Mektûbât-ı Rabbânî’den 162. Mektup; Hace Muhammed Sıddık Efendiye yazılmıştır.
Ramazân-ı Şerîf’in fazîlet ve üstünlüğünün beyânı hakkındadır. Ramazân-ı Şerîf’in Kur’ân-ı Kerîm’le olan alâka ve münasebeti nedir? Ramazân-ı Şerîf’in fazîletini bir de benden dinleyin, bu minvalde birtakım meseleleri yazacağım diyor İmâm-ı Rabbânî Hazretleri (Kuddise Sirruhû).
Ramazân-ı Şerîf’in Kur’ân’la olan alâka ve münasebeti nedir? Cenâb-ı Hak, Kur’ân-ı Kerîm’i niçin Ramazân-ı Şerîf ayında, bahusus Kadir Gecesi’nde inzâl eyledi? Nedir bu işin sırrı, hikmeti? Dolayısıyla Ramazân-ı Şerîf’in fazîleti nereden kaynaklanıyor? Bunu beyan edeceğim diyor Sultan!
Cenâb-ı Hakk’ın ismiyle başlarım. Bilesin ki, Cenâb-ı Hakk’ın kelâm sıfatı, (Mevlâ’nın; hayat, ilim, semi, basar, irade, kudret, tekvin, kelam sıfatları vardır.) Mevla Te‘âlâ’nın kendince konuşması, işte o Mevla Te‘âlâ’nın kelâm sıfatı, kelâm şe’niki, Cenâb-ı Hakk’ın şuunât-ı zâtiyyesi cümlesindendir.
Yani Sultan demek istiyor ki; Cenâb-ı Hakk’ın şuunatı vardır. Mevlâ Te‘âlâ’nın sıfatı vardır. Diyelim ki, şu anda bu fakir konuşuyor değil mi? Konuşmanın iki yönü vardır. Bir dışarıya akseden yönü vardır. Bir de içeride bulunan bir yönü vardır. Ben konuşmasam da bende bir konuşma kabiliyeti var. İşte bu kabiliyet şe’ndir. Ne zaman ki o kabiliyet dışarıya sızarsa, aksederse o zaman bu şe’n, sıfat olur.
Cenâb-ı Hak şuunatta iken, sıfattan, ef’alden, hiçbir haber yoktu. Ne zaman ki Mevlâ Te‘âlâ şuunatını dışarıya aksettirdi, o zaman sıfat ortaya çıktı. Mevlâ Te‘âlâ’nın kelâm sıfatı, öz Zât-ı Pâk-i Sübhâniye’ye has şuunattandır.
Cenâb-ı Hakk’ın öz Zâtına has ne kadar güzellikler, mükemmellikler var ise, bu kelâm şe’ninde bunlar vardır. Mevlâ Te‘âlâ’nın sıfatlarının bir tarafı Mevlâ Te‘âlâ’nın öz Zâtına bakar, bir tarafı ise bu âleme bakar. Mevlâ Te‘âlâ’nın misli yoktur, misali vardır diyor İmâm-ı Rabbânî (Kuddise Sirruhû). Mevlâ Te‘âlâ ile alâkalı bazı hakikatleri îzâh ederken misallerden yardım alıyoruz.
Mesela bir elma var. Elmanın bir dışa bakan kabuğu var, bir de yenen kısmı olan içe bakan tarafı var. Dışarıya bakan tarafı yine içeriye bakan taraftan sızma gösteriyor. Elmanın yenen tarafına bakıyor o kabuk. Lâ teşbih ve lâ temsil, Mevlâ Te‘âlâ’nın sıfatlarının da aynen bir öz Zât-ı Pâk-i Sübhâniye’ye, şuunâta bakan tarafı var, bir de bu âleme, dünyaya bakan tarafı var. Mevla Te‘âlâ’nın kelâm sıfatı da böyledir.
