Bizleri varlık aleminde var olmakla şereflendiren kendisi ezeli ve ebedi var olan Cenâb-ı Hakk’a nihayetsiz hamd ü senalar olsun. Varlığı ile var olduğumuz varlık aleminin en şereflisi Kâinatın Efendisi Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) hazretlerine nihayetsiz salât ve selamlar olsun…
وَاللّٰهُ فَضَّلَ بَعْضَكُمْ عَلٰى بَعْضٍ فِي الرِّزْقِۚ فَمَا الَّذ۪ينَ فُضِّلُوا بِرَٓادّ۪ي رِزْقِهِمْ عَلٰى مَا مَلَكَتْ)
(اَيْمَانُهُمْ فَهُمْ ف۪يهِ سَوَٓاءٌۜ اَفَبِنِعْمَةِ اللّٰهِ يَجْحَدُونَ
“Allâh (verdiği) rızık(lar) hususunda bir kısmınızı diğer bir kısma karşı üstün kılmıştır. O üstün kılınmış olan (zengin ve yönetici durumundaki) kimseler sağ ellerinin mâlik bulunduğu (köleler ve işçiler konumunda olan) kişilere asla rızıklarını veren kimseler değildirler ki, (köleleriyle) kendileri o (sahip oldukları değerler konusu)nda tamamen eşit olsunlar! Yoksa onlar (putlara tapmakla,) Allâh’ın (lütfetmiş olduğu bunca) nimetini(n, kendilerine O’nun tarafın dan ihsan edildiğini) mi bile bile inkâr ediyorlar?”[1]
İnsanlar, Allah Te‘âlâ’nın takdiri ile doğuştan getirdikleri kabiliyetlerin, ayrıca yine ilâhî takdire bağlı olarak yaşadıkları sürece karşılaştıkları imkân ve fırsatların azlığına veya çokluğuna, elverişli olup olmamasına ve bunları farklı şekillerde değerlendirmelerine ve en esas noktada Allah Te‘âlâ’nın fazl-ı keremine göre rızıkları, kazançları farklı olmuştur ve olacaktır. İnsan, sahip olduğu servetle değil onu nasıl kullandığı ile değerlendirilir.
Cenâb-ı Hak verilen nimetlerin şükrünü eda, ictimaî hayatın ve müminler arasında yardımlaşma ve dayanışmanın kuvvetlenmesi için kullarına zekât, infâk ve sadaka-i câriye gibi sahibini ateşten kurtaracak, öldükten sonra kıyamete kadar akacak manevî nehirler vermiştir. Müslümanlar zekâtla mallarını temizlerler. Malın içindeki, Allah Te‘âlâ’nın belirlediği fukaranın hakkı olan kısmını fukaraya iade ederler. Ömürlerinin her anında, karşılığını sadece Rablerinden bekleyerek, bıkmadan ve usanmadan vermeye devam ederler. Sadaka vesilesiyle cimrilik gibi büyük bir hastalıktan kurtulur ve gönüllerinin her daim nimetleri paylaşmaya hazır olduğunu beyan ederler. Sadak-i câriye ile öldükten sonra açık kalacak amel defterinin sayfalarını doldurmak için mücadele ederler…
Beden Ölür Ruh Yaşar, Kıyamete Kadar Hayra Koşar
(لَنْ تَنَالُوا الْبِرَّ حَتّٰى تُنْفِقُوا مِمَّا تُحِبُّونَۜ وَمَا تُنْفِقُوا مِنْ شَيْءٍ فَاِنَّ اللّٰهَ بِه۪ عَل۪يمٌ)
“Siz sevmekte olduğunuz (mal ve can gibi) şeylerden (Allâh yolunda) infak edinceye kadar birre (üstün hayra ve Allâh-u Te‘âlâ’nın rızâsına) aslâ ulaşamazsınız. (Sevdiğiniz, sevmediğiniz) herhangi bir şeyden ne infak ederseniz, şüphesiz ki Allâh onu (hakkıyla bilip karşılığını verecek olan bir) Alîm’dir.”[2]
