Hazret-i Ömer (Radıyallâhu Anh) halife iken bir gün oğlu Abdullah ile yürüyordu. Yolda oğlu Abdullah’ın çocuklarını yani torunlarını gördü. Torunlarının bakımsız hallerini ve dağınık kıyafetlerini görünce kızdı. Oğlu Abdullah’ a dönerek:
-Yazıklar olsun sana! dedi.
Babasının öfkelendiğini anlayan (Radıyallâhu Anh):
-Baba ne yapayım, sen halifesin bana biraz fazla İmkân verseydin, onlara daha İyi bakardım. Elindeki İmkânlardan hiçbir Şey vermiyorsun ki, dedi. Bu söz üzerine Hazret-i Ömer (Radıyallâhu Anh):
-Vallâhi, diğer Müslümanlara yaptığımdan daha fazla bir şey yapamam. Onlara ne yapıyorsam sana da ancak o kadar yapabilirim. Bunu böyle bil!
Devlet başkanı olarak birçok yetkiye sahip olan Hazret-i Ömer (Radıyallâhu Anh), bu yetkisini çok az da olsa oğlunun lehine kullanmıyordu. Eğer oğlunu kayırarak ona diğer insanlara tanıdığı imkândan daha fazlasını tanımış olsaydı, adaletsiz davranmış olacaktı. Zira o, toplumda adaletin bozulmasıyla her şeyin bozulacağını çok İyi biliyordu.
Kayırmak Cemiyeti Çürütür
Eğer sahip olduğumuz yetkiyi haksız bir şekilde bir kişi için kullanırsak onu kayırmış oluruz. Kayırma, toplumun manevi yapısını içten çürüterek onun bozulmasına sebep olan kötü alışkanlıklardan biridir. Bir toplumda adam kayırma varsa, adalet zayıflar ve kurumlar doğru düzgün İşlemez olur. Kayırmacılığın yaygın olduğu yerlerde tanıdığı olan kimseler, işlerini hemen yaparken tanıdığı olmayanlar ise günlerce sıra bekler. Ayrıca kayırmacılık yoluyla vasıfsız İnsanlar, hak etmediği İşlere girer ve hak etmediği hâlde çeşitli makamlara yükselir. Bu ahlaksızca bir uygulamadır ve zulümdür. Aynı zamanda bu yolla elde edilen kazanç da haksız bir kazançtır. Dinimiz bu kazancı haram kılmıştır.
Kendimize yapılmasını istemediğimiz bir davranışı biz de başkalarına yapmamamız gerekir. Nitekim Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem): “Sizden biriniz kendisi için istediğini kardeşi için de istemedikçe gerçek mümin olamaz.”[1] buyurur. Bu tür davranışlar bir kul hakkı İhlalidir. Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) hak konuşunda çok titiz davranmamızı İstemiş ve şöyle buyurmuştur. “Her hakkı sahibine veriniz”.[2] Eğer bu dünyada vermesek, ahirette bu haklardan kurtulamayacağımızı yine Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) bizlere şöyle haber verir: “Kıyamet gününde hakları sahiplerine mutlaka vereceksiniz”[3]
Rüşvet Alan da Veren de Lânetlenmiştir
Rüşvet, haklıya haksız, haksıza da haklı davranılmasına neden olan icimâî bir hastalıktır. Dinimiz bunu kesin olarak yasaklamış ve haram kılmıştır. Bir toplumda rüşvet yaygınlaştığı zaman adalete güven kalmaz ve işler ehil kimselerin elinde olmaz. Ancak para ve gücü olan kimseler İşlerini yürütürler. Kimsesiz, gariban ve güçsüz kimselerin hakkı çiğnenmiş olur. Hâlbuki her insan görevini, karşısındakinin zenginliğine fakirliğine, kılığına kıyafetine, makam ve mevkiine bakmaksızın yapmak zorundadır. Bu bağlamda rüşvet almak da vermek de ahlaka uymayan kötü bir davranıştır. Çünkü Allah Teâlâ “Mallarınızı aranızda haksız sebeplerle yemeyin…”[4] buyurarak rüşvet ve yolsuzluk gibi yollardan uzak durmamızı emretmiştir. Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) de “Rüşvet alan da veren de lanetlenmiştir.”[5] buyurmuştur.
Rüşvet alan ve veren kimseler menfaat düşkünü, çıkarcı ve doyumsuz bir kişiliğe sahip olan kimselerdir. Dolayısıyla onların kişiliği bozulmuştur. Biri almak diğeri de vermek suretiyle, ikisi de haksız kazanç sağlamış olurlar. İmanı olgun bir Müslüman, Allah’ın lanetlediği ve Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in beddua ettiği bir davranışı nasıl yapabilir?
Rüşvetin sahası çok geniştir. Örneğin bir menfaat karşılığında layık olmayan birini işe almak, kabiliyetsiz bir memuru terfi etmek, alt şıralarda olan bir evrakı öne almak, sağlam veya çürük rapor vermek, ruhsatsız binalara göz yummak veya çürük binalara ruhsat vermek onlardan sadece bir kaçıdır. Rüşvet bir milleti İçten çökerten bir hastalıktır. Çünkü bu yolla ehliyetsiz kimseler İş başına geçer ve gücü olmayan kimseler işlerini yaptıramaz. Toplumda güven ortamı kaybolur ve bundan toplumun her kesimi zarar görür.
