Cemaati müslim, ihvanı din, bugünkü dersimiz sevgili Allâh’ımızın kitabından Asr Sûresi ile onun habibinin bazı hadis-i şeriflerini ve Allâh (Celle Celâlühû) dostlarından İsmet Garibullah’ın (Kuddise Sirruhû) Risale-i Kutsiyesinden birkaç beyit okumakla değerlendirmeye çalışacağız. Vaaz edilecek kürsünün esas sahibi Hicaz’da bulunuyor. Madem geldiniz, boş dönmeyesiniz için biz de asıl o büyüklerin taklitçisi ve takipçisi olarak birkaç söz söyleyeceğiz. Bilmek hüner değil, iş birliğinin Allâh rızasına uygun olarak amel yapmaktır. Ve o noktaya doğru gitmektir.
Rasulullah (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) buyuruyor ki: ‘‘Bütün insanlar helaktadır ancak ilim tahsil edenler müstesna, ilim tahsil edenlerde helaktadır ancak ilmiyle amel edenler müstesna, amel tahsil edenlerde helaktadır ancak ihlas ediciler helakta değildir. İhlas ediciler helaktadır ancak ihlası kazanmışlar helakta değildir.’’[1] İlminde nevileri vardır. Her ilim talep etmek Allâh’ın (Celle Celâlühû) hoşuna gitmiyor. Kendisinde besmele olmayan ve onda besmele demek ayıp sayılan ilmi çöpe at, cehenneme at. Aslında böyle insanların dünyada yaşama hakkı yok da imanlılar hürmetine yaşıyorlar.
İlim odur ki başında besmelesi, hamdelesi, salat-u selamı bulunan ve sonunda da: Büyük olan Allâh doğru söyledi. Söyleyen doğru söyledi denilendir. Diğerleri ise angarya (fuzuli yük)’dır. Bu sözler dünyada duyuluyor ama kulağa girmiyor ancak musalla taşında ve ondan sonraki seferde iyi anlaşılır. Kızların bu gibi ilimleri okumaları caiz değil. Efendi Hazretleri erkekler için olan yerlerin de aleyhine konuşuyor. Ama erkeklerin okumalarına da imanlarını, itikatlarını ve amellerini muhafaza ederek okumalarına kerhan cevaz veriyor. Efendiyi (Kuddise Sirruhû) dinliyoruz ama anlamıyoruz. Kimi dinlediğimizi iyi bilelim. Senin genç delikanlı oğlun diploma aldı ama ateist (dinsiz) oldu. Buna razı olur musunuz? Yok. İşte o sohbetini dinlediğimiz Efendi Hazretleri (Kuddise Sirruhû) bütün Ümmet-i Muhammed’e (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) senin kendi oğluna olan merhametinden daha merhametlidir. Efendi Hazretlerinden (Kuddise Sirruhû) çeşitli ayetlerin nüktelerini (inceliklerini) dinliyorsunuz. Bunları dinlerken ben bu ilimleri iyi öğreneyim de başkasına söylerim diye öğreniyorsan bu ilmin faydası sana azdır. Allâh için okuyanlar ve Allâh için o ilimle amel edenler müstesnadır. Yine bu amel edenlerde tehlikelidir ancak muhlesler müstesnadır. Muhles olan kimse; nefsinin esaretinden azat olmuştur.
Bütün Peygamberler muhles idiler. Ümmetleri de o noktaya doğru tabi olmakla muhles olurlar. Sırf Allâh rızası için çalıştığımız her şey muhles olur. Gaye o noktaya doğru gaye sarf ederek adım atmaktır. Vaizci odur ki cemaatini sınıf sınıf kabul eder. Cemaatin içerisinde 40 seneden beri dinleyenler var. Ben ise 35 seneden beri Efendiyi dinliyorum. O halde konuşacağımız zaman bazen acemi bazen de nükteli konuşacağız.
Konuşacaklarımızın bazıları kapalı olur o 40 senelikler içindir. Bazılarının da acemice geçeceğiz oda yeniler içindir. Sizin gönlünüzde ne ihtiyaç varsa ona göre konuşulur. Eğer sen 50 senelik müride isen senin gönlünde daha çok feyiz ve diğerlerinin irşadına vesile olur. Bazen bir köye düğün sohbetine gidersiniz çok kalabalıklar fakat hiç konuşamazsınız.
Çünkü o sohbeti dinleyenler ya katı kalplilerdir veya kalpten inkâr ediyorlar. Bazen az bir cemaate gidersiniz daha güzel konuşursunuz. Çünkü orada dinleyenlerde ihlaslı kimselerdir. Risale-i Kutsiye’den sizlere bir beyit okuyacağım bu beyiti okumamın sebebi şu rabıtaya değiniyor. O hususta bazı şeyler konuşmak için okudum. Bana telefonlar geliyor, rabıtayı inkâr ediyorlar. Rabıta hakkında Ayet, Hadis var mıdır diye soruyorlar? Evvela şunu bileceğiz. Tarikat zevki bir iştir. Herkesin inanması şart değildir. Çünkü tarikat farz, vacip değildir. Kabul etmezse kâfir olmaz. Yalnız bir insan tasavvufu kabul etse ne olur, kabul etmese ne olur? Şöyle bir misal vereyim daha iyi anlaşılsın. Seneler önce fırınlarda yumuşak ekmekler çıkmadan evvel mısır ekmeği yeniliyordu. Bu mısır ekmeği yumuşak olsun diye soya (ballı) fasulye katılırdı. Bu ekmek bilekilerde yapılırdı. Bu ekmeğe soya fasulyesi katılmayınca çok sert olurdu. Hatta bazı arkadaşlar diyor ki annem biz o ekmeği testereyle kesip verirdi. Bu ekmeği kabuklarını yemek çok zordur. Onu yerken ağzının gıncıkları incinir.
Bu ekmeğin kabuklarını saatlerce ağzında evirip çevireceksin ki yumuşasın. Bir bu ekmeği yemeyi düşünün, bir de yumuşak ekmek üzerine yağ, reçel, bal sürülmüş onu yiyorsun. Bu iki ekmeği yemek aynı mıdır? Yok. İşte tarikat sahibi olmayana şeriatın emir ve yasakları yani farzı, vacibi, sünneti, müstehabi, edepleri sanki o kuru ekmeğin kabuğunu yercesine zor geliyor. Ama tarikat adamına ise, o farzı, vacibi, sünneti, müstehabı, edepleri yapmak haramlardan ve mekruhlardan kaçmak o yumuşak ekmeğin üzerine yağ, bal sürülmüş ekmeği yemek gibi gelir. Şimdi birçok gençler öğle namazının sünnetlerini kılmasam da olur? diyor. Bu Kur’ân-ı Kerim’de var mıdır? diyorlar. Böyle demelerinin sebebi, meşayıhın gönlünden bunların kalbine feyiz gelmediğinden ve zikirden meydana gelen yumuşaklık olmadığından onların şeri şerife karşı kalplerinde katılık var.
Belki namazı bile terk ediyor. Tarikat bu yumuşaklığa sebeptir. Onun için erbabından almak şartı ile kaidelerin riayet ederek tarikat lazımdır. Bazı yanlış yollar var onlardan bahsetmiyoruz. Rasulullah (Aleyhisselâm)dan sahabeye, sahabeden tabiine, tabiinden tebe-i tabiine ve öylece bu günümüze kadar elden ele gelen tarikattan bahsediyoruz.
Dipnotlar
[1] İmam Gazali, İhya, 4. s, 179