Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) kadar, hayatı detaylı bir şekilde kaydedilen, tarihte başka bir şahsiyet daha yoktur. Sahâbe-i Kirâm (Radıyallâhu Anh), Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in hayatına ilişkin hususları kendilerinden sonraki tabiîn nesline aktarma konusunda büyük bir hassasiyet göstermiş ve aynı hassasiyet her asırda sürdürülerek ve fiilî olarak yaşanarak ilgili malûmatın günümüze kadar ulaşması sağlanmıştır.
Sahâbe-i Kirâm (Radıyallâhu Anhum) devrinden itibaren mü’minler, kendileri için en güzel örnek olan Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e itaat ve ittibânın hadîs-i şerîflere îmân ve tâbiiyetle mümkün olduğu bilinciyle, sünnet kurumunun muhafazası konusunda hassas davranmışlardır. Birtakım itirazlar söz konusu olduğunda veya bazı şüpheler zerk edildiğinde, açık bir müdafaa sergilemek suretiyle konuyla ilgili bütün tehlikeleri bertaraf ve öne sürülen şüpheleri izale etmişlerdir. Sahâbe-i Kirâm (Radıyallâhu Anhum) ve Ulemâ-i Kirâm (Rahimehullâh)ın bu noktada müdafaasına dair pek çok örnek ve îzâh vardır.
Ebû Nüceyd İmrân ibni Husayn (Radıyallâhu Anh), bir mecliste şefaat konusundan bahsedince, mecliste bulunan bir kişinin: “Ey Ebû Nüceyd! Siz aslını Kur’ân-ı Kerîm’de bulamadığımız hadîsler zikrediyorsunuz” diyerek itiraz üzerine, kızgınlıkla: “Kur’ân-ı Kerîm’i okur musun?” diye sormuş ve aldığı “Evet” cevabına karşılık: “Hiç Kur’ân-ı Kerîm’de yatsı namazının dört, akşam namazının üç, sabah namazının iki, öğlen ve ikindi namazlarının dört rekât olduğunu gördün mü?” diye sormuştur. Muhatabının, “Hayır” şeklinde cevabına karşılık, “Bunları bizden öğrenmediniz mi? Biz de Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)den öğrenmedik mi?” diye sual etmiş ve devamla, “Kur’ân-ı Kerîm’de: «O kadîm evi (Kâbe’yi) tavaf etsinler» âyet-i kerîmesini bulmaktasınız fakat yedi kere tavaf edin ve Makam-ı İbrahim (Aleyhisselâm)ın arkasında iki rekât namaz kılın diye bir şey bulabilir misiniz? Kur’ân-ı Kerîm’deki, «Peygamber size her ne emir verir ise tutun, yasakladığından da sakının» âyet-i kerîmesini hiç işitmediniz mi?” buyurmuştur.