Medine-i Münevvere’de bir gün kutlu Nebînin etrafında Sahâbe-i Kirâm toplanmış, Kâinatın Sultanı (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) onlara Âl-i İmrân Sûresi’nin 92. âyetini tilâvet buyurmuşlardı. Bu âyetler kulların “En sevdiği mallarından geçmedikçe asla iyilerden olup iyiliğe ulaşamayacağını” beyan ediyordu. Göklerden gelen her haberin gönüllerinde fırtınalar kopardığı Sahâbe-i Kirâm, büyük bir yarış içindeydiler. Onlardan belki de en heyecanlısı Mescid-i Saadete yakın bir yerde altı yüz hurma ağaçlık eşsiz bir bahçesi bulunan Ebû Talha (Radıyallâhu Anh) idi. Bu şerefli sahâbî, bu büyük sadaka-i câriyeyi bırakmakta acele etmiş, Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e bu bahçeyi sadaka-i câriye olarak vakfettiğini haber verdikten sonra bahçesine koşmuştu. Hanımı içeri buyur ettiğinde içeri girmemiş ve “Ben bu bahçeyi ikimiz adına Medine fukarasına bıraktım sen de çıkıver” demiştir.[3]
Peygamber Efendimize (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) Ebû Talha (Radıyallâhu Anh)ı çok sever, kendi annesinin Medineli olması sebebiyle ona dayı diye iltifat ederdi.[4] Zaman zaman onun evine gider, Ümmü Süleym annemiz (Radıyallâhu Anhâ)nın hazırladığı yemeği yer ve orada öğle uykusuna yatardı.
Bir gün Ebû Talha (Radıyallâhu Anh), Enes (Radıyallâhu Anh) aracılığıyla Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)i yemeğe davet etmişti. Ehl-i Suffe ile mescidde oturan Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) Efendimiz, Enes (Radıyallahu Anh) daha bir şey söylemeden yemeğe davet edildiğini anlamış ve yanındaki yetmiş (veya seksen) sahâbîyi alarak davete gitmişti. Bunun üzerine Ebû Talha (Radıyallahu Anh) telaşlanmış, fakat Ümmü Süleym (Radıyallâhu Anhâ) annemiz, Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) varken telâşlanmanın yersiz olduğunu söyleyerek onu teskin etmişti. Rasûl-i Ekrem (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) yemeğin bereketlenmesi için dua ettikten sonra sahâbîleri onar kişilik gruplar halinde sofraya oturtmuş ve hepsi de karnını doyurmuştu.[5]
Ebû Talha (Radıyallahu Anh) Rumlara karşı yapılan bir deniz seferine katıldı fakat karaya çıkmadan gemide ruhunu teslim etti. Etrafta kara görülmediği için yedi gün boyunca defnedilmemiş ancak sadaka-i câriyeleri ile maruf bu büyük sahâbînin mübarek na’şında hiçbir bozulma meydana gelmemiştir.
Merkep Ölür Semeri Kalır, İnsan Ölür Eseri Kalır
Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) Rabbimizin bizlere olan rahmetinin nişanesi olarak, öldükten sonra amel defterlerinin kapanmayacağını ve sayfalarının nasıl doldurulacağını beyan etmiş ve ilk sırada sadaka-i câriyeden bahsetmiştir:
“İnsanoğlu ebediyete irtihal ettiği zaman amel defteri kapanır. Şu üç kişinin defteri ise kapanmaz ve bunlara sevap yazılmaya devam eder: Ardında sadakayı cariye, yani kalıcı bir hayır bırakan kişi. İlmini insanlığın hayır ve hizmetine sunan kişi. Kendisine hayır duada bulunan bir salih evlat yetiştiren kişi.”[6]
Sadaka-i câriye; ardından nesiller boyunca istifade edilecek bir hayır bırakmaktır. Rabbimizin lütfu olan mal ve serveti ibadete dönüştürmektir. Bencilliği ve dünya hırsını bir kenara bırakarak cömertliği ve ihsanı tercih etmektir. Sahip olduklarımızı sadece kendimiz için harcayıp tüketmek yerine toplumun faydası için de kullanma erdemini göstermektir. Geçici dünya nimetlerini ebedi hayatı kazanmak için bir vesile kılmaktır. İyiliğimizin, infakımızın ve yardımlarımızın kalıcı olmasını, sevaplarının sürekli hale gelmesini sağlamaktır. Bu yönüyle aslında sadaka-i câriye, bugün olduğu kadar gelecekte de kendimize iyilik etmektir.
