Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) peygamber olarak gönderildiğinde ve ilk vahyi aldığında üç yık davetini gizli olarak yapmış ve bu sürenin sonunda Cenâb-ı Hakk (Celle Celâluhû) ona şöyle buyurmuştur: “(Habîbim! Tebliğiyle) emrolunuyor olduğun (vahiyleri ifâde eden) şeyi açıkça dile getir. (Şerî‘at olarak îzâhına) memur kılınıyor olduğun şey(i haykırman) sebebiyle (hakla bâtıl arasında, bir cam sürâhiyi) çatlatı(p parçalarınıayırı)rcasına tam bir ayırım yap. O müşriklerden de yüz çevir. (Ne sözlerine değer ver ne de yaptıklarına aldır.) (Habîbim!) Muhakkak ki Biz (seninle) alay eden o kişilere karşı sana kâfî geldik (ve sana eziyet eden beş müşriği aynı günde farklı nedenlerle helâk ettik).” [1] Böylece Hazreti Peygamber (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in tebliğini en mükemmel şekilde yapması hususunda îkâzda bulunmuştur.
Açıktan davete evvelâ kendi ailesi ve akrabalarından başlamış ve Hazreti Hatice (Radıyallâhu Anhâ) validemizle başlayan îmân getirme silsilesi, Hazreti Peygamber’in (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) vefatına kadar sayıları yüzbinleri bulan sahabeye ve dünyanın çeşitli coğrafyalarına kadar devam etmişti. Bizlere her konuda üsve-i hasene yani en güzel örnek olan Hazreti Peygamber (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) İslâm’a davet noktasında da bizlerin biricik örneği ve rehberidir. Bu sebeple onun İslâm’a davet usullerini bilmemizde bizler için nice hayır ve bereketler vardır. Bu yazımızda bilhassa Hazreti Peygamber’in (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) hükümdarlara gönderdiği mektuplar üzerinden İslâm’a daveti üzerinde duracağız.
Davet Mektupları
Hepimizin mâlumu olduğu üzere Peygamber Efendimiz’in (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) dini ve dâveti umûmî olup muhâtabı bütün insanlıktır. Diğer peygamberler gibi belli bir kavme, kabileye ve bölgeye hâs değildir. Cenâb-ı Hakk bu hususta (Habîbim! Seninle diğer peygamberler arasında bulunan farkı açıklamak üzere tüm kullara) de ki: “Ey insanlar! Şüphesiz ki ben, O Allâh’ın sizin hepinize (göndermiş olduğu) elçisiyim…” [2] buyurmuştur. Bu sebeple Hazreti Peygamber (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) sadece Arap kabilelerini davet etmekle kalmamış, îmân ve İslâm esaslarını bütün insanlara duyurarak için dönemin büyük hükümdarlarına ve devletlerine İslâm’a davet mektupları göndermiştir. Hudeybiye’de yapılan müsâlaha sonrası bu davet yapmak için uygun ve müsait bir zamandı. Zîrâ Hudeybiye müsâlahasında on yıl boyunca harp yapılmayacağı kararlaştırılmıştı.
