Lügatta, efendi, reis, mevlâ, sahip gibi manalara gelmektedir. Istılahta ise, Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)’in Hz. Ali (Radiyallâhu Anh) ile Fâtıma (Radiyallâhu Anhâ)dan doğan torunlarıyla onların neslinden olanlar için ünvan olarak kullanılır. Rasûlüllah (Sallâllâhu Teâlâ Aleyhi ve Sellem), seyyid kelimesini, günlerin efendisi manasında, Cuma günü için kullanmıştır. Ayrıca, istiğfarların en güzeli manasında, Seyyidül İstiğfar adında bir dua mevcuttur.
Ayrıca ““Ben Âdemoğullarının seyyidiyim”[1] ve “Ben kıyamet gününde insanların seyyidiyim”[2] gibi hadîs-i şerifler mevcuttur. Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in sevgili torunları, Hasan (Radiyallâhu Anh) ve Hüseyin (Radiyallâhu Anh) hakkında gene hadîslerde aynı kelime kullanılmıştır: “Hasan ve Hüseyin cennet ehlinin gençlerinin iki seyyididirler. “[3] ve “Biz, Abdulmuttalib’in çocukları cennet ehlinin seyyidleriyiz. Ben, Hamza, Ali, Cafer, Hasan, Hüseyin ve Mehdî”[4] sözlerinde, seyyid kelimesinin ilk olarak, Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) tarafından, torunları için kullanıldığı görülmektedir.
Şeriflik Ünvanı
969 yılından sonra, Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in soyundan olan seyyidler, Hasan (Radiyallâhu Anh) ve Hüseyin (Radiyallâhu Anh)ın neslinden gelenler olarak ikiye ayrılmıştır. Hasan (Radiyallâhu Anh)ın soyundan gelenler “Şerif” olarak, Hüseyin (Radiyallâhu Anh)dan gelenler ise “Seyyid” olarak kayıtlanmıştır. İki ünvanı birden kullanan seyyidler de olmuştur. [5]Seyyid ve Şeriflerin bir kısmı, Hicaz bölgesinde kalmıştır. Diğerleri ise muhtelif İslâm beldelerine dağılmış ve orada gerekli hürmet ve saygıyı görmüştür.
Seyyid ve Şeriflere ilk gösterilen hürmet ve ayrıcalık, Hazreti Ömer (Radiyallâhu Anh) tarafından gösterilmiştir. Halifeliği sırasında Bedir Savaşı’na katılanların çocuklarına ikişer bin dirhem tahsis ederken, Hasan (Radiyallâhu Anh) ve Hüseyin (Radiyallâhu Anh)a beşer bin dirhem tahsis etmiştir. İmam-ı Azâm Ebû Hanîfe (Rahimehullah)ın, seyyidlere maddî destekte bulunduğu ve talebelerini buna teşvik ettiği ve Ahmed bin Hanbel (Rahimehullah)ın da seyyidlerin önünde yürümemeye özen gösterdiği rivayet edilir. [6]
Nakîbul Eşraf Müessesesi
Seyyid olan kişilere gerekli hürmet ve hizmetin yapılması, sahte seyyidlik iddiasında bulunanların belirlenmesi amacıyla, birçok İslâm ülkesinde müesseseler kurulmuştur. Bu resmî kurumlar Nakîbul Eşraf, Nakîb-ı Nukaba ve Nakîbu’l-Ensâb gibi isimlerle anılmış ve seyyidlere gerekli ayrıcalıkların tanınması yönünde hizmet etmişlerdir. Ayrıca bu ayrıcalıkları hak etmeyen, yalan yere seyyidlik iddiasında bulunan kişilerle mücadele edilmiştir.
Osmanlılar zamanında da seyyidler, hürmet görmüş ve halkın içindeki üstün ve muhterem yerlerini korumaları için, Yıldırım Bayezid Han tarafından, Nakıbul-Eşraflık adı altında bir memuriyet kurulmuştur. Daha sonraları II. Bayezid Han tarafından geliştirilen Nakıbul-Eşraf müessesesi, Müftil-Enam ve Şeyhül-İslam’dan sonra en yüksek makam olarak kabul edilmiştir.
Yeşil Sarık
İslâm dünyasında, Seyyidlerin özel bir kıyafet giymesi ve diğer insanlardan ayrı görülmesi bir gelenek haline gelmişti. İlk olarak Abbâsî Halifesi Hârûnürreşîd tarafından, seyyidlerin yeşil cübbe kullanmaları ve yeşil sarık sarmaları istenmiştir. Memlük Sultanı El-Melikü’l-Eşref, seyyidlerin yeşil sarık sarmalarını talep etmişti. Osmanlılar zamanında bu kurallara uyulmuş ve seyyidlerden yeşil sarık sarmaları istenmiştir. [7]
Dipnotlar
[1] Ebû Dâvûd, “Sünnet”, 13
[2] Buhârî, “Enbiyâʾ”, 3
[3] Tirmizi, Menâsık, 31
[4] İbn Mace, Fiten, 34”
[5] Kalkaşendî, IV, 281
[6] İbn Hacer El-Heytemî, s. 274
[7] Osmanlıda Seyyidler ve Şerifler, s. 77