Ashâb-ı Kirâm’ın (Rıdvânullâhi Aleyhim Ecmaîn) hayatındaki en önemli şey, Kur’ân-ı Hakîm’in âyetlerini öğrenmek ve hayatlarına tatbik etmekti. Sahabenin hayatlarında en ehemmiyet verdikleri şey Kur’ân-ı Kerîm idi. Onların tasavvurunda nâzil olan her âyet-i kerîme mânevî bir sofra gibiydi. Nâzil olan âyetlerle yürekleri ürperip kendilerinden geçmişler ve himmetlerini Kur’ân’ı öğrenmeye, yaşamaya ve insanlara tebliğe bezletmişlerdi. Âyetleri ezberlemede, ezberden okumada ve mânâlarını anlamak hususunda âdeta birbirleriyle yarış içerisindeydiler.[1] Kur’ân’dan ezberlenen âyetlerin miktarı sahâbe arasında fazîlet sebebi addediliyordu.[2] Teheccüd namazı kılmayı ve seher vaktinde Kur’ân tilâvetini sıcak yatakta uyamaya tercih ediyorlardı.[3] Öyle ki gece karanlığında evlerinin yanından geçenler, arı uğultusuna benzer bir ses işitirlerdi.[4]
Hazret-i Ebûbekir ve Hazret-i Ömer Dönemi
Hazret-i Ebûbekir’in (Radıyallâhu Anh) halifeliği döneminde, Kur’ân-ı Hakîm mushafta toplanarak muhâfaza altına alınmıştır. Hazret-i Ömer (Radıyallâhu Anh) dönemi de Kur’ân-ı Hakîm’in öğretilmesi noktasında çok önemli bir dönemdir. Çünkü Hazret-i Ömer (Radıyallâhu Anh) İslam topraklarının her yerine, Kur’an öğretmek üzere öğretmenler tayin etmiştir. Ubâde b. Sâmit (Radıyallâhu Anh) Humusa, Muâz b. Cebel (Radıyallâhu Anh) Filistin’e, İbn Mes‘ud (Radıyallâhu Anh) Kûfe’ye ve Ebu’d-Derdâ (Radıyallâhu Anh) Şam’a Kur’ân öğretmesi için gönderilmiştir.
Kur’an-ı Kerîm öğretmek için Şam’a gönderilen Ebu’d-Derdâ (Radıyallâhu Anh) talebelerini onar kişilik gruplara ayırarak her grubun başına bir kişi koyar, bu sırada kendisi de mihrapta durarak onları takip ederdi. Onun usulünde, gruplardan birisi okumada hata ederse yanlışı öncelikle grup başkanı düzeltir, başkan da yanılırsa Ebu’d-Derdâ (Radıyallâhu Anh) gerekli düzeltmeyi yapar, kendisi de ayakta durarak grupların etrafında dolaşırdı. Ebu’d-Derda’nın (Radıyallâhu Anh) Kur’ân halkasında bin altı yüz civarında talebesi vardı.[5] Yine Abdullah İbn Mes‘ud (Radıyallâhu Anh) Kûfelilerin hem kâdî ve müezzini hem de muallimleriydi. Aynı şekilde Muâz b. Cebel’in (Radıyallâhu Anh) çok sayıda öğrencisi olduğundan onları bir hoca nezâretinde sınıflara ayırırdı.
Kur’an eğitimi, fethedilen topraklara atanan yöneticilerin önemli vazifelerinden biri kabul edilmiştir. Bu minvalde Hazret-i Ömer (Radıyallâhu Anh) tayin ettiği valilere bu hususta tâlimâtlar vermiş ve idaresinde bulunan yerlerdeki hâfız sayısını kendisine bildirmelerini emretmiştir.
Hazret-i Osman Dönemi
Hazret-i Osman (Radıyallâhu Anh) döneminde, Hazret-i Ebubekir’in (Radıyallâhu Anh) bir araya getirdiği mushaf çoğaltılarak her bir mushafla birlikte bir muallim, farklı İslam beldelerine gönderilmiştir. Medine’de Zeyd b. Sâbit (Radıyallâhu Anh), Mekke’de Abdullah b. Saib; Şam’da Muğire b. Şihâb; Kûfe’de Ebû Abdirrahmân es-Sülemî ve Basra’da da Âmir b. Abdilkays görevlendirilmiştir. Bu beldelerde Kur’ân ve kıraat tedrîsâtı bu mübarek zatlarla yapılmıştır.
