Şehirlerin sınırlarının belirlenmesi, seferîlik hükümlerinin tahakkuku bakımından mühimdir. Sınırlara dair hükümler ve mesafe takdirine yönelik mesnedler, iki makale ile istifadelerinize sunulmuştur:
Seferîlikte Şehirlerin Sınırları-1
Seferîlikte Şehirlerin Sınırları-2Şehirlerin sınırlarının belirlenmesi konusunda diğer mühim etkenlerin başında da nehirler ve üzerinde bulunan köprüler gelir. Köprülerin bu hususiyeti ile ilgili detay ve hesaplamalar aşağıda belirtilen makalelerimizde delilleriyle birlikte yer almaktadır.
Seferîlikte Köprü Meselesi-1
Seferîlikte Köprü Meselesi-2
Mezkûr Mesafelerin Mesnetleri
Önceki makalede naklettiğimiz rivayetleri mesnetlendirecek olursak:
Galve rivayeti İmam-ı Muhammed’e dayanır,
İmam-ı Ebu Yusuf’tan gelen, cuma namazının kılınabileceği yer ile alakalı bir-iki mil şeklindeki rivayeti, İbni Maze esbab-ı mucibesi ile beraber zikretmişti.
Üç mil görüşü ise yine İmam-ı Ebu Yusuf’un, İbni Semaa’nın Nevadir’inde geçen şu kavline dayanıyor olmalıdır:
Şayet askerler, düşmanı karşılamak için şehrin iki yahut üç mil dışarısına çıksalar ve orada karargâhlarını kursalar, sefere de niyet etmedilerse orada cuma kılmaları vaciptir.[1]
İmam-ı Ebu Yusuf orada cuma namazı kılmalarını vacip görüyorsa orayı finadan sayıyor demektir. Zira bir-iki millik mesafede aynı usul ile takdir edilmişti.
Fersahlara gelince, mil ile fersah birbirleri yerinde kullanılmaktadır. Bir, iki ve üç fersah; bir, iki ve üç milden neşet etmiş olabilir.
İmam-ı Ebu Yusuf’un, şehirden bir fersah veya iki fersah uzaklıktakilere cumayı vacip gördüğü rivayet edilmiştir.[2] Keza, üç fersah mesafedekileri de şehre tabi kabul edip, onlara da cumayı vacip gördüğü rivayet edilmiştir.[3] Finanın fersah ile takdiri, bu rivayetlere mebni olabilir.
Ses ve ezan mesafesi de yine cumaya gelmesi vacip olanları izah sadedinde İmam-ı Ebu Yusuf’tan gelen “Eğer meskûn mahal çağrının/ezan sesinin duyulabileceği bir mesafede ise orada oturan kişinin cumaya gelmesi vaciptir. Zira ezan sesinin işitildiği yer şehre tabidir” şeklindeki rivayete[4] mebni olabilir.
Şöyle ki şehre tabi olan mekân ezan sesini işitmekle veya bir, iki veya üç fersah ile ölçülüyorsa, fina da şehre tabi bir mekân olduğuna göre aynı kıstasa tabi olacaktır. Böyle bir kıyas muhtemeldir. Zira cumaya gelme mesafesinin de cumanın caiz olacağı mesafeye kıyas edildiği vakidir.[5] Aalhualem!
Mesafe Takdirine Karşı Çıkanlar
Allame Şürumbulâli’nin bu mesafeler ile alakalı sözlerini telhıs ederek nakledelim:
Bazıları finanın genişliğine bir mesafe biçmemişlerdir. Bazıları galve, fersah ve mil gibi mesafeler zikretmişlerdir. Esasen finayı tarif etmekle iktifa etmek, bir mesafe zikretmekten daha güzeldir. Zira her şehirde fina bulunmaz. Fina şehrin büyüklüğü ve küçüklüğü nisbetincedir. Bir mesafe ile sınırlamak yapılan tarife zıt düşer. Zira şehrin ihtiyacı olabilecek şeyler bazı durumlarda fersahlara kadar ulaşabilir. Öyleyse finanın genişliği şehirlere göre değişir.[6]
Birbirine Karışan Ölçüler
Geride yapılan nakillerden öyle anlaşılıyor ki bazı ölçüler birbirine karışmaktadır. Ortaya konulan ölçüler, finanın azami genişliğini ölçmek için midir, yoksa fina ile şehrin arasındaki azami mesafe takdir etmek için midir?
Molla Hüsrev de, İbni Hümam’ın, İmam-ı Muhammed’den yapılan galve rivayetini, önce finanın sınırında, sonrada fina ile şehrin arasındaki azami mesafede kullanmasına aynı işkali getirmiş ve şunları söylemiştir:
Doğru olan bu mesafenin fina ile şehir arasındaki azami mesafe olmasıdır. Zira İmam-ı Azam Efendimiz ve birçok muhakkik finanın genişliği husussunda bir sınırlama yapmamıştır. Zira fina, şehirlerin büyüklüğüne ve küçüklüğüne göre değişir.[7]
Burada birbirine karışan başka noktalar da mevcuttur. Fina ile alakalı İmam-ı Ebu Yusuf’tan yapılan nakiller bir dış meydanı değil, sanki şehri kuşatan bir tebiyet alanını, bir menzil mesafesini takdir eden cinstendir.