Ecdadımızın sadaka-i câriye niyetiyle inşa ettiği nice cami, çeşme, hastane, kütüphane, köprü ve medrese bugün bizim hayatımızda hayrı yaşatmaya devam etmektedir. Allah Te‘âlâ’ya hamdolsun ki milletimiz bir yandan ecdat yadigârını korumanın diğer yandan da yarınlara kalıcı eserler bırakmanın idraki içindedir. Sadakati, samimiyeti, mutedil ve ferasetli bir harcamayı temsil eden sadaka-i câriye hususunda, milletimiz daima duyarlı davranmıştır. Bu aziz milletin fedakâr ve cömert eli, sadece ülkemizde değil, dünyanın dört bir köşesinde iyilik dağıtmaktadır. İslâm’ın şiarı olan ezanların yeryüzüne dalga dalga yayıldığı, talebelerin Kur’ân sesleri ile gök kubbeyi inlettiği medreseler ümmetin aynı kubbe altında, aynı safta omuz omuza namaza durduğu binlerce camiler milletimizin gayretiyle inşa edilmiştir.
Bu gayret ve şuuru sonraki nesillere emanet etmek hayatî bir ehemmiyet taşımaktadır. Bu gayeye matuf olarak vereceğimiz bazı sadakaları evlatlarımızın ellerine vererek onların vermesini sağlamak, sonrasında kendi harçlıklarından sadaka vermelerini telkin etmek belki de başlangıçta yapabileceğimiz en küçük adımdır. Fakat bu adımı atmamız takdirinde gerisi Allah Te‘âlâ’nın izni ve inayetiyle gelecektir. Belki de ileride camileriyle, medreseleriyle, aşevleriyle; sarığıyla, şalvarıyla, tesettürüyle, Kur’ânî düzeniyle Osmanlı’yı yeniden diriltecek olan nesiller onların arasından çıkacaktır. Ümidimiz bunadır.
Bu yolda atılan adımların destekleyicisi olan sadaka-i câriye, cömertliğin en önemli nişanesi ve hem geleceğine hem de ebedi hayatına yatırım yapan akıllı Müslümanların en güzel amelidir.
İsmailağa Külliyesi
İnşâ etmekte olduğumuz İsmailağa Külliyesi, ev sahipliği yapacağı Tekâmül ve İhtisâs medreseleriyle, geçmişten günümüze ulaşan ilim mirasını gelecek nesillere taşıyacaktır. Bu hizmetler, Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in: “İnsan öldüğü zaman üç şey hariç ameli kesilir: Sadaka-i Câriye (medrese veya mescid gibi sürekli, kalıcı iyilik), kendisinden faydalanılan ilim ve kendisini hayırla yâd ettiren sâlih bir evlat.”[3] müjdesine talip olma yoludur.Medeniyet anlayışımızın önemli bir unsuru hâline geleceğine inandığımız İsmailağa Külliyemizin inşâsına ve ev sahipliği yapacağı hizmetlere sizler de bağış ve yardımlarınızla destek sağlayabilir ve bütün bu hizmetlere karşılık verilecek ecir ve mükâfata ortak olabilirsiniz. Külliyemiz hakkında detaylı bilgi ve bağışlarınız için tıklayınız.
Dipnotlar
[1] Nahl Sûresi, 71.
[2] Âl-i İmrân Sûresi, 92.
[3] Buhârî, Vekâle, 15, Vesâyâ, 10.
[4] Hâkim, el-Müstedrek, 3/351.
[5] Buhârî, Menâḳıb, 25.
[6] Müslim, Vasiyyet, 14.