Rasûlüllah (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)den birçok mucize sâdır olmuş ve bu mucizeler siyer ve İslâm tarihi ile ilgili eserlerde sayılıp dökülmüştür. Rasûlüllah (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in başka mucizeleri de bulunmakla beraber mucizeleri içerisinde en büyük mucize Kur’an-ı Hakîm’dir.
Aklen ve fikren kemâle ermiş cemiyetlerde, Cenâb-ı Hakk’ın kudret ve azameti yanında çok küçük ve basit bir olay sayılan mucizelerin peşinden koşulması istenmemiş ve Kur’ân-ı Hakîm bunu ısrarla vurgulamıştır. Ashâb-ı Kirâm’ın büyüklerinin, Rasûlüllah (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e çok yakın oldukları halde, ondan mucize talep etmemişlerdir. Daima tavsiye olunan ve üzerinde durulan husus, Kur’ân-ı Hakîm’in ve Rasûlüllah (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in gösterdiği ve öğrettiği ilimleri, delilleri ve âyetleri düşünüp tetkik etmek ve kalbi açık tutmak suretiyle inattan kaçınmaktır. Bu durumu henüz Mekke döneminde iken nâzil olan şu iki âyet bariz bir şekilde açıklamaktadır:
“O (müşrik ola)nlar: “Rabbinden ona (Mûsâ ve İsâ (Aleyhimesselâm)a verilen; âsâ ve sofra mûcizeleri gibi) açık birtakım âyetler indirilseydi ya” dediler. De ki: “Âyetler ancak Allâh katındadır (mûcizeleri dilediği gibi sâdece o indirebilir, benim elimde yaratma yetkisi yoktur ki, istediğiniz şeyi kendiliğimden gösterebileyim). Ben ise ancak pek açık bir uyarıcıyım!”
Kendilerine art arda okunmakta olan (eşsiz ilimlerle dolu) o Kitâb’ı gerçekten (okuma-yazma bilmediğin hâlde) sana indirmiş olmamız (hiçbir mûcize istetmeyecek bir âyet olarak) onlara yeterli olmamış mıdır? (Habîbim!) İşte sana! Şüphesiz ki bu (Kur’ân’ın, diğer peygamberlerin mûcizeleri gibi geçici değil de ebedî bir mûcize olarak kalışı)nda öyle bir toplum için elbette büyük bir (nimet ve) rahmet ve (maksadı inatçılık değil de inanmak olan kimseler için) yüce bir öğüt vardır ki onlar îmân etmektedirler.”[1]
İslâm’ın hak nizam ve Kur’ân-ı Hakîm’in de hak kitap oluşu, her ikisinin de birden akıl ve mantığa dayalı bir inanış ve davranışlar manzumesi teşkil etmesi, böyle bir sistemin devamlılığını sağlamaya kâfidir.
Rasûlüllah (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)den sâdır olan mucizelerin bir kısmı Kur’ân-ı Kerim ile sabit olup, mütevâtirdirler. Diğer mucizeler ise, âhâd tarîki ile nakledildiği için manevî tevatürle sabittirler. Yani bu mucizeleri haber veren lâfiz ve ibareler tevatür derecesine çıkamamışlarsa da mânâları itibariyle tevatüre baliğ olan kalabalık bir topluluk tarafından nakledilmişlerdir.
Rasûlüllah (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in Mucizeleri 4 Çeşittir:
1- İrhâsât: Rasûlüllah (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in henüz peygamberlik vazifesine başlamadan önce vuku bulan hârikulâde olaylardır. Mecûsîler’in taptıkları ateşlerinin sönmesi, Sâve gölünün sularının çekilmesi, Kisrâ sarayının yıkılması gibi bazı hadiseler bunun misalleridir. Bu olaylar, Rasûlüllah (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in doğduğu zaman gerçekleşmiştir. Sanki bu hâdiseler, Rasûlüllah (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in dünyaya şeref verdiğini müjdeleyen harika olaylardır.
2- Gayb Haberleri: Bunlardan maksat, vukû bulmalarından önce bazı hâdiselerin zuhur edeceğinin Rasûlüllah (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) tarafından bildirilmesidir. Nitekim Rasûlüllah (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem), ehl-i kitap olan Rumlar’ın mağlup edilmesinin ardından kısa bir süre sonra Mecûsîlere galip geleceği, Kisrâ ve Kayser’in hazinelerinin Müslümanların eline geçmesi, Mekke’nin fethi, İstanbul’un fethi gibi birçok hâdiseyi daha önceden haber vermiş, bu mucizelerin bir kısmı, Rasûlüllah (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) hayatta iken, bir kısmı da vefatından sonra gerçekleşmiştir.
3- Hissî Harikalar: Bu tür mucizeler, Rasûlüllah (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) ile kendisine düşman olan kâfirler arasında vâki olan muârazalar esnasında kendisinden göstermesi istenilen mucizeleridir. Taşların konuşması, ağacın yürümesi, parmaklarının arasından suların akması, Ay’ın ikiye bölünmesi gibi.
4-Akli veya Mânevî Mucizeler: Bundan maksat Kur’an-ı Kerim’dir.
Muhakkik İslâm âlimleri, Rasûlüllah (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) Efendimizin nübüvvetine delâlet eden mucizelerin çok sayıda olduğunu söylemişlerdir. Hatta bugüne kadar sadece mucizelerden bahseden ciltler dolusu eser telif edilmiştir. Konuya bir de tasavvufî açıdan bakılacak olursa, bu sayının çok daha fazla olacağı ve hatta çokluğundan kinaye sayılamayacak derecede fazla olduğu görülür. Çünkü Cenâb-ı Hakk’ın velî kullarının kerâmetlerinden her biri onların mensup bulundukları peygamberlerine ait bir mucizedir. Rasûlüllah (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in Ashâbı başta olmak üzere, onun ümmeti içerisinde, sayısını ancak Cenâb-ı Hakk’ın bildiği birçok velî kullar gelip geçmiş, hâlâ da yeryüzü bu mübarek insanlardan hâlî değildir. Dolayısıyla Rasûlüllah (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in mucizleri sayılamayacak kadar çok olup hakkında net bir rakam vermek bu açıdan da mümkün değildir.
Dipnotlar
[1] Ankebût Sûresi, 50-51.