Birincisi: Kulluktan başka diğer sebep ve maksatlardan niyeti tasfiye ve Allah Teâlâ’nın: “Ben insanları ve cinleri ancak bana kulluk etsinler diye yarattım” [1] kavline imtisâl etmektir. Bu amaçlar ister dünyaya veya âhirete ait işler olsun, isterse mânevî hallerden fetihler (keşifler), yakınlık, velilik veya diğer mânevî haller olsun aynıdır.
Aksine basiret/kalp gözünü, hayâline gelen bütün düşüncelerden ayırıp, Mukaddes olan Zât-ı Baht (Celle Celâlühû)na dikmelidir. Şöyle ki Allah Teâlâ’nın zâtını kesinlikle bir karşılık ve maksat için değil, yalnız zâtı için murâd etmelidir. Allah Teâlâ’dan başka, gayr olan bu düşüncelerden bir şey ârız olsa, tevbe ve istiğfâr ederek gidermelidir.
Devamlı Abdest ve Gusüllü Olmalıdır
İkincisi: Bütün günahlardan tevbe guslüyle gusledip, kendisini de ölü kabul ederek, alacağı guslü aynı zamanda ölünün yıkanması olarak düşünmelidir. İki rekât tevbe namazı kılıp, bu şekilde dünyadan ve tekrar yeryüzüne çıkmaktan ümidi kesmelidir. Hatta rûh bedenden çıkacakken Allah Teâlâ’dan gâfil olmamak için aldığı her nefesi son nefes sayıp hiçbir nefesinde gâfil olmamalıdır. Zîrâ (tekrar dünyaya) çıkmayı kastedip ümid eden, mânen çıkmış sayılır ve ne namaza ne zikir halkasına ne de seyri sülûke dâhil değildir. Çünkü itibar bâtınadır. Nitekim bir hadîs-i şerîflerinde Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem): “Ameller ancak niyetlere göredir”[2] buyurmuştur.
Üçüncüsü: Devamlı abdestli olmaktır.
Dördüncüsü: Gece gündüz yalvarma ve boyun kırıklığı üzere zikre devam etmektir.
Beşincisi: Vukûf-i kalbî (tamamen yerleşip) kolaylıkla elde edilecek bir hâle gelinceye kadar, helâda da olsa vukûf-i kalbî’ye devam etmektir.
Altıncısı: Ahiretle ilgili olsa bile bütün düşünceleri nefyetmektir.
Yedincisi: Her an kalp için taleb etmeye devam etmektir.
Sekizincisi: Feyz almak için devamlı kalbini mürşidin kalbine bağlamak ve onun kalbinden ayrılmamaktır.
Dokuzuncusu: Şer‘î bir gereklilik olmaksızın konuşmamaktır.
Yeme-İçme ve Uyku Âdâbı
Onuncusu: Yemeği azaltmaktır. Yediği şey, hayvânî gıdalardan başka olursa daha iyidir.
On Birincisi: Uykuyu azaltmaktır. Rabb Teâlâ Hazretleri’nin huzurunda olduğunu müşâhede etmekten dolayı, edeben ayak uzatmadan uyumak daha iyidir.
On İkincisi: Bütün mahlûkattan, hatta gâfil mürîdden bile uzlete çekilmektir. Çünkü gâfilin kalbine aksedip gaflet, vesvese ve tefrikaya sebep olur.
On Üçüncüsü: İhlâslı bir kimsenin veya temizliğine dikkat eden müridin pişirdiği pahalı ve çok lezzetli olmayan helâl ve temiz yiyeceklerden yemektir. Fakat yemeği, gaflet ve hırsla değil, huzur üzere yemelidir. Çünkü gaflet lokması uzlet, huzur lokması huzur getirir. Yemeğin üzere râbıtayla beraber silsile-i şerîfe okunsa, son derece nurlanmış olur. Aynı şekilde her gece nefs-i emmârenin mahvolması için silsile-i şerîf okuyup silsiledeki meşâyıhı vesîle kılarak meşâyıhtan yardım taleb etmek müstehaptır. [3]
On Dördüncüsü: İstek ve maslahatları terk edip, himmeti (gayreti) korumaktır. Şöyle ki fayda sağlamak ve zararı ortadan kaldırmak için himmet etmeyip, bilakis teslim kapısına başını koymalıdır. Zîrâ denilmiştir ki: İbâdetlerden, ibâdet olmanın dışında -yani kulluk vazifesini yerine getirmekten başka- bir şey murâd edilmez.
