Cemaati müslimin, bugünkü yapacağımız dersimiz Bakara Suresi’nden okunan ayeti celileler ve devamı, Buhari’den hadis-i şerif ve devamı. Bir de İsmet Garibullah (Kuddise Sirruhû)nun risalesinden tesadüf eden birkaç beytini okuyup müzakere edeceğiz. Daha evvel bu kürsünün esas sahibi Efendi Hazretlerinden dinlediğiniz şeyleri bir defa daha hatırlamaya çalışacağız. Ancak şunu önce söyleyeyim size, bu caminin özelliğindendir ses çoğu zaman yankı yapıyor onun için birkaç kelimede olsa yavaş yavaş yapacağım.
Eğer niyetiniz vaaz dinlemekse konuşma işini ve muhabbetinizi sonraya bırakacaksınız. Önce vaazın evvelinde risaleyi kutsiyye’den okunuyor, sebebi her zaman söylenildiği gibi Marifetullah kapısından girmek veya pencereden içeriye bakabilmektir ve birtakım hakikatleri duyabilmek için. Çünkü Hazreti Ömer (Radiyallahu Anh) ahirete intikal ettiği gün oğlu Abdullah İbni Ömer buyurdu ki: “İlmin onda dokuzu ahirete göçtü bunu duyan sahir ashap ‘sadece senin babanda mı ilim vardı’ diye darıldıkları zaman Abdullah İbni Ömer ‘ben size fıkıh veya hayız, nifas ilminden bahsetmiyorum Marifetullah ilminden bahsediyorum, gönül ilminden bahsediyorum. Marifetullah ilminin Hazreti Ömer ile bir çok kısmının ahirete gittiğini söylüyorum’ dedi.
İşte o ilimlerden bir kapı aralamak tasavvuf ilminden bazı şeyleri hatırlamak niyetiyle bir beyit okuyacağız. Bundan 1,5 asır önce yaşamış Nakşi silsilesinin İsmet Garibullah (Kuddise Sirruhû) buyuruyor ki:”
Şeriat bilmeyen tarikat bilmez,
Tarikatta bilmeyen hakikat bilmez.
Hakikat bilmeyen, bilmez Şeriat;
nihayet istikametle Şeriat.
Şeriat habliyle (ipiyle) Hakk’a gidelim.
Cemali ba kemali seyredelim.
Şeriat, Allah’ın top yükün dinidir. Allah’ın peygamberleri ile gelenlere iman etmek Şeriattır. Asrının peygamberine teslim olan o devirin mümini olur. Kadınsa müminesi olur. Son Peygamber Muhammed Mustafa’dır. Son dini, Kur’an ve ahkamını getirdi. Bunu söylemek ve kalp ile tasdik iman oluyor. Çünkü Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)‘in şeri şerifi ondan evvel geçen peygamberlerinde şeriatini içine alıyor. Efendimizi kabullenmek bütün peygamberleri kabullenmek oluyor. Biz mükellefler bu şeri şerifi kabul veya ret hususunda birtakım gruplara ayrılıyoruz. Bu şeri şerifi kabul ederse mümin kabul etmezlerse kafir, müşrik, münafık oluyorlar. İnananlar da kendi aralarında sınıflaşıyorlar, bir insan var ki kalbinden inanmıştır ama nefsi henüz inanmamış emmare biçimindedir. Allah’a karşı terbiyesiz bir haldedir. Böyle bir müminin dini yaşaması suret oluyor. Kalbinin tasdiki ruhun tasdikini gerektiriyor. Bir de nefsin tasdik edecektir. Onun tasdik etmesiyle tam insan oluyorsun. Ruhun tasdikinin yanında nefsinde mutmainne oluyorsa şeri şerifin hakikat oluyor. Şeriat kişiye nispetle; 1. Yaşanması ya suret olur 2. Ya hakikat olur. Eğer nefis Şeriati kabul etmiyorsa suret, nefis kabul ediyorsa hakikat oluyor. Allah’a karşı vazifelerimizin yapılmasında ciddi bir Müslüman mıyız yoksa lanette miyiz? ‘Ben” diye işaret olunan nefsin kabullenmesi veya kabullenmemesi ile oluyor.