Bunun üzerine o kişi: “Ey Ebû Nüceyd! Beni ihyâ ettin. Beni ihyâ ettiğin gibi Allah Te‘âlâ da seni ihyâ etsin!” diyerek şükranlarını arz etmiştir. Daha sonra bu kişi (ilim tahsil ederek) fakihlerden olmuştur.[1]
Bu sebepledir ki, tâbiîn âlimlerinden Mekhûl ibni Ebî Müslim ed-Dimeşkî (Rahimehullâh) şöyle demektedir: “Kur’ân-ı Kerîm’in Sünnet-i Seniyye’ye olan ihtiyacı, Sünnet-i Seniyye’nin Kur’ân-ı Kerîm’e olan ihtiyacından fazladır.”[2]
İmam Abdurrahman ibni Mehdî (Rahimehullâh)ın konuyla ilgili tespiti ise şöyledir: “Kişi yeme ve içmeye olan ihtiyacından daha fazla, hadîs-i şerîflere muhtaçtır.”[3]
Kur’ân-ı Kerîm’in Sünnet-i Seniyye’ye olan ihtiyacının anlamını ise Allâme Celâlüddîn es-Süyûtî (Rahimehullâh) şu beyanıyla gayet güzel îzâh etmektedir: “Kur’ân-ı Kerîm’in Sünnet-i Seniyye’ye olan ihtiyacı, Sünnet-i Seniyye’nin onu açıklaması, mücmel (tafsile ihtiyaç olan) yerlerini tafsil etmesi ile ilgilidir. Zira Kur’ân-ı Kerîm, veciz (kısa ve öz) olması hasebiyle ibaresinde (ilmî) hazineler gizlemektedir ki, bu da bu (ilmî) hazinelerin tespitini yaparak onları ortaya çıkarana ihtiyacı bulunduğu anlamına gelir. Bunu yapacak olan da Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e vahiy olarak indirilen hadîs-i şerîflerdir. ‘Sünnet-i Seniyye, Kur’ân-ı Kerîm üzerine hâkimdir’ sözünün anlamı da budur. Ancak Sünnet-i Seniyye, haddi zatında (Kur’ân-ı Kerîm’den daha) açık olması sebebiyle, Kur’ân-ı Kerîm’in onu açıklayıcı ve onun üzerine hâkim olduğu söylenemez. Zira Sünnet-i Seniyye (Anayasa gibi olan) Kur’ân-ı Kerîm gibi veciz (kısa ve öz) değil bilâkis (Anayasa üzerine) şerh (gibi)dir. Şerh ise, şerh ettiği metinden daha açık, açıklayıcı ve detaylı olur.”[4]
Hadîs-i şerîfleri cüretkâr bir şekilde toptan reddetmeyip sanki temelde hadîs-i şeriflerle bir sorunu yokmuş gibi bir tavır takınıp, “Biz hadîs-i şerîfleri kabul etmekteyiz. Ancak elbette ki Kur’ân-ı Kerîm’in önemini vurguladığı akılla uyum içinde olan hadîsleri kabul eder, diğerlerini ise reddederiz” iddiasında, kafasını kumuna gömerek saklandığını zanneden aklı kıt güruhun bilmesi gereken en önemli hususun altını özellikle çizmek isteriz.
Kur’ân-ı Kerîm’de önemine vurgu yapılan akıl; “Zamanımız modern hayatına uymadığı için Kuran-ı Kerim’den üç yerin çıkarılması gerektiğini savunan, Hazreti Meryem (Aleyhasselâm)ın çift cinsiyetli olduğunu iddia eden veya Hazreti Âdem (Aleyhisselâm) babamızın da babasının bulunduğunu söyleyen” modernist ve batılı oryantalistlerin fikriyat ve küfriyatı ile şekillenmiş olan akıl değil; bilâkis îmân ve tasdik ile yoğrularak şekillenmiş ve kemale ermiş olan akıldır.