Yani hem Mevla Te‘âlâ’nın özünde, öz Zât-ı Pâk-i Sübhâniye’de bulunan bütün güzellikler, hem de şuunat dışarıya sızmaya başladığı zaman sahip olduğu bütün güzellikler, kelâm sıfatında vardır. El-Hak, doğru olan da budur.
Allah Te‘âlâ’nın Kelâm Sıfatı ve Kur’ân-ı Kerîm
Cenâb-ı Hakk’ın kelâm sıfatı Kur’ân-ı Kerîm ile tezâhür etmiştir. Kur’ân-ı Kerîm bir yönüyle Mevlâ Te‘âlâ’ya bakıyor, bir yönüyle de bize bakıyor. Ama Mevla Te‘âlâ’nın sahip olduğu bütün güzellikler, Kur’ân-ı Kerîm’de Mevlâ Te‘âlâ tarafından dile getirilmiştir. Hazreti Âişe (Radıyallâhu Anhâ) vâlidemizden rivâyet edilen hadîs-i şerîfte ne buyuruluyor: “Mevlâ Te‘âlâ ile konuşmak isteyen Kur’ân-ı Kerîm okusun.” (Süyûtî, el-Câmi‘u’s-Sağîr, I, 13/360.)
İmâm-ı Rabbânî Hazretleri, mevcudatı üç dairede mütalâa ediyor:
1- His ve vehim mertebesi vardır. Hayalî bir âlem dairesi. Biz bu dairede bulunuyoruz.
2- Nefsü’l-Emr dairesi vardır. Bu dairede Enbiyâ, evliyâ ve diğer rûhânîler vardır. Bir üst kısmında Rasûl-i Ekrem (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) vardır. Ama en üstünde ise Kur’ân-ı Kerîm vardır.
3- Bir de hariç mertebesi vardır. Öz Zât-ı Pâk-i Sübhâniye’nin varlığının mevzu bahis olduğu bir dairedir.
İmâm-ı Rabbânî (Kuddise Sirruhû) buyuruyor ki: İkinci daire olan nefsü’l-emr mertebesinin bir üstünde Kur’ân-ı Kerîm vardır. Kur’ân-ı Kerîm, kıraati hasebiyle bir ayağı bizim tarafta, yani Rasûl-i Ekrem (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in, enbiyâ (Aleyhimüsselâm)ın ve evliyânın bulunmuş olduğu dairede, öbür ayağı ise öz Zât-ı Pâk-i Sübhâniye’dedir.
Kur’ân-ı Kerîm bir taraftan bu âleme bakıyor, öbür taraftan Cenâb-ı Hakk’a bakıyor. Hem şuunâtı dile getiriyor hem şuunâtın kemalâtını hâvî, hem de sıfatların sahip olduğu kemalâtı ihtivâ ediyor.
Ramazân-ı Şerîf’in Bereket ve Fazîletleri
Bu mübarek Ramazân-ı Şerîf ayı ne kadar hayırlar ve bereketler varsa hepsini ihtivâ ediyor. Ramazân-ı Şerîf hepsini mündericdir. Hepsi Ramazân-ı Şerîf’in içinde mevcuttur. Hatır-ı hayalinize gelen-gelmeyen ne kadar hayır var ise hepsi öz Zât-ı Pâk-i Sübhâniye’den dışarıya sızmıştır. Bunların hepsi Cenâb-ı Hakk’ın öz Zât-ı Pâk-i Sübhâniyesine has olan şuunattandır.
Az önceki elma misalini hatırlayın! Elmanın kabuğunda elmanın içinin de tadı vardır değil mi? Peki niye var? Çünkü elmanın kabuğunun iç kısmı elmanın içine bakıyor da ondan! Ama dışarıdan baktığın zaman, elmanın dışı, içi gibi değil zannedersin.
