Rasûlüllah (Sallâllâhu Teâlâ Aleyhi ve Sellem) buyuruyor ki, “Bütün insanlar helaktadır ancak ilim tahsil edenler müstesna, ilim tahsil edenlerde helaktadır ancak ilmiyle amel edenler müstesna, amel tahsil edenlerde helaktadır ancak ihlas ediciler helakta değildir. İhlas ediciler helaktadır ancak İhlası kazanmışlar helakta değildir. ”[1] İlminde nevileri vardır. Her ilmi talep etmek Allah (Celle Celâluhû)nun hoşuna gitmiyor.
Kendisinde besleme olmayan ve onda besmele demek ayıp sayılan ilmi çöpe at, cehenneme at. Aslında böyle insanların dünyada yaşama hakkı yokta imanlılar hürmetine yaşıyorlar. İlim odur ki başında besmelesi, hamdelesi, salatu selamı bulunan ve sonunda da “Sadakallahulazîm” (Büyük olan Allah doğru söyledi) ve “Söyleyen doğru söyledi” denilendir. Diğerleri ise angarya(fuzuli yük)dür. Bu sözler dünyada duyuluyor ama kulağa girmiyor ancak musalla taşında ve ondan sonraki seferde iyi anlaşılır.
Allah için Amel Etmek
Efendi Hazretlerinden (Kuddise Sirruhû) çeşitli ayetlerin nüktelerini (inceliklerini) dinliyorsunuz. Bunları dinlerken, “Ben bu ilimleri iyi öğreneyimde, başkasına söylerim. ” diye öğreniyorsan bu ilmin faydası sana azdır. Allah (Celle Celâluhû) için okuyanlar ve Allah (Celle Celâluhû) için o ilimle amel edenler müstesnadır. Yine bu amel edenlerde tehlikededir ama muhlesler müstesnadır. Muhles olan kimse nefsinin esaretinden azat olmuştur.
Bütün peygamberler muhles idiler. Ümmetleride o noktaya doğru tabi olmakla muhles olurlar. Sırf Allah (Celle Celâluhû) rızası için çalıştığımız herşey muhles olur. Gaye o noktaya doğru gayret sarf ederek adım atmaktır. Vaiz o kişidir ki, cemaatini sınıf sınıf kabul eder. Cemaatin içerisinde 40 seneden beri dinleyenler var. Ben ise 35 seneden beri Efendiyi dinliyorum. O halde konuşacağımız zaman bazen acemi bazen de nükteli konuşacağız.
Tasavvuf
Evvela şunu bileceğiz. Tarikat zevki bir iştir. Herkesin inanması şart değildir. Çünkü tarikat farz, vacip değildir. Kabul etmezse kafir olmaz. Yalnız bir insan tasavvufu kabul etse ne olur? Kabul etmese ne olur? Şöyle bir misal vereyim daha iyi anlaşılsın için. Seneler önce fırınlarda yumuşak ekmekler çıkmadan evvel mısır ekmeği yeniliyordu. Bu mısır ekmeği yumuşak olsun diye soya(ballı) fasulye katılırdı. Bu ekmeğe soya fasulyesi katılmayınca çok sert olurdu. Hatta bazı arkadaşlar diyor ki, “Annem bize o ekmeği testereyle kesip verirdi” Bu ekmeğin kabuklarını yemek çok zordur. Onu yerken ağzının gıncıkları incinir.
Bu ekmeğin kabuklarını saatlerce ağzında evirip çevireceksin ki yumuşasın. Bir bu ekmeği yemeyi düşün, birde yumuşak ekmek üzerine yağ, reçel, bal sürülmüş onu yiyorsun. Bu iki ekmeği yemek aynı mıdır? Yok. İşte tarikat sahibi olmayanla, Şeriat’in emir ve yasakları, yani farzı, vacibi, sünneti, müstehabı, edepleri sanki o kuru ekmeğin kabuğunu yercesine zor geliyor. Ama tarikat adamına ise o farzı, vacibi, sünneti, müstehabı, edepleri yapmak, haramlardan ve mekruhlardan kaçmak, o yumuşak ekmeğin üzerine yağ, bal sürülmüş gibi gelir.
Dipnotlar
[1] İmam Gazali, İhya, 4. s, 179