Şu dünyaya gelişimiz ve mezarla dünyayı terk etmemiz Mevla’yı bilmek ve ona ibadet etmek içindir. Bu hayata (doğuş ve gidişe) göre ahiret hayatımızı tanzim edilecek. O halde o vazifeyi en tamam şekilde yapmak en büyük vazifemizdir. Çünkü bununla ahiret hayatı temin edilecek. Burada işimize ciddi isek orda verilen nimetler ciddi olacak. Hangimiz dünyalık verilince istemeyiz, deriz. İnsan daima ilerisini arzu eder. Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bunu şöyle izah ediyor: “Âdem oğlunun iki vadi dolusu malı olsa, üçüncü bir vadi daha ister. Âdem oğlunun karnını doyurmaz, ancak toprak doyurur. Allah tövbe nasip eder tövbe edene.” Çukurbostan 24 dönüm arazidir, vadi ise Çukurbostan’dan çok daha geniş olur. Bu vadi, altınlar, beşi birlikler, pırlantalar, gümüşler dolu olsa insan ne diyor? İkinci bir vadi daha olsa. Hadi onu da verseler üçüncüyü ister. Bunu Allah’ın Rasulü buyuruyor o nefsinden konuşmaz. Necm Suresi, Sayfa:527 Ayet:3-4 “Rasulullah hevadan söz söylemez. O olmadı ancak bir vahiydir, vahyolunanı söyler.” Ey Beni Âdem! sen de ben de kanaat varsa doyarız yoksa doymayız. Dünyada bu kadar arzulu olan insan, ben cennete gireyim de suretle de idare ederim deyip ahiretin hakikatini ehven tutan laubalidir. Şeriatinde sureti var hakikati var. Eğer sen dersen ki suret olsun yeter o zaman hakikatten nasibin olmaz. İmanımızı, şeri şerifimizi, itikadımızı, amelimizi hakikate çıkarmanın yolu tarikatla oluyor. Tarikat, gönül sarayını yabancılardan temizlemektir. Hakikat, temizlenen saraya sahibinin tecelli etmesidir. Onun için tarikat lâzımdır. Tarikat şeri şerifin yardımcısıdır.
Hadis-i kutsi de ne buyuruluyor. “Beni semam ve arzım olmaz ancak mümin kulumun kalbi alır.” Bunları hep biliyoruz ama yaptığımız işler bilmediğimize işaret oluyor. Bilmek yetmiyor belki yapmak bile yetmiyor, illa ihlas istiyor. Biraz mürekkep yaladın diye bir şey oldu sanma. Bu nefis fındık faresi gibidir. Bu nefis dünyayı görünce ilmini de amelini de atar ahireti de unutur avam olur. Tasavvuf dediğimiz tarikat, Mevla’yı ziyadesiyle memnun etmek için en azından nefsi mutmainne etmek için lazımdır. Ey insan! dersin ki bidayette şeriat sonunda da şeriat lazımdır, o halde tarikatla hakikate ne lüzum var? Tarikat şeriatin ötesinde bir şey değildir. Tarikat şeriati ciddi bir şekilde yaşamaktır. Rasulullah’ı takip ve kopya eden mürşidi kamilin kalbinden feyz almaktır. Yalnız başına beceremezsin.