Mevlâ Te‘âlâ’nın sıfatlarının da böyle iki hâli vardır. Bir öz Zât’a bakan tarafı var, bir de dışarıya bakan tarafı var. Şu anda konuşuyorum. Konuşmam ses’e=savt’a ve lafza dönüştüğü zaman, bize hitap ediyor. Bir de içimde, bende mevcut bulunan bir tarafı vardır. O bana has’tır. Lâ teşbih ve lâ temsil Mevlâ Te‘âlâ’nın sıfatlarının da böyle bir hususiyeti vardır.
Ne kadar kötülükler var ise, şu kâinatta ne kadar yaramazlık ve çirkinlik görüyorsanız, ne kadar çirkin ve nahoş şeyler var ise bunların kaynağı da muhdes olan=sonradan zuhur eden, muhdes sıfatlardan kaynaklanıyor.
Biz diyoruz ki, bizim mayamızda adem var, yani yokluk var. Ama İmâm-ı Rabbânî (Kuddise Sirruhû) uzunca bir mektubunun bir yerinde diyor ki, burası son derece mühimdir; Mevlâ Te‘âlâ’nın sıfatlarının kendi öz zâtına, şuunâtına bakan bir tarafı vardır. Orada hudüs (sonradan olmaklık) yoktur. Ama bir de sıfatlarının dışa bakan bir tarafı vardır. İşte adem oradan anlaşılıyor diyor Sultan!
Bütün İyilikler Allah Te‘âlâ’dandır
Sana iyilik namına ne geliyorsa, Mevlâ Te‘âlâ’dandır. Eğer sana kötülük namına bir şey geliyorsa o da senin nefsinden kaynaklanıyor. Her türlü hayr-u berekatın kaynağı, Mevla’nın vücud tarafıdır, varlık tarafıdır. Kainatta kötülük namına ne oluyorsa, bu da sana bana bakan sıfatlardan patlak veriyor. Orada yokluk var. Yokluğun da sebebiyet verdiği her şey, her türlü kötülük bundandır.
Ramazân-ı Şerîf’in bütün hayırları ve bereketleri, Ramazân-ı Şerîf’te ne oluyorsa tamamı Cenâb-ı Hakk’ın öz Zâtından sızmıştır. Öz Zât-ı Pâk-i Sübhâniye’nin sahip olmuş olduğu bütün kemalâtın hulâsası ve özeti, usaresi Ramazân-ı Şerîf’tir diyor.
Allah (Celle Celâluhû)nun öz zâtına ait ne kadar güzellikler var ise, Mevlâ Te‘âlâ’da bahis mevzuu olan bildiğimiz-bilmediğimiz ne kadar mükemmellikler var ise bunların tamamı da Cenâb-ı Hakk’ın kelâm şe’ninde mevcuttur. Bak ne oldu! Kelâm sıfatı değil! Kelam şe’ni. Hani elmanın yenen kısmı var ya işte orası. İşte o kelâm şe’ninin ihtivâ ettiği bütün bereketler Ramazân-ı Şerîf’te zuhûr ediyor.
Şimdi, Kur’ân-ı Kerîm var ya, nereye koyacağız Kur’ân-ı Kerîm’i? İşte, o şerefli olan Kur’ân-ı Kerîm var ya, Mevlâ Te‘âlâ’nın bütün kemalâtını, güzelliklerini, Mevlâ Te‘âlâ söylemeseydi biz nerden bilebilecektik peki? İşte, Allah (Celle Celâluhû) kendi güzelliklerinden haber veren kelâm şe’ni’nin tamamını Kur’ân-ı Kerîm ile bizim önümüze koymuştur. Yani kelâm şe’ni kaynaktır.
Kelâm şe’ni, Ramazân-ı Şerîf ayında zuhûr ediyor. Mübârek Ramazân-ı Şerîf ayının Kur’ân-ı Kerîm ile doğrudan bir alâkası vardır. Kelâm şe’ni neyi ortaya koyuyor? Kelâm şe’ni’nin ihtivâ ettiği bütün kemalât Kur’ân-ı Kerîm’de mevcuttur.
