Muhakkak ki bir konunun ehemmiyetini idrak etmek, onun künhüne vakıf olma ve gereğini yapma açısından son derece önemlidir. Buna mukabil, amele tealluk eden işlerde idrâkten amele dönüşmeyen bir olgunun dinî açıdan bir değeri yoktur. Bir konuyla ilgili fazîletleri bilmek hem idrâk açısından hem de amel açısından son derece mühimdir. Rezîletlerden uzaklaşmaya vesile olan fazîletler kişinin samimiyetini artırır ve o konuya ya da o amele yaklaşımını geliştirerek şuûrlu kılar.
Bahsettiğimiz durum oruç ibâdeti için de geçerlidir. Orucun farz olduğunu idrâk etmiş olan bir kimse, onun fazîletleriyle ilgili delillere vâkıf oldukça ibâdete yönelik hassasiyeti ve iştiyâkı da artar. İslâm’ın beş temel şartından biri olan oruç ibâdetinin üzerinde Kur’ân-ı Kerîm’de ehemmiyetle durulmuş, konu farklı açılardan hadîs-i şerîflerde de detaylı bir şekilde yer almıştır. Oruçla ilgili hadîs-i şerîfler, müstakil bir kitabı dolduracak kadar çoktur. Biz bu makalemizde kapsamlı bazı hadîs-i şerîflere yer vermekle iktifa etmek istiyoruz.
Ramazân-ı Şerîf Orucunun Fazîletine Dair Hadîs-i Şerîfler
Ebû Hüreyre (Râdıyallahu Anh)dan rivâyetle Râsûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: “Allah: ‘Âdemoğlunun işlediği her hayır iş kendisi içindir; fakat oruç böyle değildir. Oruç sırf Benim için yapılan bir ibadettir. Onun mükâfatını da Ben veririm.’ buyurdu. Oruç bir kalkandır. Herhangi birinizin oruç günü olduğu zaman artık o kimse kötü söz ve fiil yapmasın, düşmanlık (veya bağırma) da yapmasın. Eğer bir kimse ona söver yahut onunla dövüşürse, derhal: ‘Ben oruçlu bir kimseyim,’ desin. Muhammedi’n nefsi (canı) elinde bulunan Allah’a yemin ederim ki, oruçlunun ağzının (açlık) kokusu Allah indinde misk kokusundan daha hoş ve daha temizdir. Oruçlunun sevinip neşeleneceği iki sevinci vardır: Birisi (iftar vaktinde) orucu bozduğu zaman sevinir, Ötekisi de Rabbine kavuştuğu zaman orucu(nun mükâfatı) ile sevinir.”[1]
İnsan, dünya hayatında maruz kalabileceği tehlikelerden kendini koruyabilmek maksadıyla türlü türlü tedbirler alır; gerektiğinde teçhizat kuşanıp kalkan kullanır. Mükellef bir insanın karşı karşıya bulunduğu en büyük tehlike cehennem azabıdır. Zira dünyadaki bütün tehlikeler, maruz kalınması durumunda geçici tehlikelerdir, cehennem azabı ise i‘tikâdında bozukluk olan yahut günahları sevaplarına ağır gelen mü’minler için dâhi dünya zamanıyla ölçülemeyecek derecede büyük bir azabdır. Îmânını kaybeden kimselerinse oradan ebediyyen çıkışı yoktur.
Oruç ibâdeti, hadîs-i şerîfte cehennemle kişi arasında bir kalkan olarak tanımlanarak insanların karşı karşıya bulundukları en büyük tehlikeden nasıl halâs olunacağı konusunda da yol gösterici olmaktadır.
Ebû Sa‘îd el-Hudrî (Radıyallâhu Anh): ‘Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in: “Her kim (cihâd vazifesinde iken) Allah yolunda bir gün oruç tutarsa, Allah onun yüzünü cehennem ateşinden uzaklaştırır” buyurduğunu işittim’ demiştir.[2] Bu hadîs-i şerîf, oruç ibâdetinin insanları cehennem ateşinden koruyacağı konusunu daha açık bir şekilde ifade etmektedir.