Dünya işlerini beceremiyorsun da ahiret işleri nasıl becereceksin? Mevla’ya ilk düşman kesilen nefsi emmaredir. Tarikat erbabına sofu deniyor. Cüneyd-i (Kuddise Sirruhu) tasavvufu şöyle tarif ediyor: “Alaka kurmadan Allah ile beraber olmandır.” Hiçbir şeye takılmadan kul olma kifayet ediyor. Sırf öz zatî pakı subhaniye ile oluyorsun bir şey için değil. Biz hep alaka ile Mevla’yı seviyoruz. Allah bana oğul verdi, ev verdi, ibadet ve feyiz verdi diye seviyoruz. Bunlar olmamalı. Tasavvufun aslına ulaşmaktır. Biz Kelime-i Tevhidi çekiyoruz ama gönül sahamıza bir nazar edici hakikat gözüyle baksa yalancısın der bize. La ilahe illallah derken, Allah’tan başka ilah yok ancak Allah var. Allah’tan başka istenilecek, yaslanılacak yok diyoruz ama hakikat gözüyle bakan olsa neler diyoruz neler.
Evlenmek derdi, çocuğu olmayanın çocuk derdi, çocuğu çoksa olmasın derdi, ilmi yoksa ilim alma derdi, ilim sahibi ise beğenilmek derdi vesaire var. Bunların tamamından silinmedikçe tevhit sadık olmaz. Bunlara Tasavvuf ehli olan zatlar şirk diyor. Bunlardan da gönül sahası temizlenmesi lazım. Sadece Mevla’nın öz zatî pakı subhaniyesinin sevgisi kalması lazım, hem de hayretle Mevla’nın cemalini müşahede etmen lazım. Uzaklık yakınlık düşünmeden illallah demelisin ki tevhit tamam olsun. İlla bu tevhidi kazanmak lazım, bu tevhidi yalnız başına kazanmak zordur. Onun için daha önce bu makamı kazanan bir mürşit gereklidir.
Bugünlerde tevhidin aleyhine televizyonda, videoda, radyoda, mecmuada, gazetede, dergide konuşuyorlar. Bunu da siz dinliyorsunuz veya okuyorsunuz. Zavallı adam bilmiyor, konuşuyor sen niye dinliyorsun. Hatta zavallı adam kendini kabullendirmek için ilah yerine koyuyor. Tarikatın aleyhinde konuşmak demek tevhidin aleyhine konuşmaktır. Tasavvuf olmasa ibadetin lezzeti olmaz.
Tasavvuf ehli olmayan insan namaz ibadetini yaparken Allah’u Ekber derken başka bir sürü işlerle uğraşır. Bataklıkta namaz kılmış oluyor. Tasavvuf ehli olan ibadetini yaparken Allahu Ekber derken Allah’tan başka kimse yok demiş oluyor. Kime ibadet ediyorsa sadece ona namaz kılmış oluyor.
Yunus Emre kitaptan okumakla anlaşılmaz. Onun gibi yaşayacaksın ki anlayasın. Maruful Kerhi (Kuddise Surruhu) tasavvufu şöyle tarif ediyor: “Tasavvuf hakikatleri almak (yakalamak) mahlukatın elinde olanlardan tamamen ümidi kesmektir. Mahlukattan ümidi kesecek ki Mevlaya ulaşabilsin. Bir büyük zat da tasavvufu şöyle tarif ediyor:” Tasavvufun hepsi edeptir.” Edep demek şeri şerifin gösterdiği doğrultuda yaşamaktır. Örf ve (adette) edep zannettiklerimiz edepsizlik olabilir. Örfteki edeple şeri şerifteki edebi karıştırma. Ölçü Allah’ın koyduğudur. Usulüne riayet etmeyen insan hakikati ulaşması mümkün değil.
Seri şerifin edep bölümü nedir? Mesela İşrak namazı kılmak neymiş? Rasulullah yapardı. İşrak namazı kılana bir hac, bir umre sevabı veriliyor. Kuşluk namazı kılmak, evvabin namazı kılmak, kabir nur namazı kılmak, (Halebinin sayfa 247′ yazıyor) teheccüd namazı kılmak hepsi edeptir.