Kur’ân-ı Kerîm Ramazân-ı Şerîf’te gelmeye başladı. Cenâb-ı Hak(Celle Celâluhû), kelâm şe’nine Ramazân-ı Şerîf’i mahal yaptı. Çünkü Kur’ân-ı Kerîm de Cenâb-ı Hakk’ın bütün kemalâtını ihtivâ ediyor.
Ramazân-ı Şerîf bütün hayırları ihtivâ ediyor. Mevlâ Te‘âlâ’nın kelâm şe’ninde ne kadar kemalât var ise hepsi Kur’ân-ı Kerîm’de vardır. Kur’ân-ı Kerîm’deki bütün kemalât ise Ramazân-ı Şerîf’te zuhûra geliyor, inkişâf ediyor, mihrapta okunan mukabele veya aşr-ı şerîfin gelmiş olduğu kaynakla birlikte zuhûr ediyor.
Mevlâna Hâlid-i Bağdâdî (Kuddise Sirruhû) risâlesinde buyuruyor: “Kur’ân-ı Kerîm dinlenirken bu değer ve kemalât göz önüne alınarak dinlenmesi lâzım.”
İmam Fahruddîn-i Râzî (Rahimehullâh) tefsirinde buyuruyor ki: “Kur’an-ı Kerim, kendisinden önceki bütün ilâhî kitapların ilimlerini ihtivâ etmiştir.” Yani onların ilimleri doksan dokuz ise, Kur’ân-ı Kerîm yüz’dür. Yüz’ün içinde doksan dokuz da vardır.
Fâtiha-i Şerîfe’nin Üstünlüğü
Aynı şekilde Muhammed Mustafa (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) de kendisinden önceki iki yüz yirmi üç bin dokuz yüz doksan dokuz enbiyânın ilmini, irfânını ihtivâ etmiştir. Artı Rasûl-i Ekrem (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) bir adım da öndedir. Fahruddîn-i Râzî (Rahimehullâh) buyurdu ki: “Bütün ilâhî kitapların ilimleri Kur’ân-ı Kerîm’dedir. Kur’ân-ı Kerîm’deki ilimlerin tamamı da Fâtiha Sûresi’nde mündemiçtir. Ve ben Fâtiha Sûresi’nde on bin mesele var dediğim zaman âlimler bana güldü. Ben de ispat için bu tefsiri yazdım” buyuruyor. Tefsirinin başında bir hesap yapıyor ve: “Sadece Fâtiha Sûresi’nde on bin mesele değil, bir milyon mesele var!” diyor.
İmam Şa‘rânî (Rahimehullâh) da Minen-i Kübrâsında, üstadı Aliyyü’l-Havâs (Kuddise Sirruhû)dan naklen (ki, Aliyyü’l-Havâs yattı kalktı ilim sahibi oldu. O öyle bir zâttır. Yani öyle bizim gibi kitapla falan uğraşmadı, eli kalem tutmadı. Allah Te‘âlâ bazen de böyle yapar) anlatıyor ve diyor ki: “Bütün enbiyânın, bütün geçmiş kitapların ilimleri Kur’ân-ı Kerîm’de mevcuttur. Kur’ân-ı Kerîm’de de mevcut olan her ne var ise, Fâtiha Sûresi’nde mevcuttur.”
Yine İmam Şa‘rânî (Rahimehullâh): “Bendeniz bu fakir de, Fâtiha Sûresi’ndeki, yani Kur’ân-ı Kerîm’deki bütün ahkâmın hepsi “besmele”de mevcuttur; besmelenin altındaki “be”nin altındaki noktada mevcuttur diyorum” buyuruyor. Dahasını görmek isteyen, İsmail Hakkı Bursevî (Rahimehullâh)ın Mesnevî şerhine baksın!
Fahruddîn-i Râzî (Rahimehullâh) buyuruyor: “Aşr-ı şerîf veya Kur’ân-ı Kerîm okumaya başlarken nasıl başlayacaksınız?” Yani burayı esas alacak olursak, Efendi Hazretlerini (Kuddise Sirruhû) tenzih ederim, bugün dünyada İmam er-Râzî (Rahimehullâh)ın anlattığı gibi besmele çeken var mı?
