Kur’ân-ı Kerîm’e ait birçok sırrın sahibi olan İmâm-ı Rabbânî (Kuddise Sirruhû) bazı mektuplarında, Kur’ân-ı Kerîm ile Ramazân-ı Şerîf arasındaki münasebete binaen, Ramazân-ı Şerîf’te Kur’ân-ı Kerîm’i hatmetmenin sünnet olduğunu söyler. Bununla beraber, üçüncü cildin 4. mektubunda Kur’ân-ı Kerîm’i okuma edebi ile alâkalı olarak kendisine has üslûbu ile şu îzâhta bulunur: “Allah (Celle Celâluhû) şöyle buyurdu : «Muhakkak ki, O Kur’ân-ı Kerîm, Hazreti Muhammed (Aleyhisselâm)a okunan kitaptır. O’na, ancak (abdestsizliklerden) ziyade temizlenenler dokunabilir.»”[1] Âyet-i celîlede kastedilen, Allah Te‘âlâ’nın irâde ettiği mânâdır.
Eksik olan hatırıma ve kusurlu olan anlayışıma düşen işârî mânâ ise şudur: Kur’ân-ı Kerîm’in gizli olan sırlarına (lügat mânâsının ötesindeki özel mânâlarına) ancak sırları (iç âlemleri), beşerî alâkaların kirinden arınmış olan kimseler dokunabilir. Kur’ân-ı Kerîm’e ait sırlara dokunmak temizlenmişlerin payı olunca, onların dışında kalanlara ne isabet edecek?
Âyet-i celîledeki başka bir işârî mânâ da şudur: Kur’ân-ı Kerîm’i, ancak nefisleri Mevlâ Te‘âlâ’nın rızâsına aykırı heves ve arzulardan temizlenmiş, açık ve gizli şirkten paklanmış, afakî ve enfüsî ilâhlardan arınmış kimseler okuyabilir.
Burası şu şekilde açıklanabilir: Allah Te‘âlâ’ya kavuşmak için mânevî yürüyüşe başlayan kimsenin ilk hâline münasip olan, zikirdir. Allah Te‘âlâ’dan başka olan şeylerin, malûm olmaması sınırına varıncaya kadar, zikredilenden başka olan şeyleri kalpten atmaktır. Bu sınıra ulaşabilen kimsenin muradı, noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah Te‘âlâ’dan başkası olmaz. Ona zorla eşyayı hatırlatsalar, nerede ise hatırlamaz. Allah (Celle Celâluhû)dan başkası maksudu olmaz.
Şirkten bu şekilde temizlendiği ve enfüsî ilâhlardan (kişinin içindeki, Allah Te‘âlâ’dan başka olan şeylere olan nefsânî meyiller) ve afakî ilâhlardan (kişinin nefsinin meylettiği eşyanın, dış âlemdeki varlıklarından) kurtulduğu vakit, zikir ile meşgul olmanın yerine Kur’ân-ı Kerîm okumayı hak edebilir. Kur’ân-ı Kerîm okumak devleti ile terakkî eder, mânevî yükseliş ile yükselir. Bu zikredilen hâlin meydana gelmesinden önce Kur’ân-ı Kerîm okumak, ebrâr kulların amellerine dâhildir. Bu hâlin meydana gelmesinden sonra Kur’ân-ı Kerîm okumak ise mukarreb kulların amellerine dâhildir. Bu hâlin ortaya çıkmasından önceki zikir de mukarreblerin amellerine dâhildir. Ebrâr kulların amelleri, ibâdetler cümlesindendir. Mukarreb kulların amelleri ise tefekkür kabilindendir.
Tefekkürün Fazîleti
Belki de işitmişsinizdir; ‘Bir saat tefekkür etmek, bir sene ibâdet etmekten daha hayırlıdır.’ Bir rivayette, ‘Yetmiş sene ibâdet etmekten daha hayırlıdır.’ Tefekkür, bâtıldan hakka geçiştir. Ebrâr ile mukarrebler arasındaki fark da, bu tefekkür ile bu ibâdet arasındaki fark kadardır. Ancak şunu da bilmek gerekir: Mukarreb kulların ameli kabilinden olan zikir, kâmil ve mükemmil bir şeyh efendiden alınmış olan zikirdir.”