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve sellem) yapmıştır. Öğlenin son sünnetini, yatsının son sünnetini dört kılalım müstahaptır. Bu meseleleri güzel hükümleriyle birlikte anlatırız ama Rasulullah’ın öbür sünnetlerini anlatmayız. Kayınvaliden İşrak namazını kılmasa küplere biniyorsun. Kayınvaliden sana dese ki, gelinim bir ev hanımı kocasının ihtiyacını görmesi sünnettir. Gelinim; Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) kadınların hak ve hukukunu anlatırken şöyle buyuruyor: “Kadının kocasının yemeğini pişirmesi, yemeğini hazırlaması, çamaşırını yıkaması, yatağını hazırlaması vesaire evdeki birliğin devamına ve birbirlerini sevmesine sebeptir.” Bunları yap dediği vakit diyorsun ki “Kaynanam beni işe davet ediyor.” Niye böyle oluyor? Bir mesele için kitaplara bakarken sünnetlere, edeplere titizsin de başka şeylerde niçin titiz değiliz? Her insan her hususta örnek alması lazım. Rasulullah, sade dinden anlar dünyadan anlamaz dediler mi? Ayşe Validemizle bile oynadı demediler mi? Resulullah’ın ciddi tarafı var bir de yumuşaklık tarafı. Ciddi tarafını alıyoruz da yumuşaklık tarafını niye almıyoruz? Anadolu’dan bir adam geliyor ama geldiğine pişman oluyor, böyle olmamalı. Madem İslamı yaşıyoruz birtakım şeyleri göz ardı etmek olmaz. Tarikatın gayesi nedir? Biraz bunu anlamamız gerek.
Süleyman Ata Hazretleri’nin dediği gibi: “Cümle yahşi ben yaman, cümle buğday ben saman.” (Herkes iyi ben yaman, herkes buğday ben saman.) Maalesef biz tersini diyoruz. Bu Nakşi tarikatının parolasıdır. Sen bu parolanın buyurduğu gibi olmuyorsun da bir de diyorsun ki ben tarikatta zirveye ulaştım. Sen havaya ulaştın. Sen kendi iddiana göre üstünlük hissediyorsun. Bizlere şikayetler geliyor, bir şey söyleyeceğim size. Anadolu’dan emanet kız ve erkek talebeler geliyor. Bunların bazıları zorlan geliyor. Onların havasına biraz ineceksin. Bir yerde ona anne, bir yerde baba, bir yerde abla, bir yerde kardeş vs. olacaksın. Belki lüks bir evden geldi sen ona medrese sevdireceksin. Bir tanesi de geliyor aylık veremiyor sen ona toplamda aylık veremiyor, sen ona toplumda aylık vermiyorsun diyorsun ve senin burada yemek yemeye hakkın yok burada bir şey yiyemezsin diyorsun. O kız daha okur mu? Kalsa da anne babasının hatırı için kalır. Efendi’ye bunları intikal ettirmeyi pek sevmeyiz. Çünkü pohpohlanmaya alışmışsınız. Yoksa hizmeti bırakmayı bile göze alabiliyoruz.
Bir şeyh bir şeyhe mektup yazmış; bizim tekkede mürit yok bize biraz mürid yolla diye. O şeyhde cevap vermiş; biz de şeyh çok istersen yollayayım. Aynen bunun gibi bizim de her birerlerimiz şeyh olmuşuz. “Her vaktin bir edebi, her halin bir edebi, her makamın bir edebi vardır.” Bu tasavufu yaşayan kimseye sofu derler. Cüneydi Bağdadi (Kuddise Sirruhu) sofuyu şöyle tarif ediyor: “Sofi toprak(arz) gibidir; her kötü şey ona atılır, fakat ondan ancak güzel olan her şey çıkar.” Sana hakaret ettikleri zaman sen güler yüz göstermen lazım. Maalesef biz tersini yapıyoruz. Bize güler yüz gösterine bile hakaret edebiliyoruz. Komşuluk hakkı da çok önemlidir. Sen eğer üst dairede oturuyorsan renkli çamaşırını yıkadığın zaman bakacaksın alt katta dairedeki komşunun balkonunda bir şey var mı? Onun beyaz çamaşırına sen renkli çamaşırının suyunu akıtamazsın.
