birlik ve beraberliği başta olmak üzere, daha nice hayırlara vesile olmasını Cenâb-ı Hak’tan niyâz ederiz.
Dipnotlar
[1] Hadis ve âdâb-ı şer’iyye kitapları başta olmak üzere, literatürde yer alan eserlerde bazı zamanların ve mekânların fazîletlerinin müstakil ba’b altında kaydedilmiş olması da bu durumu işaret etmektedir.
[2] Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 103, 235, 250; Ebû Dâvûd, “Salât”, 245; Nesâî, “Salâtü’l-îdeyn”, 1
[3] İydu’l-Fıtr ya da Yevmu’l-Fıtr ifadelerinin kayıtlı bulunduğu hadîs-i şerîflerin bir kısmı için bkz. Ebû Davud, Salât 245, (1134); Nesâî, Iydeyn 1, (3, 179); İbn-i Mâce, 1660, 1714, 1754, 1755, 1756.
[4] İbrahim Bayraktar, ‘’Bayram’’, DİA, C.V, s.261
[5] İbn Hacer, Fethu’l-bârî, C.V, s.119)
[6] Ramazân bayramının ilk günü, kurban bayramında da dört gün oruç tutmak Hanefîler’e göre tahrîmen mekruh, Şâfiî ve Hanbelîler’e göre haram kabul edilmiştir. Bu konuda Şâfiî ve Hanbelîler’in görüşünü paylaşan Mâlikîler ise kurban bayramının dördüncü gününde oruç tutmayı haram değil mekruh saymışlardır. (Büyük İslâm İlmihâli)
[7] Buhârî, “Îdeyn”, 3; Müslim, “Edâhî”, 7