Nitekim bir zamana kadar inkârcı modernist akıl, hadîsü’z-zübâb ismiyle meşhur, “Sizden birinizin kabına veya içeceğine sinek düştüğünde onu bandırsın, zira onun bir kanadında zehir/hastalık (mikrop), diğer kanadında ise şifa (panzehir) bulunmaktadır. Sinek (inerken) şifanın bulunduğu kanadını yüksekte tutup hastalık bulunan kanadını ise alçakta tutar.”[5] hadîs-i şerîfini zehir ve panzehrin ikisinin bir yerde birlikte bulunmasını ve sineğin mikropların içinde yaşayan bir haşere olması sebebiyle panzehir maddesini kendinde taşımasını akla ve zamanın tıbbına aykırı kabul ederek reddetmekteydi. Ancak bu hadîs-i şerîfin anlamının doğru olduğu daha sonraki tıbbî araştırmalar neticesinde ortaya çıkmış ve bu hadîs-i şerîfin anlattığı husus, Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in mûcizeleri arasında zikredilmeye başlanmıştır.[6]
Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in, ümmeti için tâbî olunacak örnek şahsiyet olduğunu ifade eden Ahzâb Sûresi’ndeki, “Yemin olsun ki, Allâh’ın Resûlünde, Allah ve ahiret günü hakkında ümitvar olan ve Allah’ı çok zikredenler için güzel numune-i imtisal/örneklik bulunmaktadır.”[7] âyet-i kerîmesinin tefsirinde İmam Ebû Mansûr el-Mâtürîdî (Rahimehullâh) şöyle buyurmaktadır: “Âyet-i kerimedeki, ‘Allah ve âhiret günü hakkında ümitvar olan’ ifadesi ile ilgili olarak bazı âlimler şöyle demektedir: ‘Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in örnek olması, Allah Te‘âlâ’dan korkan, âhirete ve işlenilen amellerin karşılığının âhirette görüleceğine îmân eden kimseler içindir. Ancak münafık veya âhirete inanmayan kimseler için ise, Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in örnekliği söz konusu değildir.”[8]
Ehl-i Sünnet imamlarından olan İmam Mâtürîdî (Rahimehullâh) bu ifadeleriyle, hadîs-i şerîfleri türlü bahanelerle reddederek Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)i kendileri için “tâbî olunacak örnek bir şahsiyet” olarak görmeyen modernistler hakkında verilecek en güzel hüküm olan münafıklık hükmünü, bu günleri görmüşçesine yüzyıllar öncesinden vermiş bulunmaktadır.
Dipnotlar
[1] Celâlüddîn es-Süyûtî, Miftâhü’l-Cenne fi’l-İ‘tisâm bi’s-Sünne, Mektebetü’s-Sai, Riyad, s. 29-30; Hatîb el-Bağdâdî, el-Fakih ve’l-Mütefakkih, Dâru İbni’l-Cevzî, Demam, c. 1, s. 236-238; Muhammed ibni Nasr el-Mervezî, Ta‘zîmu Kadri’s-Salât, Mektebetü’d-Dar, el-Medine el-Münevvere, c. 2, s. 1007-1008; Taberânî, el-Mu‘cemu’l-Kebîr, Mektebetü İbn Teymiyye, c. 18, s. 219.
[2] Muhammed ibni Nasr el-Mervezî, es-Sünne, Dâru’l-Asime, Riyad, s. 108; İbn Şâhin, Şerhu Mezâhib-i Ehli’s-Sünne ve Ma‘rifeti Şerâ’i‘i’d-Dîn ve’t-Temessük bi’s-Sünen, Müessesetü Kurtuba, s. 46; Hatîb el-Bağdâdî, el-Kifâye fî Ma‘rifeti Usûli İlmi’r-Rivâye, Dâru’l-Hüda, c. 1, s. 81.
[3] Ebû Nua‘ym el-İsfahânî, Hilyetü’l-Evliyâ ve Tabakatu’l-Esfiyâ, Mektebetü’l-Hanci, Kahire, c. 9, s. 4; Hatîb el-Bağdâdî, Târihu Bağdâd, c. 2, s. 581.
[4] Celâlüddîn es-Süyûtî, Miftâhü’l-Cenne fi’l-İ‘tisâm bi’s-Sünne, s. 74.
[5] Ebû Dâvûd et-Tayâlisî, el-Müsned, Dâru Hecer, c. 3, s. 642; Sahîh-i Buhârî, Hadîs-i Şerîf No. 3320 ve 5782; Sünen-i Ebî Dâvûd, Hadîs-i Şerîf No. 3844.
[6] Detaylı bilgi için bk. Halil İbrahim Molla Hatır, el-İsâbe fî Sıhhati Hadîsi’z-Zübâbe, Daru’l-Kible, Riyad.
[7] Ahzâb Sûresi:21.
[8] İmam Ebû Mansûr el-Mâtürîdî, Te‘vîlatü’l-Kur’ân, Dâru’l-Mîzân, İstanbul, c. 11, s. 324; ayrıca bkz. Şihâbuddîn el-Âlûsî, Rûhu’l-Meânî, c. 21, s. 167.