Tasavvuf bunların tümünü içerir. Kullara hakkını hukukunu ödemedikçe Allah bizi kabul etmez. Sen tarikatta istediğin kadar ilerlediğini söyle. Bence Efendinin müritlerinde böyle şeyler olmaması lazım. Komşu, hakkını ahirette mutlaka alır senden. Komşunun yoluna çöp tenekesi koyamazsın. Başından aşağı kömür kıramazsın. Yukardan aşağı bir şey silkelememen lazım onun pencereleri açıkken. Sofu insan toprak gibi olmalı. Sana tükürük atanlara sen gül vermelisin.
Hoca efendi birazda kiracılar hakkında konuşur musunuz? Kiracı girerken kuzu gibi giriyor çıkarken kurt gibi oluyor. Ev sahibi ona çık dediği zaman diyor ki ben buna yapacağımı bilirim. Adamın ondan aldığı kiralar 30 milyon tamire başlayınca 50 milyon harcıyor. Bir sene, sana o evde oturulman için izin verilmişse bir sene sonra çıkman gerek. Yoksa o adamın evini gasp etmiş oluyorsun. Allah Teala izzetine yemin ediyor, üzerinde zerre kadar hakkı olanı o hak ödenmedikçe cennete sokmak buyuruyor. Hoca efendi ben evimde Kur’an okutuyorum bana kızıyorlar. Sen evde Kur’an okutuyorsun ama giren çıkanlar nasıl girip çıkıyor? Seslerine dikkat ediyorlar mı? Bizler bunun içinde olduğumuz halde hazmedemiyoruz ya olmayan nasıl hazmetsin?
Şeriati bilmeyen tarikat bilmez, tarikatı da bilmeyen hakikat bilmez. Hakikati bilmeyen de Şeriati bilmez. Tarikatla hakikatten maksat Şeriattır. Tarikatla hakikati bilemezsen sen şeri şerifin inceliklerini ulaşamazsın. Şeriat Allah’ın hazinesidir, tarikatta anahtarıdır onun için illa anahtar lazımdır.
Bid’atlerle beraber nefsi terbiyeye çalışıyor. Maalesef olmaz. Ben o bid’atten yaparken bana feyiz ve ağlamak geliyor. O ağlamaklar sana şeytandan geliyor ve istidractır, yani kişiyi derece derece helaka götürmektir. Sen Efendi’yi yakinen tanıyorsun ve onun müridisin sen hala bi’atlerle mesafe kat edeceğini mi zannediyorsun? Yanlıştır bu. Sana birçok mübahlar bile yasakken ya bid’atlerle nasıl olur? O bid’atler avamlar için belki faydalı görünebilir.
Ama sen neredesin düşünsene. Mesela başını hiç kapatmayan bir kişi eğer başını ipek bir başörtü ile kapatıyorsa onun için faydalıdır. Çamurun içinde olan kişi bir karış ilerlemişse onun için faydalıdır ama senin için olmaz. Sen çarşaflısın senin ipek başörtülerle dışarı çıkman hiç mi hiç olmaz. Sen ona örnek olacaksın o sana değil. Senin radyolarla, videolarla ve zaruretsiz telefonlarla konuşman doğru değildir. Ders ayetine geliyoruz.