Muhakkak ki o dönemde Kur’ân’ın ezberlenmesi ve muhâfazası için hâfıza, yazıdan daha güvenilir bir yol olarak kabul ediliyordu. Çünkü tebliğe muhâtab olan ashâb-ı kirâm ümmî olmakla birlikte, kuvvetli hafızaya sahipti. O dönemde Araplar binlerce beyitlik şiirler ezberliyorlar, nesepleriyle ilgili bilgileri hâfızalarında tutuyor ve okuyorlardı.[6] O dönemde hafızaya çok güvenilmesinden dolayıdır ki İbnu’l-Cezerî “Kur’ân’ın naklinde itimâd, mushafların yazıma değil, hâfızalarda yer alan metinleredir” demiştir.[7]
Ashâbı-ı Kirâm’ı Kur’ân ezberlemeye yönelten bazı sebepler vardı. Onlar güçlü bir hafızaya sahiptiler. Kur’ân-ı Hakîm de birden inmeyip parça parça nâzil oluyordu. Tabii ki bu da ezberlemeyi kolaylaştırıyordu. Namazlarda belli miktar Kur’ân okumak gerekiyordu ve ferdî kılınan namazlarda fazla Kur’ân okumanın daha fazla sevabı ve fazileti vardı. Bütün bunların yanında Kur’ân’ın hükümleriyle âmel etmek her sahâbinin hedefi idi. Hazret-i Peygamber de (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) zaman zaman Kur’ân okuyanlara verilecek sevab ve mükâfatları hatırlatarak Kur’ân okumayı ve ezberlemeyi teşvik ediyordu. Bu sebeple de kendisi bizzat Kur’ân öğretimi işiyle meşgul oluyordu.
Arz ve Sema
Allah Rasûlü (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) Kur’ân’ı Hakîm’i Cebrâil’den (Aleyhisselâm) dinleyerek ezberlemiş sonra da ona okumuştur. Buna arz ve semâ denilmektedir. Allah Rasûlü (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) söz konusu metodu ashâbına da tatbik ederek, kendisine gelen her Kur’ân âyetini sahâbîlerine okumuş; onlara da öğrendiklerini ya kendisine ya da tayin etmiş olduğu bazı Kur’ân muallimlerine arzetmelerini, yani okuyarak dinletmelerini emrederdi. Söz konusu yöntemi tatbik ederken bir taraftan toplu, diğer taraftan da münferid öğretime önem vermiştir. Nitekim Resûlullah’a (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) Kur’ân öğretiminde yardımcı olan Ubâde b. Sâmit’in (Radıyallâhu Anh) mescidde yapılan kırâat taliminde, Kur’ân tilâvetinden dolayı yükselen seslerin yanılmalara yol açabileceği endişesiyle Hazret-i Peygamber’in, sahâbîleri ikâz ettiğini söylemesi[8] toplu talime verilen ehemmiyeti gözler önüne sermektedir.