Hazreti Peygamber (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) mektupları götürecek elçilerin gidecekleri bölgeyi tanıyan, ılımlı ve tatlı sözlü, sûreten ve sîreten güzel hasletlere sahip, hitâbeti düzgün, temsil kabiliyeti olan kişiler olmasına son derece dikkat etmişti. Dihyetü’l-Kelbî’yi (Radıyallâhu Anh) Rum Kayseri Hirakl’e, Amr bin Ümeyye ed-Damrî (Radıyallâhu Anh)ı Habeş Necaşîsi Ashame’ye, Abdullah bin Huzâfe (Radıyallâhu Anh)ı İran Kisrâsı Hüsrev Perviz’e, Hâtib bin Ebî Beltâ (Radıyallâhu Anh)ı Mısır hükümdarı Mukavkıs’a, Salit bin Amr (Radıyallâhu Anh)ı Yemâme vâlisi Havza bin Ali’ye, Şuca‘ bin Vehb (Radıyallâhu Anh)ı ise Gassân Meliki Münzir bin Hâris bin bin Şemir’e göndermiştir. Gönderilen elçilerin her birine gittiği hükümdara yazılmış olan İslâm’a davet mektupları verilmiştir. Mektupların üzerine resmiyet kazanması amacıyla yaptırmış olduğu üzerinde “Allah, Muhammed, Rasûl” yazılı olan mührünü vurdurmuştur. Dönemin en güçlü devleti olan Bizans’ın hükümdarı Hirakl’e göndermiş olduğu mektup şu şekildedir: “Allâh’ın kulu ve Rasûlü Muhammed’den, Romalıların büyüğü Hirakl’e…! Hidâyete tâbî olanlara selâm olsun! Ben seni İslâm’a dâvet ediyorum. İslâm’a gir ki, selâmete eresin ve Allâh da sana ecrini iki kat versin! Eğer kabûl etmezsen, sana tâbi olanların günâhı senin boynunadır. “De ki: Ey kitâb ehli! Sizinle bizim aramızda müşterek olan bir söze (Kelime-i Tevhîd’e) geliniz. Allâh’tan başkasına tapmayalım; O’na hiçbir şeyi ortak koşmayalım ve Allâh’ı bırakıp kimimiz kimimizi ilâhlaştırmasın! Eğer yüz çevirirlerse, işte o zaman; Şâhid olun ki, biz müslümanlardanız! deyiniz!” [3] Diğer hükümdarlara da hemen hemen bu minvalde gönderilen mektuplara misal vermek için zikrettiğimiz bu mektuplar, ihtivâ ettiği bazı incelikler açısından son derece dikkati câlibdir.
Nezâket Üslûbu
Bu mektuplardan anlaşıldığına göre Rasûlüllah (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) iyi ilişkilere, komşuluğa, erdemliliğe ve müşterek noktalara yer vermiştir. Cenâb-ı Hakk’ı (Celle Celâluhû) bırakıp kula kul olmayı yasaklamıştır. Mektuplarında davetinin merkezinde hep tevhid inancı olmuş ve bu minvalde îkâz ve tavsiyelerde bulunmuştur. Ahde vefâ, halkın huzuru için şahsî ihtiraslardan kaçınma, üstün ahlaka vurgular vardır. Her işte olduğu gibi İslâm’a davette de besmelenin önemi çok büyüktür. Bu yüzden Rasûlüllah (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) yazmış olduğu mektupların hepsine besmele ile başlamıştır. Mektuplar nezâket dili ile yazılmışlardır. Gönderilen kişilerin yaşayış tarzları ve itibarı dikkate alınmıştır. Makam ve mevki sahibi hükümdarlara yazılan mektuplarda onlara isimleri ve unvanlarıyla beraber hitap etmiştir. Mesela Bizans Kralı Hirakl’e “Azîmu’r-Rûm” yani Rum büyüğü şeklinde hitap etmiş ve bu makamlardaki insanlara hep bu vasıfları ile hitap etmiştir. Zira Cenâb-ı Hakk (Celle Celâluhû) İslâm’a davet etmenin yumuşak bir üslupla olması gerektiğini beyan etmiştir. Rasûlüllah (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) mektupları gönderdiği kavmin dinini de göz önünde bulundurmuştur. Mesela Nasrani yani Hristiyan olan ülkelere gönderilen mektuplarda Hazreti Îsâ’nın (Aleyhisselâm) Allah’ın kulu olduğuna vurgu yapılırmıştır. Ayrıca mektuplarda dikkat çeken diğer bir özellik de Hazreti Peygamber’in (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) Cenâb-ı Hakk’ın kendisinin yanında olduğunu bilmesi sebebiyle kendinden emin bir üslup kullanmasıdır. “Müslüman ol, selamete eresin” şeklinde muhtevâsında mâkul bir ihtâr ve tehdit de kullanmıştır.
Dipnotlar
[1] Mâide Sûresi, 67
[2] A‘râf Sûresi, 158
[3] Ahmed bin Hanbel, Müsned, 1/263; Âl-i İmrân, 64