Bu mesafelerin bir kısmı cuma namazının kılınabileceği uzaklık sadedinde zikredilmiştir. Seferilik ve ikamet bahsinde değil. Ayrıca, namazları kısaltmak için geçilmesi gerekip gerekmediği tartışılan finanın, şehri çevresinde birkaç mil veya birkaç fersah uzayan bir menzil olduğunu söyleyen kimse yoktur.
Bu mevzuların bu şekilde iç içe zikredilmesi birbirlerine yakın mevzular olmaları hasebiyledir. Bu mevzularda kullanılan mesafelerin ve gerekçelerin birbirleri ile aynı ve bazen de birbirlerine kıyasla ortaya konulduğu olmuştur.
Bir fersah, iki fersah, bir mil, iki mil, üç mil gibi mesafeler cumanın caiz olduğu uzaklıkta kullanıldığı gibi, cumaya gelmenin vacip olduğu mesafelerde de kullanılmıştır.[8]
Mesela İmam Ebu Yusuf’tan gelen bir rivayette şöyle denmiştir:
İkamet sınırında bulunan, yani seferi olanın vardığında mukim olduğu, mukim olanın da geçtiğinde seferi olduğu bir mahalde bulunan kişiye cumaya gelmek vaciptir.[9]
Burada, cumaya gelme mesafesi, şehir ile diğer mekânları ayıran fasılaya kıyas edilmiştir.
İmam-ı Muhammed’den gelen bir rivayet de şöyledir:
İmamın şehirden ayrılıp cumayı kıldırmasının caiz olduğu mevkilerde oturan kişilerin cumaya gelmesi vaciptir. Eğer cumanın caiz olmayacağı bir mevki ise, oranın ahalisine cumaya gelmek vacip değildir.[10]
Burada da, cumaya gelme mesafesi, cumanın caiz olacağı azami mesafeye kıyas edilmiştir.
İmam-ı Serahsi, şehir ile arasında bir galve veya daha fazla mesafe bulunan saha/namazgâhta cuma namazının kılınması ile alakalı şöyle bir itirazı naklederek cevap verir:
Eğer “Bu mekân, seferi bir kişi hakkında (yerleşim bölgelerinin dışında kalan) açık alan hükmünde değil midir? Öyle ki sefere çıkan kişi oradan geçerken namazını kısaltmalıdır. Seferden dönen kişi de oraya varınca namazını tam kılamaz. Öyleyse burası cuma namazı hususunda da şehrin dışı kabul edilmelidir.” denilirse
(Görüldüğü gibi itiraz sahibi Cuma kılma mesafesini mekânların birbirinden ayrılma mesafesine kıyaslamıştır.)
Şöyle cevap veririz: Bir şehrin finası, ahalinin o şehirde ikamet edebilmeleri ile alakalı bulunan ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla ayrılan bölgedir. Bu sayede o şehir ikamete elverişli hale gelmiş olur. Fina, kendisinde ikamet edilsin diye hazırlanmış bir bölge değildir. Seferinin namazı ise ikamet ile değişir. İkamet mahalli de evlerin bulunduğu yerdir. Cuma ve bayram namazlarını eda etmek bir ihtiyaçtır. Fina da ihtiyaçları karşılamak için ayrılmış mahal olduğu için, bu hususta şehrin içerisi hükmündedir.[11]
Diyebiliriz ki; imar edilmiş hususi bir mekân olsun veya olmasın, şehre çok da uzak olmayan bir mekânda cuma ve bayram namazlarını kılmak, ihtiyaca binaen caiz görülmüştür. Bu haldeki cemaat min veçhin şehirde sayılmaktadır. O mekân cuma hususunda hükmen şehre mülhaktır.
Cumanın sahih olacağı mesafe ayrı bir mevzu, seferilik ve ikamet hususunda fina ile şehri; şehir ile köyü ve şehirleri birbirinden ayıran mesafe ayrı bir mevzudur.
Esasen her bir mesafeyi takdir ederken ayrı kıstaslarla değerlendirmek daha hoştur.
Hall
Meseleyi toparlayacak olursak:
- Fina şehrin dış meydanı olarak hazırlanmış hususi bir mekândır. Genişliği şehirden şehre değişir. Her şehirde bulunmayabilir. Sefere çıkan kişinin namazları kısaltmak için geçmesi gerekip gerekmediği hususunda ihtilaf edilen fina burasıdır.
- İmam-ı Muhammed finanın genişliğini değil, fina ile şehir arasındaki azami mesafeyi galve ile belirlemiştir. Bu mesafenin ötesindeki finayı şehirden ayrı kabul etmiştir.
- İmam-ı Ebu Yusuf’un cuma namazı için zikrettiği mesafeler -hakeza İmam-ı Muhammed’in zikrettiği galve- insanların cuma ve bayram namazlarını eda edebilmek için ihtiyaca binaen çıktığı mesafedir. Bu manada kullanılan fina; bir nevi şehri halkalayan bir tesir mesafesi, bir menzil gibidir. Gittikleri yer hususi ayrılmış bir musalla da olabilir; herhangi bir mekân da olabilir. Cuma için bu mevkie gelen cemaat, şehirden tamamen ayrılmış kabul edilmez. Min veçhin şehirde addolunurlar.