Benim çok şüphem var. Kur’ân-ı Kerîm okuyan insan istiâzeye (eûzüye) girmeden hangi hâlet-i rûhiyeyi takınması gerektiğini anlatıyor Fahruddîn-i Râzî (Rahimehullâh). Euzüyü çektin mi, besmeleye geçmeden birtakım şartları takın, ondan sonra besmeleye geç diyor. Eğer burayı esas alacak olursak, bugün euzü-besmele dahi dünyadan gitmiştir.
Kur’ân-ı Kerîm, Ramazân-ı Şerîf’in Temelidir
Kur’ân-ı Kerîm, Ramazân-ı Şerîf’in tabanı oluyor. Ramazân-ı Şerîf’in ihtivâ ettiği bereketin kaynağı oluyor. Ramazân-ı Şerîf’in Kur’ân-ı Kerîm’le olan bu alâkası Kur’ân-ı Kerîm’in Ramazân-ı Şerîf’te nüzûl etmesine, inmesine sebep olmuştur. Niye Allah Kur’ân-ı Kerîm’e başka bir ayı zemin yapmadı?
Ramazân-ı Şerîf’in kıymetinin Kur’ân-ı Kerîm’le hususi alâkası vardır. Allah (Celle Celâluhû): “Ramazân-ı Şerîf ayı öyle bir aydır ki, Kur’ân-ı Kerîm o ayda indirilmiştir.” (Bakara Sûresi:185’ten.) buyuruyor.
Ramazân-ı Şerîf ayının kadr-u kıymeti nereden geliyor? Çünkü Kur’ân-ı Kerîm o ayda nâzil oldu. Kur’ân-ı Kerîm’de bulunan bütün kemalât, Cenâb-ı Hakk’ın kelâm şe’ninde mevcuttur. Allah Te‘âlâ’nın kelâm şe’ni bir volkan gibi Kur’ân-ı Kerîm’de patlıyor. Kur’ân-ı Kerîm de Ramazân-ı Şerîf’e taşıyor. Ramazân-ı Şerîf’in tadı buradan geliyor.
Şimdi daha da icmâle gidiyor ve Ramazân-ı Şerîf’teki Kadir Gecesi’ni anlatıyor Sultan. Kelâm şe’ni, Kur’ân-ı Kerîm’e taştı. Kur’ân-ı Kerîm, Ramazân-ı Şerîf’e taştı. Ramazân-ı Şerîf’in de asıl nirengi noktası, zemini Kadir Gecesi’dir.
Kadir Gecesi, Ramazân-ı Şerîf’in Özüdür
Kadir Gecesi, Ramazân-ı Şerîf’in özü, usaresi mesabesindedir. Ramazân-ı Şerîf ise Kadir Gecesi’nin kabuğu mesabesindedir. Kim Ramazân-ı Şerîf’e kavuşursa ve o kişinin kalbinde huzuru daimi var ise, kalbinde Mevlâ Te‘âlâ ile beraberlik var ise, Ramazân-ı Şerîf’in de bereketlerinden hissemend olursa, hisseyâb olursa, onun bütün senesi Mevlâ Te‘âlâ ile beraber geçmiş, onun Mevla Te‘âlâ ile beraberliği var demektir. Bu insan yılın tamamında Mevlâ Te‘âlâ’nın feyiz ve berekâtını elde eder.
Cenâb-ı Hak, bu mübârek ayın sahip olduğu her türlü hayır ve berekâttan bizleri mahrum eylemesin, muvaffak eylesin! Bu aydan âzamî derecede istifâdeye bizleri muvaffak eylesin! Âmîn!
Not. Şehid Bayram Hocamızın Ramazân-ı Şerîf ayının Kur’ân-ı Kerîm ile olan alâka ve münâsebetini anlattığı Mektûbât sohbetinden derlenmiştir.