İlk Dönem Hafızları
Ashâb-ı Kirâm zamanında yapılan Kur’ân talimi faaliyetlerinin tek bir amacı vardı. O da Kur’ân’ın eksiksiz ve hatasız bir şekilde öğrenilip okunması ve ezberlenmesi idi. Hazret-i Peygamber (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) günlük namazlarda kırâat edilmesi için belli miktarda Kur’ân ezberlenmesi yönünde bir mecbûriyet koymamıştı. Bu yüzden sahâbîlerden bazıları, Kur’ân’ın bir kısım sûrelerini, diğerleri de başka bir kısmını ezberliyorlardı. Ancak içlerinden Kur’ân’ın tamamını ezberleyenler de vardı. Hadîs-i şerîflerde beyan edildiği üzere Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) zamanında Medîne’nin yerlilerinden dört veya sekiz kişi Kur’ân’ı baştan sona ezberlemişti.[9] Muhâcirler arasındaki hâfızların sayısı da Ensâr’dan az değildi. Rivâyetlerin beyanına göre ashab arasında Kur’ân’ı baştan sona ezberleyenlerden bazıları şunlardır: Muhâcirlerden dört halife, Talhâ, Sa‘d, Abdullah b. Mes‘ûd, Huzeyfe, Sâlim, Ebû Hureyre, Abdullah b. Sâib, Abâdile[10], Hazret-i Âişe, Hafsa ve Ümmü Seleme’dir. Ensârdan olanlar ise, Ubâde b. Sâmit, künyesi Ebû Halime olan Mu’âz, Mucemmi‘ b. Câriye, Fudâle b. Ubeyd ve Mesleme b. Muhalled’dir. (Rıdvânullâhi Aleyhim Ecmaîn) Bunlardan bazıları hâfızlıklarını Hazret-i Peygamber’in (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) vefatından sonra tamamlamışlardır.[11] Bununla beraber Abdullah b. Amr b. el-As’tan gelen sahih bir hadîs-i şerîfte Resûlullah (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem): “Kur’ân’ı şu dört kişiden öğreniniz” buyurarak Abdullah b. Mes‘ûd, Sâlim, Mu‘âz ve Ubeyy b. Kâ‘b’ın isimlerini saymıştır.[12]
Kur’ân-ı Hakîm’in hepsini ezberleyen sahâbîlerin sayısı tam olarak belli değildir. Ancak 620 yılında meydana gelen Bi’r-u Maûne olayında 70 kadar kurrâ sahâbînin, 633 yılında yapılan Yemâme Savaşı’nda da en az bir o kadarının şehid düştüğü[13] düşünülürse, Resûlullah (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) zamanındaki hâfızlar bir hayli fazladır. Bazı rivayetlerde, Yemâme savaşında şehid düşen sahâbîlerin beş yüz[14] veya yedi yüz[15] olduğu ifade edilmektedir.
Son olarak şunu ifade edelim ki Kur’ân’ı Hakîm’in ezber yoluyla tespit edilip sonraki nesillere intikalinde sahabenin çok büyük hizmetleri olmuştur. Yalnızca kendileri Kur’ân’ı ezberleyip okumakla kalmamışlar, eşlerine ve çocuklarına Kur’ân öğreterek onları da ezberlemeye teşvik etmişlerdir. Sahâbîlerin Kur’ân okumaya olan düşkünlükleri o dereceye ulaşmıştır ki, evlerinin bulunduğu sokaklardan yükselen Kur’ân sesleri semâları doldurmuştur. Bu Hazret-i Peygamber’in (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) ümmetinden başka bir ümmete nasip olmamıştır. Allah Teâlâ nefsimize ve neslimize ashâb-ı kiramın efendilerimizin Kur’ân-ı Hakîm’e olan düşkünlüğünden nasîb eylesin. Âmîn Yâ Mu‘în…
Dipnotlar
[1] Zerkânî, Menahilü’l-İrfân fî Ulumi’l-Kur’ân, 1/241.
[2] Müslim, Cenâiz, 27.
[3] Zekeriyyâ Kandehlevî, Hayâtü’s-Sahâbe, 3/141.
[4] İbn Sa‘d, Tabakât, 3,110.
[5] Zehebî, Ma‘rifetü’l-Kurrâ, 1, 23.
[6] Sâbûnî, et-Tibyân fî Ulûmi’l-Kur’ân, 46.
[7] Zerkânî, Menahilü’l-İrfân fî Ulumi’l-Kur’ân, 1/242.
[8] Zerkânî, Menahilü’l-İrfân fî Ulumi’l-Kur’ân, 1/241.
[9] Ahmed b. Hanbel, Müsned, 6, 405.
[10] Bu zatlar, Abdullah b. Abbâs, Abdullah b. Ömer, Abdullah b. Amr b. el-Âs ve Abdullah b. ez- Zubeyr’dir.
[11] es-Süyûtî, el-İtkân, 1, 93.
[12] el-Buhârî, Menâkıbu’l-Ensâr, 16.
[13] es-Süyûtî, el-İtkân, 1,94.
[14] İbn Kesir, Fezâilu’l-Kur’an, 9; İbnü’l-Cezerî, en-Neşr, 1, 7.
[15] el-Kurtubî, el-Câmi‘, 1, 50.