Bakara Suresi, Sayfa:33, Ayet:207 “İnsanlardan bazıları vardır ki, Allah Taela’nın rızasını talep için, nefsini satar(canını feda eder) Allah Teala ise, kullarına çok re’fetli (esirgeyici)’dir.” Bu ayeti celile Suheybi Rumi Hazretleri hakkında nazil olmuştur. Bu zat 100 yaşında olduğu halde Medine-i Münevvere’de bulunan Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve sellem)‘e hicret için Mekke’den çıktığında Kureyş müşriklerinden bir cemaat peşine düşerek, beraberinde bulunanlardan bir cemaati öldürmüşlerdi. Bu zat ise pek isabetli atıcıydı, yanında da okları bulunuyordu. Peşine düşen Kureyş cemaatine dönerek: “Ey Kureyş güruhu! siz elbette içinizdeki en isabetli atıcılardan olduğumu biliyorsunuz. Vallahi oklarımdan her birini sizin birinizin kalbine saplarım ve Allah’a yemin olsun ki, yanımdaki oklardan her birini atmadıkça ve sonra, kılıcım elimde kaldığı müddetçe onunla vurmadıkça siz bana ulaşamazsınız. Sonra istediğinizi yapın. Benim sizinle Mekke’de bulunmam size bir fayda vermez. Yani hicretime mâni olmayın, zira ben piri faniyim. Benim Mekke’deki evimde malım vardır, dönün onu alın, beni benimle baş başa bırakın.” dedi.
Onlarda öyle yaptılar ve döndüler. Kendisi Medine-i Münevver’e’ye doğru yürüdü. Medine’ye Münevver’e’ye gelince Ebubekir Sıddık (Radiyallahu Anh) onu karşılayarak: “Ya Suheyb alışverişin çok kârlı oldu, dedi. Bunun üzerine Suheyb (Radiyallau Anh), Ebubekir Sıddık (Radiyallahu Anh)’a:” Hangi alışverişten bahsediyorsun.” deyince Ebu Bekir Sıddık kendisi hakkında bu ayeti celile nazil olduğunu ona haber verdi. Hazreti Suheyb bununla çok ferahlandı daha sonra Efendimizin huzuruna girince Efendimiz: “Ya Ebâ Yahya! alışverişin karlı oldu, alışverişin karlı oldu.” diye buyurdular. Müminler kendi ihtiyarları ile nefislerini cennet karşılığında sattılar. Veliler kendi ihtiyarlarıyla nefislerini Allah’ın zatî rızası için sattılar. Bunların birisi cennet birisi rıza kazandı ikisi aynı mı? Değil.
Bir mesele anlatayım size; askerliğini yapmış bir genç evleniyor. Düğünden evvel bütün eşya alınmış evi donanmış nikah olmuş. Zifaf akşamı damat eve geliyor bakıyor ki gelin yok. Anasına soruyor, ana bu odanın sahibi nerede? Annesi de gelecek oğlum o eşyalar yetmez mi sana onlarla idare et diyor. Bu damat bey böyle odaya kaç gün sabreder, illa hanımına arar. Cennette aynı, cennette her şeyi ile süslenmiş var ama hani sahibi? Odada gelin nasıl lazımsa cennette de rızaullah, cemalullah lazım. Böyle bir sırdan haberi olmayan cennete gireyim de ne olursa olsun der.
Ben rızaullah için geldi onu ne ile kazanacaksak onun talibi olacağız. Onun için de şeriatın farzını, vacibini, sünnetini, müstehabını, adabına yerine getireceğiz. Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve sellem) buyuruyor ki:” Ey Enes eğer sen ebedi olarak abdestli kalmaya gücün yetiyorsa hep öyle ol. Çünkü Azrail (Aleyhisselam) bir kulun ruhunu aldığında abdestli ise ona şehitlik rütbesi yazılır.