On Beşincisi: İster mübah, ister mendub ister vâcib olsun, amellerin her kısmında Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)e tâbi olmaya niyet etmektir. Fakat bu tâbi olmayı murâd etmek, diğer muradlar ve sebeplerden değildir. Bilakis bu hakikatte maksatları ve sebepleri defedicidir. Bunu iyi düşün.
Akşam-yatsı arasındaki ve fecrin doğmasıyla güneşin doğması arasındaki vakitleri ihyâ etmek, teheccüd, kuşluk, işrâk, evvâbîn namazlarını kılmak ve uyumak istediğinde abdest tazelemek lüzumu/gerekliliği aşikâr olan şeylerdir.
On Altıncısı: Varlığını yok etmek/kendini yok saymak. Nitekim: “Senin varlığın (yani kendini var sayman) öyle bir günahtır ki başka bir günah ona kıyâs edilemez” denilmiştir.[4] Bu hususta (yani varlığı yok etme hususunda) en kuvvetli olan şey, nefsin inadına, nefsin hırs ve ümidini kesmek için nefeslerinden her bir nefeste ölümü temennî etmek ve onu sevmektir. Eğer böyle yapmazsa kalbinden dünya sevgisi tamamıyla gitmez, yok olmaz. Dünya sevgisi, her hatanın başıdır. İnsanın varlığı dahi aynı şekilde dünyasıdır. Zîrâ: “Mevlâ’dan meşgul eden her şey, senin dünyandır” [5] denilmiştir.
On Yedincisi: Kendisini sâlik saymayıp, bilakis insanlar zarar görmesin diye kendisini hapsilmesi gereken ısırgan azgın bir köpek olarak görmelidir.
On Sekizincisi: Varlığından ve amellerinden (güven duyarak) ümitvâr olmamaktır.
On Dokuzuncusu: Hakk Teâlâ Hazretleri’ne son derece hüsn-ü zan edip sadece O’nun fazlına yapışmaktır.
Yirmincisi: Allah Teâlâ’nın hilesinden (yapılan hileye karşılık vermesinden) ziyadesiyle korkmaktır. Allah’ın hilesi, kahrettiği kimseden gizlediği kahr-ı ilâhîdir. Bundan Allah Teâlâ’ya sığınırız.
Şeyhe Karşı Edepler
Yirmi Birincisi: Mürşidine muhabbetinin ve ihlâsının çok olmasıdır. Şöyle ki: mürşidinin kendisi için tek olduğuna, saadetinin onun rızâsında, şekâvetinin de rızasının olmamasında olduğuna inanmalıdır. Hatta şeyhini, şeyhinin şeyhine takdim etmelidir. Şöyle ki: “Şeyhimin beni reddetmesi ile şeyhimin şeyhinin reddetmesi arasında fark yoktur. Şeyhimin kabulü, onun da kabulüdür. Bu şekilde Rasûlüllah (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)e, oradan da Hakk Teâlâ Hazretleri’ne kadar arası kesilmeksizin devam eder” diye inanır.
Şeyhinin, kendisine nazar etse Beyazıd-ı Bestâmî ve Cüneyd-i Bağdâdî Hazretleri’nin (Kaddesallâhu Esrârahümâ) derecesine ulaştırabilecek bir bakışının olduğuna inanır ve bu nazarı ümit edip araştırır.
Avârif isimli kitabın mütercimi: “Şeyhi tek bilmek, vaciptir. Tek bilmediğinde ise hiçbir şey elde edilemez” demiştir.
Mâlumdur ki, şeyhini tek ve benzersiz bilmek, tasarruf sahibi şeyhler hakkında gerekli olup, şeyhlik taslayanlar hakkında lazım değildir. Nitekim şartlardan haberi olmayanlar, tevehhüm edip onlara intisap eder ve onları bu şekilde şeyh olarak tanırlar.
Mürid, şeyhinden zikrinin(dersinin) değiştirilmesini ve rüyasını tabir etmesini istememelidir. Tarikat hallerinden anladığı, idrak ettiği veya gördüğü güzel bir rüyayı şeyhinden gizlememeli ve kalbiyle şeyhine yakardığı halde şeyhinin huzurunda kendisini zelîk/aşağı görmelidir.
Şeyhin hoşlanmayacağı, rahatsız olacağı bir vakitte huzuruna gitmemelidir. Bunu karîne ve alâmetlerden anlamalıdır.
