İbni Abbas (Radıyallahu Anhüma)dan rivayete göre Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: “Rahman ve Rahîm olan Allah’ın ismiyle. Allah’ın kulu ve Resulü Muhammed’den Rûm’un büyüğü Hirakl’e. Selâm hidayete tabi olanlar üzerine olsun. Bundan sonra, (ey Hirakl!) Ben seni İslam davetiyle (müslümanlığa) çağırıyorum. Müslüman ol ki kurtulasın ve Allah sana iki kat sevap versin. Eğer (İslâmı kabul etmekten) yüz çevirirsen elbette sana uyanların bütün günahı senin üzerinedir.” “Ey Ehli kitab! (Yahudi ve Hıristiyanlar) hepiniz bizimle sizin aranızda müsavi olan bir kelimeye gelin, Allah’dan başkasına ibadet etmeyelim, ona hiçbir şeyi ortak koşmayalım. Allah’ı bırakıp da bazımız bazımızı Rabler edinmeyelim. (Ey Müslümanlar!) Eğer yüz çevirirlerse deyiniz ki: Şahid olun biz muhakkak müslümanlarız.”[1]
Hadisi Şerifin İzahı
Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Efendimiz’in İslâma davet ettiği Rum Kıralı Hirakl, o vakitler Mekke tüccarının kafile başı olarak Şam’da bulunan Ebu Süfyan’ı Kudüs’e çağırıp, Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) hakkında uzun uzadıya sorular sormuş neticede:
Ben sana: “Aranızdaki nesebi”nden sordum, sen onun asaletli biri olduğunu söyledin. İşte peygamberler de böyledir, hep kavimleri arasında neseb sahiplerinden gönderilirler. Ben sana: “Ecdadı içinde kral var mı?” diye sordum, ‘yok!’ dedin. Ben de eğer ecdadı arasında bir kral olsaydı bu ecdadının kraliyetini arayan bir adam, diyecektim. Ben: “O’na tabi olanlar”dan sordum.
Cemiyetin zayıf takımı mı yoksa eşraf kesimi mi? diye. Sen, ‘zayıflar!’ dedin. Peygamberlere tabi olanlar işte bunlardır. Ben sana: “Bu iddiasından önce onu hiç yalanla itham ettiniz mi?” diye sordum, sen, ‘hayır!’ dedin. Böylece anladım ki o ne insanlara ne de Allah’a yalan söyleyecek biri değildir. Ben sana: “Dine girdikten sonra, hoşnut olmayarak dininden dönen oldu mu?” diye sordum, sen, ‘hayır!’ dedin. İman böyledir, onun neşesi kalplere bir girdi mi, bir daha solmaz.
Ben senden: “Onlar artıyorlar mı, eksiliyorlar mı?” diye sordum, sen arttıklarını söyledin. İman işi böyledir, tamamlanıncaya kadar artarlar. Ben sana: “Onlarla savaştınız mı?” diye sordum, sen savaştığınızı, savaşın aranızda münavebetli cereyan ettiğini, onların size, sizin de onlara galebe çaldığını söyledin. Peygamberler de böyledir, imtihandan geçirilir, sonunda akıbet onların olur.
Ben sana: “Verdiği sözden döndüğü olur mu?” dedim, sen olmadığını söyledin. Peygamberler de böyledir, sözlerinden dönmezler.
Ben: “Bu iddiayı ondan önce söyleyen oldu mu?” dedim. Sen ‘hayır!’ dedin. Ben, eğer bu sözü ondan önce biri söylemiş olsaydı, bu adam, kendinden önce söylenmiş bir sözü tamamlamaya çalışandır diyecektim. Hirakl: “Size ne emrediyor?” diye tekrar soru sordu. Biz, Namaz, zekât, sıla-i rahim ve iffet, dedik. Bunun üzerine Hirakl: “Eğer, senin söylediklerin gerçekse, O peygamberdir! Ben onun çıkacağını biliyordum. Ancak sizin aranızdan çıkacağını zannetmiyordum” dedi.