Gelip bize diyorlar ki: “Hoca Efendi işimiz noksan gidiyor bize dua eder misin?” Ben de onlara diyorum ki:” Beyin de sen de abdestli olun” çünkü işi noksan olanlara Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) buyur ki: “Takva üzere ol ve şu duaya çok devam et.” (İsyandan dönüş yok ve itaat etmeye de kuvvet yok ancak ziyade yüce ve büyük olan Allah ile var.) Takva olmak dünyalığın genişlemesine sebeptir. Takva demek haramlardan mekruhlardan perhiz demektir. Herkes işyerine kadın alıyor hatta takvası da kadın alıyor. Neden alıyorsunuz? Diye sorunca diyorlar ki; kadınlar az maaşa razı oluyorlar ve huyları yumuşak oluyor. Sekreter bir kadınla yazıhanede sabahtan akşama kadar kalınır mı? Böyle para kazanmak caiz değil. Eğer ihtiyacın varsa caminin kapısında dinlenmene cevaz var ama erkekler arasında çalışmana cevaz yok. Yolcuyuz ahirette bir gün bunlar sorulacak bize. İnsan malını önce gönülden terk etmeli, elinden çıkart demiyorlar hiç olmazsa çıkartmalı. Şimdiki daha işte onu yapamıyor eskiden yaparlardı. Sonra çocuk sevgi gönülden çıkartmalı daha sonra da nefsi terk etmek lazım. Mal sevgisi gönülden çıkınca Mevla’nın fiilleri sen de tecelli eder yani tahlik, terzik, ihya, imate sen de kaim olur. Çocuk sevgisi gönülden çıkınca Mevlanın sıfatları sen de tecelli eder. Yani; hayat, ilim, semi, basar, irade, kudret, kelam, tekvin sıfatlarının hakikati sende tecelli eder. Nefsi terk edince de o zaman Mevlanın zatî sana tecelli eder. Akıllı kimseye lazım olan, Allah’ı çok zevkli zikretmektir. Mevla ile alaka kurmaktır. Zikrin aleyhinde olursan olmaz. Tecelli fiil, tecelli sifat ve tecelli zat sende olması için Mevlâyı çok zikretmen gerek. Birçokları kendileri istihare yaparak ders almıştır ama devam etmemiştir. Tarikat sana başlangıçta vacip değildi ama ihlas lazımdı.
Bunu anladın tarikat aldın niye yapmıyorsun. Tarikat dersi olan kişi demek istiyor ki, Yarabbi sana yakın olmak ve senin sevgini tahsil etmek istiyorum sonra da tarikat dersini bırakmakla Yarabbi ben yakın olmak istemiyorum diyorsun. O zaman sen zarardasın. Bu caiz mi? Her gün söz verdin şu kadar Kur’an okuyacağım şu kadar selatu selam getireceğim diye niye yapmıyorsun? Yaklaşık her hafta 50,100 kişiye ders veriliyor fakat yüksek derslerden ders değiştiren pek az.
Demek ki ileri dersler terk ediliyor. Çoluk çocuğa karıştım diyor. Bu kapıya girince iyi bekle terk etme. Sen de ki güneşi fark edemiyor musun? Güneşten niye kaçıyorsun? Sendeki güneşe iyi bekle. Adam diyor ki Çeçenistan bir avuç millet Rusya’ya kan kusturuyor nasıl oluyor bu? Çünkü onların temelinde tarikatlar var. Rabıta, zikir, murakaba sade senin menfaatine değil bütün insanlara menfaatlidir. İnsan bastığı dalı kesmemeli. Mevla’nın sevgisinden, yakınlığından mahrum olmamalı. Madem tarikat dersi almıyorsun bari aleyhine konuşma.
Ders Ayeti:208 “Ey iman edenler! hep birden İslam’a girin ve şeytanın adımlarına uymayın, zira şüphe yok ki o, sizin için apaçık bir düşmandır?” Bu ayeti celile, Abdullah İbni Selam ve arkadaşları hakkında nazil olmuştur. Şöyle ki, onlar Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve sellem)‘e inandıkları halde evvelce uymuş oldukları Musa (Aleyhisselam)‘ın şeriatindeki bazı adetlerini terk edemeyerek cumartesi gününe tâzimde bulunuyorlar; deve eti ve sütünü çirkin görüyorlardı. Müslümanlar onların bu haline karşı gelince onlar; biz iki dinle de amel etmeye kadiriz, gücümüz yeter diyorlardı.
İslam dini geldi öbürlerini neshetti. Yegâne geçerli olan Kur’an’ ahkamıdır. Umumi manasında bize işaret var. “Ey müminler İslam’a tam girin, örf ve adetle değil. İşine geleni alıp gelmeyeni atmayın.” Bazıları diyor ki; “Biz lazık düğünlerimizde kemençe çalarız, horon teperiz, içki içeriz.” İslam geldi mi hepsi yok oldu.