Mürşidinden başkasına hallerini açıklamamalıdır. Kendisinde mânevî hallerin olmamasına aldırış etmemelidir. Çünkü maksud olan, istenen, halden başka bir şeydir. Hâlin (kötüye) değişmesinden korkmalıdır. Zîrâ bu ziyadeden sonra noksanlığa ve hesaba çekilmeye delâlet eder. Kendisinde meydana gelen (güzel) hallere şükretmelidir. Zîrâ onlar, fazl-ı ilâhî ve sonsuz inâyete delâlet eder.
Hulâsa-i merâm ve hâsıl-ı kelâm, edepler sayılamayacak kadar çok olup (hangi edebin ne zaman yapılacağı) o ânki duruma göre akla gelir.
Edebin bütün cüzlerine dikkat etmek Allah Teâlâ’nın ilhâm etmesine muhtaçtır. Çünkü makâma uygun olmayan edep, ayıp ve edepsizliğe döner.
Her makâma uygun bir edep olduğu gibi, meşreb sahiplerine göre de edepler değişiklik arz eder. Çünkü meşâyık, sahâbenin (Radıyallâhu Anhüm) adımları üzere olup, onları takip ederler. Onların da meşrepleri farklı farklıdır. Nitekim onlardan bazıları, Ebû Bekir es-Sıddîk (Radıyallâhu Anh) gibi bütün malını, Emîrü’l-Mü’minîn Ömer (Radıyallâhu Anh) gibi malının yarısını infâk etmiştir. Onlardan Nuayman (Radıyallâhu Anh) gibi bazıları şakayı sever. Nitekim onun oldukça fazla garip şakaları vardır.
Osman (Radıyallâhu Anh) gibi bazıları ise, şakaya pek meyil etmez.[6] Kendilerini ve kıymetli özelliklerini bilenler meşreblerinin de farklılıklarını bilir.
Meşâyıh’ın meşrebleri de böyle farklı farklıdır. Dolayısıyla bazen aynı şeyde şeyhlerden biri belli bir edebi, diğeri ise başka bir edebi taleb edebilir. Ehlullâhın: “Allah’a giden yollar, mahlûkâtın adedi kadardır”[7] sözü buna işaret eder. Meşrebler de bu şekilde şekildedir (yani pek çoktur).
Dipnotlar
[1] Zâriyât Sûresi, 56.
[2] Buhârî, Bedü’l-Vahy, 1; Müslim, İmâre, 155.
[3] Meşâyıh silsilesini okumanın müstehab olduğuna birçok rivâyet işaret etmektir. İbn Ömer (Radıyallâhu Anh)dan rivâyetle Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur: “Ölülerinizin iyiliklerini zikrediniz…” Bkz: Ebû Dâvûd, Sünen, Edeb, No:4900.
Süfyân-ı Sevrî der ki: “Sâlihlerin adı anıldığında rahmet iner” Bkz: Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, s. 394.
Halîl b. Ma‘dân’ın kızı der ki: Hâlid’in yatağına girip de Rasûlüllah (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)e ve muhâcir ve ensârdan ashâb-ı kirâm’a olan şevkini zikretmediği çok azdır. Onların isimlerini zikreder ve: “Onlar, benim aslım ve faslımdır. Kalbim onların hasretini çekiyor. Onlara olan iştiyâkım ziyâde arttı. Rabbim! Rûhumu kabzeyle” der, hepsini bitiremeden uykuya mağlup olurdu. Bkz: Ebû Nuaym, Hilye, s. 5, s. 210. Başka rivâyetler de mevcuttur.
[4] İbn Acîbe, Îkâzu’l-Himem, s. 111.
[5] Ebû Saîd el-Hâdimî, Berîka-i Muhammediyye, c.3 s.17’de şu rivâyet bulunmaktadır: Rasûlüllah (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyuruyor: “Dünya ehlinin misali, suyun üzerinde yürüyen kimse gibidir. Ayaklarının ıslanmaması mümkün müdür? Mevlâ’ndan seni alıkoyan her şey, senin dünyandır.”
[6] Hayatları hakkında bkz: İbn Hacer, el-İsâbe, c. 6 s. 155, c. 7 s.74.
[7] İbn Hacer el-Heytemî, el-Fetâva’l-Hadîsiyye, s. 77; Aliyyü’l Karî, Mirkâtü’l-Mefâtîh, c.10 s.34.