Şehirlerin sınırlarının belirlenmesi, seferîlik hükümlerinin tahakkuku bakımından mühimdir. Sınırlara dair hükümleri ve mesafe takdirine yönelik mesnedleri daha önce istifadelerinize sunmuştuk:
Seferîlikte Şehirlerin Sınırları-1
Seferîlikte Şehirlerin Sınırları-2Şehirlerin sınırlarının belirlenmesi konusunda diğer mühim etkenlerin başında da nehirler ve üzerinde bulunan köprüler gelir. Köprülerin bu hususiyeti ile ilgili detay ve hesaplamalar aşağıda belirtilen makalelerimizde delilleriyle birlikte yer almaktadır.
Seferîlikte Köprü Meselesi-1
Seferîlikte Köprü Meselesi-2
Ortasından Nehir Akan Şehirler
Şehirlerin sınırlarını anlamaya çalışırken incelenmesi gereken mevzulardan biri de ortasından nehir akan şehirlerin durumudur. Bu şehirlerin her iki yakası da müstakil birer şehir mi kabul edilmelidir; yoksa tek bir şehir olarak mı itibara alınmalıdır?
Fıkıh kitaplarımızda, şehrin ortasından geçen nehirler ile alakalı teferruat cuma namazı bahsinde geçmektedir. Bilindiği üzere, esasen cuma namazı, şehrin merkez camiinde yahut finasındaki cumalığında, toplu halde kılınmalıdır. Her ne kadar bu gün, belli zaruretlerden dolayı cuma namazı neredeyse bütün mescitlerde kılınsa da, eski dönemin şartlarında bu zaruret olmadığı için fetva; cuma namazının aslına muvafık olarak toplu halde, tek bir mekânda kılınması veya en fazla üç mescitte toplanılması[1] şekilde idi. İmam-ı Ebu Yusuf’tan gelen rivayetlerde ise ortasından nehir geçen şehirler ile alakalı teferruata yer verilmiştir. İşte mezkûr teferruat bizim meselemize de ışık tutmaktadır.
İmam Serahsi’nin teferruata temas eden ibarelerini aktaralım:
Cuma namazının bir şehirde, birden fazla mahalde eda edilmesi ile alakalı rivayetler muhteliftir. Sahih olan İmam-ı Azam ve İmam-ı Muhammet (rahimehumallah)’ın görüşüdür. Şöyle ki: cuma namazını bir şehirde, iki ve daha fazla mahalde[2] eda etmek caizdir. İmam-ı Ebu Yusuf’tan bu hususta iki rivayet gelmiştir. Bir rivayete göre; iki farklı mahalde eda edilebilir fakat ikiyi aşamaz. Diğer bir rivayete göre bir şehirde iki mahalde cuma namazını eda etmek sahih olmaz ancak Bağdat’ta olduğu gibi şehrin ortasından büyük bir nehir akıyorsa müstesna. Zira bu durumda nehrin her iki yakası da müstakil birer şehir olmuş olur.[3]
İmam-ı Ebu Yusuf’un bu mülahazası “Emali” talebeleri tarafından rivayet edilmiş ve birçok eserde nakledilmiştir.[4]
Ayırıcı olabilmesi için nehrin büyük olması icap etmektedir. Badai sahibi, nehrin küçük olması durumunda fasıla vazifesi görmeyeceğini açıkça ifade etmiştir.[5] Öyleyse “büyük nehir” ifadesi bir “kayd-ı ihtirazi”dir.
Burada bizim meselemizle alakalı olan kısım; İmam-ı Ebu Yusuf’un, arasından büyük bir nehir geçen şehrin iki yakasını, iki farklı şehir kabul etmiş olmasıdır. Zaten İmam-ı Azam ve İmam-ı Muhammet efendilerimiz cuma mescidinin taaddüdünde bir beis görmedikleri için, kendilerinden, İmam-ı Ebu Yusuf’un bu görüşüne muhalif bir şey nakledilmemiştir.
Esasen, Fetih sahibi İbni Hümam, İmam-ı azam Efendimizin, cuma mescidinin taaddüdünü caiz görmediğini ifade etmiş olsa da,[6] Zeylai’nin naklettiğine göre, İmam-ı Azam Efendimiz de Dicle gibi büyük nehirleri ayırıcı kabul etmiş ve cuma namazının iki yakada da kılınmasına cevaz vermiştir.[7]
Netice olarak; İmamlarımız arasında Dicle gibi büyük nehirlerin ayırıcı olduğuna itirazı olan yoktur.