Çerkezler, Abazalar da yabancı erkekle yabancı kadın şehevi şeyleri konuşuyor. Bu olur mu? İslam geldi hepsi gitti. Bir şey ki İslam’a ters düşüyorsa reddedilir. Birisi anlatıyor: “Benimde nişanlım Çerkezlerdendi. Baktım nişanlım masada yabancı bir erkekle her şeyi konuşuyor. Bu benim hanımım değil mi dedim, evet dediler. Bizde adettir şehevi şeyler konuşulur. Öyle adet cehennemin dibine. Adetler İslâma ters düşüyorsa reddederiz, ters düşmüyorsa yapabiliriz. İnsan huyundan geçmiyor. Allah güneş gibi parlak din gönderdi, senin anandan babandan kalmış olan nedir? Trakya tarafında da amca kızı, teyze kızı, hala kızı vs almazlar. Alma ama onlarla evlenmenin helal olduğunu bil. Teyze annenin yarısıdır ama kızı yabancı, nikah düşer. Sen Rabbinin ölçüsünü al diğerini at. Bu hakikatler söylendikten sonra insan daha örf ve adetlere uyar mı?
Ders Ayeti:209, “Artık size bunca beyyine (akli ve nakli açık deliller) geldikten sonra, yine kayarsanız (gösterilen yoldan çıkarsanız), artık bilin ki şüphesiz Allah-u Teala aziz (cümle aleme galip bir uludur. Binaenaleyh onun sizden intikam almasına hiçbir şey mâni olamaz, sizlere layık olduğunuz cezayı verir ve o Halik-i zişan)’dir. Hâkim (her emri her yaptığı bir hikmet ve maslahata dayalıdır.)
Ders Ayeti:210, “Onlar (İslam’a girmeyenler) ancak (beyaz) buluttan gölgeler içinde Allah’ın (yaratılanlara benzemekten münezzeh olarak kendine yakışan bir şekilde kendisinin veya emir ve azabının) meleklerle birlikte onlara gelmesini ve (kıyamet koparak helak edilme) iş(lerin)in bitirivermesini mi bekliyorlar? Halbuki bütün işler ancak Allah-u Teala’ya döndürülecektir”. Bu ayet müteşebbis ayetlerindendir. Müteşabih ayetlerine karşı Ehlisünnet ve’l-cemaat itikadından başka itikadımız olmasın. Allah arşın üzerine yerleşti yanında da Rasulullah’a yer ayırdı demek küfürdür. Arş yaratılmadan Allah nerede idi? Nerede oturuyordu? Arşda, yerlerde mahluk değil mi? Hazreti Ali’ye sordular. O da; “Arş yoktu, Allah vardı. Arş var yine Allah var?” Bu ders ayetine Selefi Salihin zahir manasını verdiler, karıştırmadılar. Sonradan gelen âlimler ve münafıklar karıştırmasın diye. Muhkem ayetlerle çakışmayacak şekilde tevil ettiler. (Bu ayeti celilenin hakkında, Furkan cilt ikide bir uzun hadisi şerif var. Oradan mütaala edersiniz.) Hoca Efendi yedigün içilir mi? Cevap; bir şeyde şüphe varsa kaçmak daha evladır o içeceklerde en az boya var. Başlangıçta hoş olur ama sonra boş olur. Bir şeyden kaçmak için illa haram olması şart değildir. Burada çok sualler sordunuz, cevap vermek için vakit yok.
Ya Erhamerrahimin eğer bu kağıtlarda sual soruluyorsa bilmediklerini öğret onlara, dua istiyorlarsa istediklerini ver onlara, hasta iseler hastalıklarına şifa ver, borçlu iseler borçlarına eda eyle. Cenabı Hak kendi rızası için toplanmak ve dağılmak ihsan eylesin. Amin.