Dinimizin günah saydığı bu yanlış ve kötü davranışlardan uzak durmanın yolu Sevgili Peygamberimizin tavsiye ettiği ahlakı hayatımıza hâkim kılmamızdır. Çünkü bu ahlaka sahip Olan kimse, haksızlık karşısında Susmanın o haksızlığa ortak olmak anlamına geldiğini bilir. O zaman ne haksızlık yaparız ne de haksızlığa razı oluruz.
Din ve Ahlak Eğitimi Önemlidir
Rüşvet belasını önlemek, din ve ahlak eğitimine ağırlık vermek, temel İhtiyaçların meşru yollardan karşılanmasını sağlamak, yolsuzluk ve haksızlıkları engellemek, etkili bir denetim mekanizması kurmakla mümkün olabilir. Bundan daha önemlisi çocuklarımıza bu yollardan elde edilen kazancın haram Olduğunu Öğretip anne-baba olarak Onlara Örnek olmamızdır.
Hazret-i Ömer (Radıyallâhu Anh), devlet başkam İken, hanımı ile bir köye gider. Köylü kadınlar halifenin hanımına çeşitli hediyeler verirler. Eve geldikleri zaman,
Hazret-i Ömer (Radıyallâhu Anh) hanımına;
– Bunları nereden aldın? Der. Hanımı:
– Köylü kadınlar hediye ettiler, der. Bunun üzerine Hazret-i Ömer (Radıyallâhu Anh):
– Ben halife olmasaydım, sana bu hediyeler verilir miydi? Eskiden ben halife değilken sana niçin hediye vermiyorlardı? Diyerek verilen hediyeleri beytü’l-mâl’a teslim eder.
Yolsuzluk da kayırma ve rüşvet gibi bir kimsenin görev ve yetkisini kötüye kullanarak haksız yollardan kazanç sağlamasıdır. Bu kötü davranışa daha çok kamu alanında rastlanır. Özellikle devlet mallarının alım, satım ve ihale gibi İşlemlerinin yürütüldüğü şırada yetkinin kötüye kullanılmasıyla devlet ve kamu zarara uğratılır. Yapılan yolsuzluklarla ahlaka ve toplum çıkarlarına aykırı davranılmış olur.
Kamu malıyla ilgili yapılan yolsuzluklarda bütün vatandaşların hakkı ihlal edildiğinden telafisi mümkün olmayan haklar gasp edilmiş olur. Yolsuzluk gelecekteki yatırımları durduran ve engelleyen, büyümeyi yavaşlatan, insanların devlete olan güvenini tahrip eden, toplumu içten kemiren ve ahlâkî değerleri ayaklar altına alan kötü bir davranıştır. İnsanlar rüşvet almak, haksız kazanç elde etmek veya yolsuzluk yapmak için kimsenin fark edemeyeceği, bilemeyeceği, göremeyeceği bir yer ve zaman seçebilir. Fakat Allah Teâlâ her zaman ve her yerde olup bitenleri gören ve işitendir. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: Onlar (ne bozuk adamlardır ki zararlarından korktukları) insanlardan gizleniyorlar da (utanılmaya ve korkulmaya en çok layık olan) Allâh’tan utanmıyorlar. Hâlbuki onlar (suçsuza iftirâ atmak, yalan yere yemin etmek ve yalancı şâhitlikte bulunmak gibi) O (Allah Sübhânehû)nun râzı olmadığı sözü gece gece (gizlice) kurarlarken, O (Allah Teâlâ ilmen) kendileriyle berâber idi. Allâh onların yapmakta olduklarını dâimâ (kuşatıcı şekilde bilen bir) Muhît olmuştur.[6] Dinimizin yasakladığı günahlardan olan rüşvet, yolsuzluk ve kayırmacılıktan uzak durmak, onları işleyenleri uyarmak ve bu suçların toplumda çoğalmaması için mücadele etmek öncelikli görevlerimizdendir. Bu nedenle hem kendimiz bu günahlardan sakınmalı hem de diğer insanları bu suçlardan uzak tutmaya çalışmalıyız. Bu tür suçlan İşleyenlere ve haksızlıklara karşı hakkımızı aramalı ve sessiz kalmamalıyız. Aksi takdirde kötülüklerin toplumda yayılmasına ve toplumu içten içe kemirmesine biz de katkı sağlamış oluruz.
Cenâb-ı Hakk cümlemizi adam kayırmaktan, rüşvet alıp vermek ve yolsuzluk yapmak gibi cürümlerden muhafaza eylesin. İşleri ehil kimselere veren ve adaletle hükmeden kimselerden eylesin. Âmîn Yâ Muîn…
Dipnotlar
[1] Müslim, Îmân, 71.
[2] Buhârî, Edeb, 86.
[3] Müslim, Birr, 61.
[4] Bakara Sûresi, 188.
[5] İbn Mace, Ahkâm, 2.
[6] Nisâ Sûresi, 108,109.