Köprü
Fakat fıkıh kitaplarımızdan Bedai, İmam-ı Ebu Yusuf’un Dicle gibi büyük nehirlerin ayırıcı olduğu görüşünü zikrettikten sonra şu kaydı düşmektedir:
Denilmiştir ki: İmam-ı Ebu Yusuf’un bu görüşü, Nehrin üzerinde bir köprünün bulunmaması halindedir. Eğer nehrin üzerinde bir köprü mevcutsa, iki yakada ayrı ayrı cuma namazı kılmak caiz olmaz. Zira köprünün var olması halinde iki yaka, tek şehir hükmünü alır.[8]
Birçok kaynakta İmam-ı Ebu Yusuf’un cuma namazı vaktinde Dicle’deki köprüyü kaldırttığı nakledilmiştir.[9] Zeylai İmam-ı Azam Efendimiz ile alakalı naklinde de aynı teferruattan bahsetmiş ve onun da cuma namazı vaktinde Dicle’deki köprüyü kaldırttığını ifade etmiştir.[10]
Öyleyse İstanbul boğazındaki köprülerin iki yakayı tek şehir haline getirdiği hükmüne varabilir miyiz?
Esasen şehirleri birbirinden ayıran fasılalar bahsini unutarak bu hükme varmak acelecilik olur.
İstanbul Boğazındaki Köprülerin Uzunlukları, Dicle Nehri ve Fasıla Miktarı
Geride de bahsi geçtiği üzere, iki mahal arasında mezralar veya fina ve büyük nehir gibi bir fasıla bulunuyorsa galve miktarına bakılmadan bu iki mahalli ayrı kabul ederiz. Fakat arada bir fasıla yoksa mesafe olarak galveye itibar ederiz.
Nehrin üzerine inşa edilen köprü, iki yaka arasında kolay geçişi sağlayarak, nehrin müstakil bir fasıla olma durumunu iptal eder. Böyle bir köprünün, aradaki mesafe ne olursa olsun iki yakayı bitişik hükmüne sokacağını iddia etmek doğru değildir. Zira İstanbul boğazı gibi yerlerde iki yakanın arasında köprü dahi olsa, hala bir galveden fazla bir mesafe mevcuttur. Bu mesafe başlı başına fasıla hükmündedir. Köprü aradaki geçiş engelini kaldırmıştır. Mesafeyi değil.
Dicle nehrinin, Bağdat içerisinden geçen kısmının, en dar yerinin ortalama genişliği 150 metre civarındadır. İstanbul boğazının en dar yeri ise ortalama 1500 metredir. Arada on katına yakın fark mevcuttur. Dicle nehrinin genişliği galve miktarına ulaşmadığı için, köprü sayesinde iki yakanın tek mahal kabul edilmesi tabiidir. İstanbul boğazında ise mesafe ortalama sekiz dokuz galveye kadar çıkmaktadır.
Basitçe şöyle diyebiliriz: Köprünün etrafında su değil de boş arazi veya orman bulunsaydı, bu iki mahal birbirinden ayrı kabul edilirdi. Arada suyun bulunması bundan ehven değildir.
En doğrusunu bilen Allah’tır.
و آخر دعوانا أن الحمد لله رب العالمين
İsmailağa Fıkıh Kurulu
Dipnotlar
[1] Bkz. Fahrettin ez-Zeylai, Tebyinu’l-hakayık, (Şehabettin eş-Şibli haşiyesi ile beraber) c.1, s.218-9.
[2] “İkiden faza” ifadesi ile sadece üç mü yoksa daha fazlası mı kastedilmiştir? Tartışma için bkz. Şehabettin eş-Şibli, Tebyinu’l-hakayık haşiyesi c.1, s.218-9.
[3] Es-Serahsi, el-Mebsut, c.2, s.120.
[4] Burhanettin İbni Maze, el-Muhitu’l-burhani, c.2, s.154; Es-Serahsi, el-Mebsut, c.2, s.120; El-Kasani, Bedaiu’s-sanai’, c.1, s.260; İbnu’l-Hümam, Fethu’l-Kadir, c.3, s.203; Fahrettin ez-Zeylai, Tebyinu’l-hakayık, c.1, s.219.
[5] El-Kasani, Bedaiu’s-sanai’, c.1, s.260.
[6] İbnu’l-Hümam, Fethu’l-Kadir, c.3, s.203.
[7] Fahrettin ez-Zeylai, Tebyinu’l-hakayık, (Şehabettin eş-Şibli haşiyesi ile beraber) c.1, s.218.
[8] El-Kasani, Bedaiu’s-sanai’, c.1, s.260.
[9] El-Kasani, Bedaiu’s-sanai’, c.1, s.260; İbnu’l-Hümam, Fethu’l-Kadir, c.3, s.203; Fahrettin ez-Zeylai, Tebyinu’l-hakayık, (Şehabettin eş-Şibli haşiyesi ile beraber) c.1, s.219.
[10] Fahrettin ez-Zeylai, Tebyinu’l-hakayık, (Şehabettin eş-Şibli haşiyesi ile beraber) c.1, s.219.