Hadîs-i Şerîf’te yer alan oruç ibâdetinin ‘Allah için’ yapılan bir ibâdet olmasına yönelik vurgunun sebepleri üzerinde ulemâ özellikle durmuş ve ‘oruçta riyâ yoktur’ şeklinde vârid olmuş olan hadîs-i şerifle istidlâl etmek suretiyle bu ibâdetin riyâdan uzak bir ibâdet olması sebebiyle böyle bir husûsiyet kazandığını beyan etmişlerdir.
Hadîs-i Şerîften çıkarılan hükümler kapsamında farz orucu tutan kimsenin bunu açıklamasında bir beis olmadığı da anlaşılmakta, insanlara hoş gelmeyebilen oruçlu kimsenin ağız kokusunun hakikat planında kıymetli olduğu gerçeği ortaya çıkmaktadır.[3]
Sehl (Radıyallahu Anh)dan rivâyet edildiğine göre Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: “Cennette, er-Reyyân denilen bir kapı vardır. Bu kapıdan kıyâmet gününde yalnız oruç tutanlar girer; ondan oruç tutanlardan başka hiç kimse girmez, (kıyâmet gününde): ‘Oruç tutanlar nerede?’ denilir. Oruç tutanlar kalkarlar ve o kapıdan girerler. Onlardan başka hiç bir kimse buradan giremez. Onlar girdiği zaman kapı kapatılır, artık bu kapıdan hiç bir kimse giremez.”[4]
Cennetin Kapıları
Cennetin birden fazla kapısının olduğu, sâlih amellere devam eden sâlih kimselerin ibâdetlerindeki samimiyetleri ve sürekliliğine bağlı olarak cennet kapılarından çağrılacakları hadîs-i şerîflerde beyân edilmiştir.
Konuyla ilgili Ebû Hüreyre (Radıyallâhu Anh)dan rivâyet edilmiş olan bir hadîs-i şerîfte cennet kapılarının isimlerini de zikretmek sûretiyle Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur: “Her kim Allah yolunda (2 sığır, 2 koyun, 2 dirhem gibi) çift sadaka verirse, cennet kapılarından: ‘Ey Allâh’ın kulu! (buraya gel!) Bu kapı hayırlıdır!’ diye çağırılır. Çok namaz kılanlardan olan kimse de (cennetin) namaz kapısından çağırılır. Cihâd ehlinden olan kimse de cihâd kapısından çağırılır. Oruç ehlinden olan kimse, er-Reyyân kapısından çağırılır. Sadaka sahiplerinden olan kimse, sadaka kapısından çağırılır.” Bunun üzerine Ebû Bekr (Radıyallâhu Anh) : ‘Babam-anam sana feda olsun ya Rasûlallâh! Bu kapılardan çağırılan kimse üzerine bir zarar var mıdır? Bir kişi bu kapıların hepsinden dâvet olunur mu?’ diye sordu. Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem): “Evet hepsinden davet olunur ve ben, senin onlardan olmanı ümit ediyorum.” buyurdu.[5]
Hadîs-i Şerîfte cennetin; namaz, cihâd, er-Reyyân ve sadaka kapıları gibi dört kapısından bahsedilmiştir. Şârihler cennetin diğer kapılarının; hac konusunda hassasiyet sahibi olanların çağrılacakları ‘hac kapısı’, affedici kimselerin çağrılacağı ‘affedenler kapısı’, tevekkül ehlinin çağrılacağı ‘Eymen kapısı’, çokça zikredenlerin ve ilim ehlinin çağrılacağı ‘ilim ve zikir kapısı’ olduğunu beyan etmişlerdir.[6]
Dipnotlar
[1] Buhârî, Savm:9, 2/228, Müslim, Sıyâm:164
[2] Buhârî, Cihâd-36; Müslim, Sıyâm:167-168
[3] Ahmed Davudoğlu, Sahîh-i Müslim Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları, c.2, s.120
[4] Buhârî, Savm;4. 2/226, Müslim, Sıyam:116
[5] Buhârî, Savm;4. 2/227
[6] İbnü Hacer, Fethu’l-Bârî, c.7, s.28.