Mevlânâ İmâm-ı Rabbânî (Kaddesallahu Sirrahu’-Samedânî) cemaatle namaz kılmanın değeri ve ehemmiyeti üzerine konuştu. Namazlarda saf düzeninin, namaz disiplini için lazım olduğunu temas buyurdu. Yani cami ve cemaatten bahisle mevzuyu bitirmişti. Şimdi cephedeki cemaatten bahsedecek. Onlar öyleydi. Onlar cami ile cepheyi bir araya getiren insanlardı. Hakiki manasıyla dervişlik budur. Bugün eğer buradaysak, yarın bir düşman istilâsı olduğu zaman, cephedeki, saftaki yerini alacaksın. Ama ezan okunduğu zaman, camideki saftaki yerini alamayan bir insanın, cephedeki safta yerini alması mümkün değil. Ne acayip bir tevafuktur. Önce namazdaki saf ve disipline temas buyurdu. Şimdi ise mektubu yazdığı adam savaşa gidiyor ve İmâm-ı Rabbânî (Kuddise Sirruhû) savaşı idare ediyor. Bir taraftan camiyi ve cemaati idare ediyor, bir taraftan cepheyi idare ediyor.
Sultan buyuruyor ki: “Ey bahtiyar adam! Muhammed Murad el-Bedahşî! Yapılan işler, bunlar sahih ve sağlam bir niyetle geçerli, kabul olur. ” Hangi işi yapıyorsan yap, öyle hemen dalma işin içerisine , önce bir dur, kafanda ve kalbinde sağlam bir niyeti hazırla, niyet ne oluyor; o işe girmeden önce Cenâb-ı Hak ile sanki bir sözleşme imzalıyormuş gibi oluyor. “Rabbim! Bak namaza gidiyorum. Allah’ım! Sana olan ahd-ü peymânımı tecdid ediyorum Allah’ım!”
Namazda böyle. Cepheye gidiyorsun diyelim. Atına binmeden önce Cenâb-ı Hakk’a bir haber yolluyormuşsun gibi, “Rabbim! Cepheye gidiyorum. Allah’ım! Silah kullanacağım Allah’ım! Beygirime kuvvet ver Allah’ım! Bana kuvvet ver Allah’ım! Yani Mevlâ, cephede bile kendisiyle meşgul olunduğunu bilecek. Önce bu gerekiyor.
İ‘lâ-yi Kelimetullâh
Şimdi ne diyor? Yapılan işler önce sağlam niyetle iktiran etmeli. Mutarrif ibni Abdillâh (Kuddise Sirruhû) buyuruyor ki: “Kalbin rahatlığı, iyiliği yapılan işin kalitesine bağlıdır. Yapılan işin rahatlığı, iyiliği ise niyete bağlıdır.” diyor. Eğer kalbinde bir rahatlık olsun, rehabilite olsun istiyorsan, yaptığın işte bir iyilik olacak diyor. İşin kalitesi ise niyete bağlıdır. Demek ki niyetle kul, Cenâb-ı Hak ile irtibata geçiyor. ”Rabbim! Seni unutmadım. Aha gidiyorum, beni bana bırakma!” demek oluyor. Niyetin rolü, faydası budur. Yapılan işler niyete iktiran eder.
Mademki savaşa gidiyorsunuz yani kendilerine savaş ilân edilebilir bir özellikte olan bir memleketin kâfirleriyle savaşa gidiyorsunuz, o zaman önce niyetinizi sağlama alın. Sağlam ve kaliteli imanla cepheye gidin. Hâce Parsâ (Kuddise Sirruhû)nun “Faslu’l-Hitap” eserinde buyurduğu gibi, Rubûbiyetten bir şey anlamayan Ubûdiyetten bir şey anlamaz. Mesele savaş değildir. Mesele orada Cenâb-ı Hakk’ın emrini yerine getirmektir. Kulluk ama camide devam edecek ama cephede devam edecek. Mesele budur. Silah kullanılması, kan dökülmesi, bunlar ikinci kademededir. Asıl iş Allâh-u Te‘âlâ’nın emrini yerine getirmektir. Acaba ubûdiyet noktasında burası nasıl düzene sokulacak. Asıl iş budur ve iş ancak böyle bereket veriyor veya feyiz, güç-kuvvet veriyor.
Abdullah ibni Mübârek (Rahimehullâh) buyuruyor ki: “Nice küçük işler vardır ama senin niyetin çok iyi, çok sağlam olduğundan dolayı o küçücük iş kocaman olur ve senin gözünde büyük gördüğün nice işler vardır. Senin bozuk niyetin onu ufacık kılar. ” Mademki dâru’l-harb düşmanlarıyla savaşa gidiyorsun öyleyse niyet noktasında kendinize bir bakın ki, müsmir, olgun neticeler hâsıl olsun sizin bu cihadınızdan. Şöhret için savaş yapılmaz. Ganimet sevdası için savaş yapılmaz. Şân-ı şöhret için, rütbe için, kürk için, yıldız için vesaire savaş yoktur. Onlar işin motifi gibidir ama asıl mesele niyette dile getirdiğindir, Rızâ-i Bârî’dir. Onun için, “Siz savaşa gidiyorsunuz, Ey Dervişler! Savaşa gidiyorsunuz madem, dâru’l-harbe ceng-ü cidâle gidiyorsunuz, bundan maksut, hedef nedir?” Bundan maksat Cenâb-ı Hakk’ın kelimesi “Lâ İlâhe İllallâh”ı yüceltmektir ve dinin düşmanlarını zayıflatmaktır.
Osmanlı Devleti, Allâh-u Te’âlâ hepsine gani gani rahmet eylesin! O devletin kuruluş mantığı buydu işte! Sultan Fatih ne güzel dile getiriyor o mantığı, o niyeti, o aşkı, o muhabbeti! Ne diyor?
İmtisâl-i câhidû fillâh olubdur niyyetüm,
Dîn-i İslâm’un mücerred gayretidür gayretüm,
Fazl-ı Hakk u himmet-i cünd-i ricâlullâh ile,
Ehl-i küfri serteser kahr eylemekdür niyyetüm,
Enbiyâ vü evliyâya istinâdum var benüm,
Lutf-ı Hak’dandur hemân ümmîd-i feth ü nusretüm,
Nefs ü mâl ile n’ola kılsam cihânda ictihâd,
Hamdülillah var gazâya sad hezârân ragbetüm,
Ey Muhammed mu’cizât-ı Ahmed-i Muhtâr ile,
Umaram gâlib ola a’dâ-yı dîne devletüm.
Senin kanın, damarlarındaki kan onun kanı. Tamam mı? Aynı şeyi yapmaya sende muktedirsin. Güven kendine!