Kısa Tercemesi
Mevlânâ Sa‘deddîn Kâşgarî (Kuddise Sirruhû) nisbesinden de anlaşılacağı üzere Kâşgar’da dünyaya geldi. Manevî nisbesini Hâce Alâüddîn Attâr (Kuddise Sirruhû) Hazretlerinin müridi olan Nizâmeddîn Hâmûş’tan aldı.[1] Nefehâtü’l-Üns müellifi Mevlânâ Abdurrahman Câmî (Kuddise Sirruhû) başta olmak üzere Nakşibendiyye Tarikatı’nın yayılmasında hizmetleri bulunan önemli zatlar yetiştirdi. Sa‘deddîn Kâşgarî Hazretleri tarikata girmeden önce ilim tahsili ile meşguldü. Muteber ilmî kaynakların çoğunu okudu. Maddi durumu da gayet iyiydi. Tasavvufa girmeyi murad edince her şeyi bırakarak Mevlânâ Nizâmeddîn Hazretlerine bağlandı.
Seni Hacc Kâfilesinde Göremedim…
Nefehât müellifi nakleder: “Mevlânâ Sa‘deddîn şöyle anlattı: ‘Nizâmeddîn Hâmûş’un sohbetine eriştikten yıllar sonra gönlüme Haremeyn-i Şerîfeyn’i ziyaret etme isteği düştü. Kendilerinden bunun için izin istedim. Buyurdular ki: ‘Ne kadar nazar ettiysem seni bu seneki hac kafilesi içinde göremedim.’ Bu olaydan önce vehme kapıldığım bazı rüyalar görmüştüm. Bununla alakalı buyurdular ki: ‘Korkma! Git rüyalarını Şeyh Zeynüddîn’e anlat. Kendisi şeriata ve sünnete bağlı birisidir.’ Mevlânâ Nizâmeddîn Hâmûş’un buyruğu üzere hacca gitme niyetiyle Horasan’a gittiğimde kendisi irşad ve şeyhlik makamında bulunmaktaydı. Nitekim yıllar sonra bana hacca gitmek nasip oldu.”[2]
Sa‘deddîn Kâşgarî Hazretlerinin ziyaret ettiği zat Zeyniyye Tarikatı’nın kurucusu Şeyh Zeynüddîn Hâfî idi. Kendisine rüyalarını anlattığında “bize biat et” dedi. O da şeyhinin hayatta olduğunu söyleyerek bunu kabul etmek istemedi. İstihare yapıldıktan sonra Zeynüddîn Hâfî şöyle dedi: “Bütün tarikler birdir; hepsi aynı yere vâsıl olur. Eski tarikinize meşgul olunuz.”[3]
Mevlânâ Sa‘deddîn Hazretlerinin ileri gelen müridlerinden birisi onun sözlerini derleyerek bir risâle kaleme almıştır. Mevlânâ Safî (Kuddise Sirruhû) Reşehât’ta bu sözleri on altı reşha hâlinde zikretmiştir. Bunlardan bazıları şunlardır:
Buyurmuşlardır ki: “Hakk Teâlâ ile meşgul olmak aklına gelebilecek her şeyden daha kolaydır. Zira insanlar mevcudattan herhangi bir şeye ulaşmak istediklerinde önce onu ararlar, sonra bulurlar. Hak Teâlâ’yı ise önce bulur, sonra talep ederler. Eğer O’nu bulmasalardı nasıl meyledeceklerdi?”
Mevlânâ Sa‘deddîn Hazretleri bir gün müridlerine şöyle buyurdu: “Kıymetli ihvânım, biliniz ki Allah Teâlâ hazretleri bu azamet ve ululuğuna rağmen size çok yakındır. Bunu düşünerek yaşayınız. Şu an her ne kadar bu manâyı tam olarak anlayamasanız da gizli-âşikâr her an edebe riayet ediniz. Evinizde yalnız başınıza otururken ayağınızı uzatmayınız; helada bile edebe dikkat ediniz. Zâhirde ve bâtında, gizli ve âşikârda Allah Teâlâ’ya sadâkat üzere olunuz ve bu edebe özen göstermeye devam ediniz. Zira bu manâ peyderpey gerçekleşir. Aynı şekilde kendinizi zâhir ve bâtın edepleriyle süslemeniz gereklidir. Zâhir edebi, Allah’ın emrettiği şeyleri yapmak, nehyettiği şeylerden uzak durmak, devamlı abdestli olmak, istiğfar etmek, az konuşmak, her işte ihtiyat üzere davranmak, geçmiş büyüklerin eserlerini okumaktır… Bâtın edebi ise çok zordur. Bâtın edeplerinin en önemlisi kalbi Allah’tan başka her şeyden muhafaza etmektir. Kalbe düşen nesne hayır da olsa şer de olsa Allah Teâlâ’ya perde olmaları bakımından aynıdır.”