Sonra da: “Onun yanına varabileceğimi bilsem onunla buluşabilmek için her türlü zahmete katlanırdım. Yanında olaydım (hizmet ederek) ayaklarını yıkar onunla guslederdim.” diyerek Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)in hak Peygamber olduğu yolundaki kanaatini belirterek tevazu gösterip hizmet etmekte mübalağa göstermiştir.
Hirakl, Kudüs’ü ziyaretten ve Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)in ahvalini tahkik (inceledik)ten sonra Humus’a geldi, köşkünde bir toplantı tertip ederek Rum büyüklerinin köşke gelmelerini emretti.
Davetliler toplanınca, kapıcılara kapıları kitletti. Toplananların bulunduğu salonda yüksek bir yere çıkarak: “Ey Rum cemaati! Eğer felâh ve salâhtan (kurtuluş ve iyilikten), rüşd-ü hidayetten (doğru yoldan) nasibiniz varsa şu Peygambere bi’at edip bu suretle mülkünüzün elinizde kalmasını istemez misiniz?” dedi.
Bunun üzerine orada bulunanlar nefret ederek yaban eşekleri gibi kapıya koştular, fakat kapıları kapanmış buldular. Hirakl bu derece nefretlerini görüp imana girmelerinden ümitsiz olunca: “Bunları geri çevirin.” diye emretti. Ve (onlara dönüp): “Ben bu sözleri dininize sıkı bağlılığınızı öğrenmek için söyledim ve şimdi şiddetinizi gördüm.” dedi.
Bu söz üzerine oradakiler memnunluklarını beyan ederek Hirakl’e secde ettiler. Eğer Hirakl Rumların tepki gösterme korkusu ile evvelce söylemiş olduğu (“Onun yanına varabileceğimi bilsem onunla buluşabilmek için her türlü zahmete katlanırdım. Yanında olaydım ayaklarını yıkar onunla guslederdim.”) sözünden dönmemiş olsaydı iman etmiş sayılabilirdi. Fakat bu sözüne aykırı hareketi imanına engel olmuş mülk ve saltanatı imana tercih ederek milletinin kendisini öldürmelerinden korkmuştur.
Bu hadis-i şerifin ravisi: Abdullah İbni Abbas (Radıyallahu Anhüma) Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)in amcası Hazreti Abbas’ın oğludur. Annesi, ilk müslümanlardan Ümmü’l-Fazl Lübâbe’dir. Ashabın fakih (fıkhı iyi bilen)lerinden ve meşhur dört Abdullah’dan birisidir. Hicretten üç yıl önce Mekke-i Mükerreme’de doğunca, getirilip Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)in kucağına verildi. Efendimiz mübarek ağzında çiğnediği hurmayı onun damağına sürdü. Bu sebeple ashab arasında üstün meziyetlere nail oldu. Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Efendimiz ondaki üstün kabiliyeti bildiği için ona şu duayı yapmıştır: “Allah’ım, onu dinde fakih eyle! Tevil (Tefsir ilmin)i ona öğret.”[2] Bu dua bereketiyle ashab-ı kiram arasında Kur’an-ı Kerimi en iyi bilen olmuş, kendisine: Tercümanü’l-Kur’an ve: “En âlim” manasına gelen: Hıbru’l-Ümme ünvanı verilmiştir.
Meymune (Radıyallahu Anha) validemiz teyzesi olduğu için bazı geceler Resul-i Ekrem (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)in yanında kalır onun ibadetlerini takip ederdi. Üstün zekâ ve anlayışıyla çok kere Hazreti Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)in takdirini kazanmış ve 1660 hadis-i şerif rivayet etmiştir.
İktibâs: Ahmet Fikri (Doğan) Efendi Hazretleri, Delîlü’s-Sâlikîn, 1/5-6-7-8.
Dipnotlar
[1] Ali İmran Suresi:64) (Buharî, Bedü’l-Vahy:1, No:6, Müslim, Cihad:73, No:1773, Tirmizî, İstiʹzan:24, No:2718
[2] Müslim, Fazâil’s-Sahabe:30, No:2477, Müsned, Ahmed İbni Hanbel, 1/266