- Cumaya gelme mesafesi ise bunların dışında bir bahistir. “Cuma namazına gelip, akşam evine bir külfet çekmeksizin dönebilecek olanlara cuma namazına iştirak vaciptir”[12] diyenler de olmuştur. Fakat bu kıstas ile ne cuma namazının kılınma mesafesi, nede şehirlerin ayrılma mesafesi ölçülmemiştir.
Finanın ne olduğunu öğrendikten sonra, seferilikte finayı geçmenin şart olup, olmadığı bahsine geçebiliriz.
Finayı Geçmek
Geçilmesinin şart olup olmadığı tartışılan fina, şehre ait mezarlık, musalla ve benzeri mekânların bulunduğu dış meydandır.
Meşayıhtan bazısı seferilik hükümlerinin başlaması için finanın da geçilmesini şart koşmuşlardır. Bazıları da bunun şart olmadığını ifade etmişlerdir.[13]
Muhit sahibi “şehre bitişik olan mahallelerin dışında bir mekânın geçilmesi şart değildir. Sahih olan budur.” demektedir.[14] İmam-ı Merğınani’nin kelamından da bu tercihi yaptığı anlaşılmaktadır.[15]
İmam-ı Serahsi’nin geride naklettiğimiz sözlerini hatırlayalım:
Bir şehrin finası, ahalinin o şehirde ikamet edebilmeleri ile alakalı bulunan ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla ayrılan bölgedir. Bu sayede o şehir ikamete elverişli hale gelmiş olur. Fina, kendisinde ikamet edilsin diye hazırlanmış bir bölge değildir. Seferinin namazı ise ikamet ile değişir. İkamet mahalli de evlerin bulunduğu yerdir.[16]
Kadıhan, “Eğer fina ile şehir arası bir galveden az ise ve arada ekin tarlaları yok ise geçmek şarttır. Yok, eğer fina ile şehir arası bir galveden fazla ise veya az olup arada ekin tarlaları gibi bir fasıla var ise, finayı geçmek şart değildir” diyerek iki görüşü cem etmiştir. Kadıhan’ın bu tercihi birçok kitapta itiraz edilmeksizin nakletmiştir.[17]
Hatta Şürumbulâli bu görüşü esas görüş gibi, bir nakil sığası olmaksızın metninde zikretmiştir.[18]
İmam-ı Serahsi’nin getirdiği illeti göz önünde bulundurursak finayı geçmenin şart olmaması daha münasip görünmektedir.
Şehirlerin sınırlarının belirlenmesi, seferîlik hükümlerinin tahakkuku bakımından mühimdir. Bu sınırların tespiti konusunda belirleyici etkenlerden biri de köprülerdir. Köprülerin bu hususiyeti ile ilgili detay ve hesaplamalara konuyla ilgili makalemizden ulaşabilirsiniz:
Seferîlikte Köprü Meselesi-1
İsmailağa Fıkıh Kurulu
Dipnotlar
[1] Burhanettin İbni Maze, el-Muhitu’l-burhani, c.2, s.158.
[2] Burhanettin İbni Maze, el-Muhitu’l-burhani, c.2, s.158.
[3] El-Kasani, Bedaiu’s-sanai’, c.1, s.260.
[4] Molla Hüsrev, Dürerü’l-hükkam, c.2 s.120.
[5] Burhanettin İbni Maze, el-Muhitu’l-burhani, c.2, s157.
[6] İbni Abidin, Reddü’l-muhtar, c.2, s.139.
[7] Molla Hüsrev, Dürerü’l-hükkam, c.2 s.120.
[8] Burhanettin İbni Maze, el-Muhitu’l-burhani, c.2, s157.
[9] Molla Hüsrev, Dürerü’l-hükkam, c.2 s.120.
[10] Burhanettin İbni Maze, el-Muhitu’l-burhani, c.2, s157.
[11] Es-Serahsi, el-Mebsut, c.2, s.121.
[12] El-Kasani, Bedaiu’s-sanai’, c.1, s.260; Molla Hüsrev, Dürerü’l-hükkam, c.2 s.120.
[13] İbni Nüceym, el-Bahru’r-raık, c.2, s.139.
[14] Burhanettin İbni Maze, el-Muhitu’l-burhani, c.2, s.87.
[15] El-Merğınani, el-Hidaye, c.1 s.81.
[16] Es-Serahsi, el-Mebsut, c.2, s.121.
[17] İbnu’l-Hümam, Fethu’l-Kadir, c.3, s.160; İbni Nüceym, el-Bahru’r-raık, c.2, s.139; Molla Hüsrev, Dürerü’l-hükkam, c.2 s.97; Şeyhzade (Abdurrahman b. Muhammet el-Geliboli), Mecmaü’l-enhur (Damat), c.1, s.238.
[18] Eş-Şürunbulâli, Nuru’l-izah, s.69.