Buyurmuşlardı ki: “İbadetler cennete ulaşmaya vesiledir. İbadetlerdeki edeplere riayet etmek ise Hakk’a yakın olmaya vesiledir.”[4]
Kerâmeti Zâhir Bir Zâttı
Mevlânâ Sa‘deddîn Kâşgarî (Kuddise Sirruhû) kerâmetleri zâhir olan bir zattı. Reşehât sahibinin naklettiğine göre önde gelen müridlerinden Pir Ali şöyle nekletmiştir: “Bir dükkânım vardı. Kaftan ticareti yapardım. Bir keresinde vergi toplayan bir memur çıkageldi. Benden borçlarımı tahsil etmek istedi fakat elimde o kadar malım yoktu. Tahsildar bana kaba davranıp sövmeye başladığı anda Mevlânâ Sa‘deddîn geldi. Ona dedi ki: ‘Muhterem kardeşim sövme, dilini tut!’ Sonra elini o adamın omuzuna koydu. Mevlânâ Sa‘deddîn’in eli omuzuna değer değmez adam kendinden geçti ve çarşı ortasında yuvarlanmaya başladı. Uzun müddet bu hâlde kaldı. Mevlânâ hazretleri dükkânın üstünde oturmuş adamın kendisine gelmesini bekliyordu. Adam ayılınca tam bir niyazla Mevlânâ hazretlerinin eline ayağına kapandı. Sonra da hak yola döndü.”
Mevlânâ Abdurrahman Câmî’nin (Kuddise Sirruhû) küçük kardeşi Mevlânâ Muhammed şöyle nakleder: “İlk zamanlar kendimi iksir işine kaptırmıştım. Bütün vaktimi bu işe harcıyordum. Birçok tecrübe elde ettiysem de asıl maksadıma ulaşamamıştım. Bu işe devam edip etmeme arasında tereddüt ediyordum. Bundan dolayı kalbim çok daralıyordu. İşte böyle bir hâldeyken Bâzâr-ı Hoş’a geldim. Çarşıya girdim ve kalabalığın arasına karıştım. Bu esnada arkamdan birisi elini boynuma doğru götürdü. Dönüp baktığımda bu zatın Mevlânâ Sa‘deddîn olduğunu gördüm ve hemen hürmet gösterdim. Bana şu dörtlüğü okudu:
Gel ey iksire talip, sana talim edeyim ânı,
Ki ben öğrettiğim iksir-i mânende bahâ olmaz,
Varup genc-i ferâğatte kanâat ihtiyâr eyle,
Kanâatten eyu âlemde herkiz kimyâ olmaz.
Bitirdikten sonra arkasını dönerek gitti. O gittikten sonra bu işe olan heves kalbimden tamamen yok oldu ve tereddüdüm gitti. Yakînen anladım ki bu, Mevlânâ Hazretlerinden bir tasarruftu ve bu fakire merhamet ettiği için sâdır oldu.[5]
Sa‘deddîn Kâşgarî hazretlerinin Hâce Muhammed Ekber (Hâce Kelân) ve Hâce Muhammed Asgar (Hâce Hord) adında iki oğlu vardı. Hâce Kelân’ın kızlarından birisi Nefehât müellifi Abdurrahman Câmî (kuddise sirruhû) bir diğeri de Reşehât müellifi Fahreddîn Safî (kuddise sirruhû) ile evliydi. Mevlânâ Sa‘deddîn hazretlerine nispet edilen bazı risâleler mevcuttur. Bunlardan Risâle der Teveccüh isimli eserin yazma nüshası Millet Kütüphanesi’nde (Ali Emiri, Farsî, nr. 1028), Risâle-i Zikriyye’nin yazma nüshası ise Süleymaniye Kütüphanesi’nde (Şehid Ali Paşa, nr. 1387) bulunmaktadır.
Vefâtı
Mevlânâ Sa‘deddîn Kâşgarî (kuddise sirruhû) 7 Cemâziyelâhir 860 (13 Mayıs 1456) tarihinde Çarşamba günü öğle vaktinde Herat’ta vefat etti ve buraya defnedildi. Daha sonra müridi Abdurrahman Câmî de vefat edince onun yanına defnedildi. Her ikisinin mezarları da Safevî istilası döneminde tahrip edilmiştir. Fakat Ahmed Şâh Dürrânî mezarları tamir ettirmiş, taşları da diktirmiştir.[6]
Dipnotlar
[1] el-Kazvînî, Muhammed b. Hüseyin, Silsilenâme-i Hâcegân-ı Nakşibend, Süleymaniye Ktp., Laleli, nr. 1381, vr. 10b.
[2] Câmî, Mevlânâ Abdurrahman, Nefahâtü’l-Üns, trc. Lâmi‘î Çelebi, İstanbul, s. 442.
[3] Safî, Mevlânâ Fahruddîn Alî b. Hüseyin, Reşehât, İstanbul, s. 183.
[4] Safî, Reşehât, s. 184-186.
[5] Safî, Reşehât, s. 192, 195.
[6] Necdet Tosun, “Sa‘deddîn-i Kâşgarî”, DİA, XXXV/392.