Râsih Ulemâ ve Müteşâbih Âyetler
İmâm-ı Rabbâni (Kuddise Sirruhû)nun Mektûbâtında, Kur’ân-ı Kerîm’in hakikati ile alâkalı mektuplar bulunmakla beraber, Âl-i İmrân Sûresi’ndeki 7. âyet-i celîlenin bir tefsirine göre râsih âlimlere müteşabih âyetlerden açılan kanalın kendisine de açıldığını beyan eder. Bununla beraber, onun bu tür müteşâbih âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîfler hakkındaki yolu, selef-i sâlihînin yoludur.[2]
Kur’ân-ı Kerîm’in İnce Mânâlarına Hakkıyla Vukûfiyet Kesbetmek
İmâm-ı Rabbânî (Kuddise Sirruhû) bazı âyet-i celîleleri rivâyet yolu ile açıklar, diğer bazısını da dirâyet üslûbu ile tefsir eder. Kur’ân-ı Kerîm’i tefsir çalışmaları esnasında âciz kaldığında ise şöyle buyurur :
“Ne zaman ki Kur’ân-ı Kerîm’in bazı kelimelerini anlamak hususunda önceden bir tereddüt hâsıl oldu ve onu tatbik etmekten âciz kaldım. Allah (Celle Celâluhû)nun yardımı ile vesveseleri def etmek hususunda kendi kendime şöyle demekten daha üstün bir ilaç bulamadım: ‘Şu, Kur’ân-ı Kerîm’e ait olan nazmın Azîz ve Celîl olan Allah (Celle Celâluhû)nun kelâmı olduğunu itiraf ediyor musun, etmiyor musun? Eğer îmân etmiyorsan, sen kâfirsin; mevzu dışındasın. Eğer îmân ediyorsan, kusur senin anlayışındadır; Kur’ân-ı Kerîm’in nazmında değildir. Çünkü O, idrakleri ve akılları yoktan icat eden, yedi kat semâyı ve yeri yaratan Allah (Celle Celâluhû)nun kelâmıdır.’
Ne zaman ki, saltanatı yüce olan Allah Te‘âlâ’nın karşılıksız ikrâmı ile Allah (Celle Celâluhû)nun kelâmının hakikatine îmân meydana geldi, bu vesvese o zaman yok olup varlık sahasından silindi; tereddütten kurtuldum. O vakitte Allah Te‘âlâ’nın karşılıksız ikrâmı ile iş, öyle bir sınıra vardı ki, artık Kur’ân-ı Kerîm’in nazmından herhangi bir mahalde, idrâkimin kusurundan herhangi bir tereddüt ihtimali olunca, o yer Kur’ân-ı Kerîm’e olan îmânımın artmasına sebep oluyor. Bu tereddüt, Kur’ân-ı Kerîm’in acze düşürmesinin ortaya çıkmasına vasıta oluyor. Bu mahaldeki kapalılıkların acze düşürme türlerinden olduğunu tasavvur ediyorum. İçinden çıkamadığım yerleri, Kur’ân-ı Kerîm’deki fesâhat ve belâgatin olgunluklarına hamlediyorum.
Bu belâgat ve fesâhat, vecîz anlatımın ötesinde olduğundan, beşer onları anlamaktan âciz kalmıştır. Kur’ân-ı Kerîm’i anlayamamaktan doğan îmân, onu anlamakta yoktur. (Yani anlamaktan doğan îmân, diğerinin yanında daha zayıftır.) Çünkü anlayamamakta acze düşürme yolunun ortaya çıkması vardır. Bu ise anlamak durumunda yoktur.
Sübhânellâh, Kur’ân-ı Kerîm’i anlayamamak bir kavmin sapıtmasına ve Kur’ân-ı Kerîm’i inkârına sebep olurken, diğer birtakım kimselerin Kur’ân-ı Kerîm’e kâmil mânâda îmân etmelerine sebep oluyor ve onları hidâyete ulaştırıyor. «Allah (Celle Celâluhû), Kur’ân-ı Kerîm’le birçok kimseyi dalâlette bırakıyor, birçok kimseyi de hidâyete ulaştırıyor.»[3] «Ey Rabbimiz, bizlere mânevî katından rahmet ver ve işimizden bir doğruluk hazırla!»[4]
Dipnotlar
[1] Vâkıa Sûresi:79
[2] İmâm-ı Rabbânî (Kuddise Sirruhû)nun bu konuyla ilgili görüşleri için bkz. 1. cild, 266. mektub.
[3] Bakara Sûresi, 26’dan.
[4] Kehf Sûresi, 10’dan.
Bu beyânlar, 3. cild, 29. Mektubdan nakledilmiştir.