أَعُوذُ بِاللّٰهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
وَاِذْ يَمْكُرُ بِكَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لِيُثْبِتُوكَ اَوْ يَقْتُلُوكَ اَوْ يُخْرِجُوكَۜ وَيَمْكُرُونَ وَيَمْكُرُ اللّٰهُۜ﴿
﴾وَاللّٰهُ خَيْرُ الْمَاكِر۪ينَ
“Hani o kâfir olmuş kimseler, seni tutup (bir evde hapsederek) bağlasınlar yahut seni öldürsünler ya da seni (Mekke’den sürgün edip) çıkarsınlar diye sana tuzak kuruyordu. Oysa onlar hile yapıyorlarken Allâh da (Müşrikleri Bedir’e çıkarıp, Müslümanları onlara az göstererek savaşa girişmelerini sağladıktan sonra kâfirleri bozguna uğratarak, onların) hileler(in)e karşılık veriyordu. Zaten hilelere karşılık verenlerin hayırlısı ancak Allâh’tır. (Nitekim O’nun mekri o kadar güçlüdür ki, ona nispetle kimsenin hile ve tuzağına itibar olunmaz.)”[1]
Bu âyet-i celîlenin sebeb-i nüzûlü: Ensâr denilen Medine-i Münevvere ahalisi İslâmiyet’i kabul edince, Mekke-i Mükerreme’deki Kureyş müşrikleri telâşa düştüler. Bundan dolayı hicret yapılmadan önce Dâru’n-Nedve’de toplanıp anlaşma yapıldı Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in hakkında. Şeytan da yaşlı, ihtiyar bir şahısmış gibi temessül ederek geldi. Dedi ki: “Ben sizin kararınızı duydum, ne diyorsunuz söyleyin, dinleyeyim. Ben de kendi reyimi size söyleyeyim.” İçlerinden biri: “Onu muhkem bir eve hapsedelim. Bir delik açalım oradan ölmeyecek kadar yiyecek içecek verelim.” Şeyh Necdî derhâl itiraza başladı: “Eğer siz onu öyle yaparsanız, kavmi gelir sizinle savaşta bulunur, onu kurtarırlar.” Bu sözü tasdik etiler. İkinci bir kişi kalktı: “Onu bir deveye bağlayıp aramızdan çıkaralım. Uzak yere gönderelim. Daha zarar veremez.” Şeyh Necdî yine itiraz etti: “Görmüyor musunuz, onun yüzündeki nuru gittiği yeri irşâd eder, adamlarını toplar gelir sizi yine ifsâd eder.” Bunun üzerine: “Evet, doğru söylüyorsun!” dediler. Üçüncü olarak Ebû Cehil kalktı, benim reyim şudur dedi: “Kureyş 12 kabiledir, her kabileden birer genç alınsın, hepsinin eline keskin kılıç verilsin, onu bir vuruşta öldürsünler. Kimin öldürdüğü belli olmaz. Artık Hâşimoğulları Kureyş ile muharebeye kadir olamaz, eğer diyet isterlerse onu verir rahat ederiz.” Şeyh Necdî bu kararı beğendi.
Bu âyet-i kerîme bunları anlatıyor. Bu yanlışlıkları yapanlar çok pişman ama iş işten geçmiştir. Şimdi bize anlatılıyor biz de aynı hataları yapmayalım.
Amel Îmânın Takviyesi ve İzhârıdır
Allah (Celle Celâluhû) bizi günah işlememiz için yaratmadı. İnsan beşerdir, ufak tefek hatalar yapar. “İnsan hata etmek ve unutmaktan mürekkeptir.” Mevlâ Te‘âlâ tövbe etmemizi istiyor. Bizi ana-babamızdan çok seven Rabbimiz (Celle Celâluhû) bizleri affetmek için âdeta bahane arıyor. Eğer tövbe etmezsek, intikam alır; Bosna Hersek gibi oluruz. Amel yapmayınca, i‘tikâd gider!
“Onlar üzerine Bizim âyetlerimiz sürekli okunduğu zaman (Acem diyârına sıkça gidip, Rüstem ve İsfendiyar hikâyelerini belleyen Nadr ibni Hâris gibiler Kur’ân’ı inkâr etmek üzere): ‘Gerçekten biz (Muhammed’in okuduklarını) işittik! Dileseydik işte bunun bir benzerini elbette biz de söylerdik. İşte bu, öncekilerin (uydurup) yazmış olduğu hikâyelerden başka bir şey değildir!’ dediler.”[2]
Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) Kur’ân-ı Kerîm okuyunca o zamanın şairleri şaşırıp bir şey diyemiyorlar. “Ümmi olduğu halde nasıl okuyor?” diye hayrete düşüyorlar. Onlardan münafık olanlar arasında, acemden birtakım asılsız kıssalar ve efsaneler getirmiş olanlar: “O size kitap okuyorsa, biz de size kitap getirdik. Biz de okuyabiliriz” dediler. Hâlbuki okuyamadılar. Arapça fasih bir lisandır.
“(Habîbim!) Hani (Nadr kâfiri Kur’ân’a masal deyince, sen: ‘Helâk olasın! Bu Allâh’ın kelâmıdır!’ demiştin de, o zaman) onlar: ‘Ey Allâh! Eğer işte bu (Kur’ân), Senin nezdinden (indirilmiş) olan hakkın ta kendisi ise, hemen gökten üzerimize taş yağdır ya da bize çok acı verici bir azap getir!’ demişlerdi.”[3]
“(Onlar azâbı çoktan hak etmişlerse de,) sen onların içindeyken Allâh onlara asla azap edecek değildir. (Senin aralarından ayrılmandan sonra da,) onla r(ın içerisinde kalan zayıf mü’minler) mağfiret isterlerken o (kâfir ola)nlar (îmân edip) istiğfarda bulunurlarken de Allâh onlara azap edici olmamıştır.”[4]
Ya Erhame’r-Râhimîn; i‘tikâd ve amel bakımından dostlarını takip etmeyi nasîb eyle! Cümlemizin dertlerine dermanlar nasîb eyle! Ümmet-i Muhammed’i Kur’ân’da cem eyle! Kur’ânî bir düzen nasîb eyle! Amîn!
Dipnotlar
[1] Enfâl Sûresi, 30.
[2] Enfâl Sûresi, 31.
[3] Enfâl Sûresi, 32.
[4] Enfâl Sûresi, 33.