Ebû’t-Tufeyl Âmir b. Vâsile b. Abdillâh el-Leysî el-Kinânî (19 Eylül 718)
‘’Hazreti Peygamber (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)i Vedâ Haccında, Kâbe-i Muazzama’yı tavâf ederken ve âsası ile rükni selamlarken gördüm’’[1], ‘’(şu anda) O’nu benden başka gören bir kimse yoktur’’[2] diyerek, kendisinden sonra hiç kimsenin erişemeyeceği sahâbî olma şerefini izhâr eden, Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in hilyesinden haber veren gıpta ve iftihar vesilesi o büyük ve mübârek zât…
Son sahâbî olduğu konusunda ittifak edilmiş bulunulan Ebu’t-Tufeyl Âmir b. Vâsile el-Leysî (Radıyallâhu Anh) bir yönüyle Peygamber Efendimiz (Aleyhissalâtu Vesselâm)ın ğaybî ihbârındandır.[3] Peygamberlerin (Aleyhimüsselâm) dahi gayb bilgisine muttali olabilmelerini[4] mümkün görmeyenler şöyle dursun, Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in yüz yıl evvelinden haber verdiği hadiselerden birisi de Âmir b. Vâsile Hazretlerinin vefatıdır.
Abdullah İbnu Ömer Radıyallâhu Anh’tan şöyle rivâyet edilmiştir:
‘’Rasûlullâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) hayatının sonunda bir kere bize yatsı namazını kıldırdı. Selâm verince ayağa kalktı ve: “Bu gecenizi görüyorsunuz ya, işte bu gecenizden itibaren yüz sene başında (bu gün) yeryüzünde olanlardan hiçbir kimse kalmayacaktır” buyurdu.’’[5]
Şârihlerin aktarmış oldukları bilgilere göre bu hadis-i şerif, Efendimiz (Aleyhissalâtu Vesselâm)ın vefatından birkaç gün evvel vârid olmuştur.[6] Âmir b. Vâsile Hazretlerinin vefâtı da Efendimiz (Aleyhissalâtu Vesselâm)ın hicrî 10. Seneden yüz sene sonra yani 110 senesindedir.[7] Sahâbîlerin vefâtı, yerleşim yerlerine göre sınıflandırılmışsa da, bütün yerleşim birimleri esas alındığında ortaya çıkan verilere göre nihai bilgi, en son vefât eden sahâbînin Âmir b. Vâsile Hazretleri olduğudur. Bu konudaki ittifak, Âmir İbnu Vâsile’nin vefatından sonra Sahâbî olduğunu iddia edenlerin ‘’yalancı’’ olarak nitelendirilmesini zorunlu kılmıştır.[8] Bu yönüyle İlim tarihi açısından da; Sahâbe neslinin sona ermesi, Tâbiîn devrinin tespiti ve Etbâu’t-Tâbiîn devrinin başlangıcı açısından belirleyici bir şahsiyet olmuştur.
Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) ile birlikte sekiz sene hayat sürdüğü, Uhud senesinde doğduğu konusunda ittifak edilmiştir. Bedir Gazvesinde çocuk olduğu yönünde haberler yer alsa da, bu haberlerin doğru olmadığı, bunun Bedir değil de Huneyn olması gerektiği kaydedilmiştir.[9]
Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)den yirmi kadar hadis rivâyet etmiş, ayrıca bir kısmı sahâbeden, bir kısmı Tâbiînden olmak üzere 16 kişiden hadis almış, yaklaşık 32 kişiye hadis rivayet etmiştir. Râşid hâlifelerin üçü başta olmak üzere, büyük sahâbîlerden hadis aktarmıştır.
Hazreti Ali (Radıyallâhu Anh)ın taraftarlarından olup, onun şehadetine kadar muharebelerde onun yanında yer almış ve sancağını taşıdığı haber verilmiştir. O’nun şehadetinin ardından Hazreti Muaviye’nin daveti üzerine onunla görüştüğü, Kerbelâ faciası sonrası, Hazreti Hüseyin ve beraberindeki Ehl-i Beyt mensuplarının hakkının iadesi için mücadele etmiştir. Hayatının kalan kısmını Mekke-i Mükerreme’de geçirmiş ve burada vefât etmiştir.
İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (Rahimehullâh)ın da kendisiyle görüştüğü ve hadis rivâyet ettiği belirtilmiştir.[10] İlmin ve cihadın yanında, şiirle de ilgilenmiş, şiirlerinin bir mecmuada toplandığı kaydedilmiştir.
Kaynakça
[1] Müslim, “Hac”, 257
[2] Müslim, “Fazîletler”, 99
[3] İhbâr-i Ğaybî: Gayb bilgisi kapsamına giren alandan münhasıran gelecekte gerçekleşecek hadiselerden haber verme.
[4] Kur’ân-ı Azîmüşşân’da yer alan bazı âyet-i kerîmelerde gaybden hiç kimseye bir şey bildirilmeyeceği ifade edilirken, bazı âyet-i kerîmelerde rasûllerin bu mutlak hükümden istisnâ edildiği beyan edilmektedir. Kur’ân-ı Kerîm’de ayrıca Peygamber olmayan bazı kimselere de Allah Te’âlâ’nın gaybden bildirebileceğine/bildirdiğine delâlet eden âyetlerin de yer almış olması vesilesiyle Allah Te’âlâ’nın bildirmesi sonucu (peygamber olsun ya da velî olsun) kulların bazı gaybî bilgilere muttali olabilecekleri hükmüne varılmıştır. Konunun hakkıyla anlaşılabilmesi açısından buraya alacağımız iktibas kifayet edecektir.
‘’(O,) bütün gaybları bilendir! Öyle ki, gaybını kimseye açıklamaz!’’
‘’Ancak (bazı gaybları bildirmek üzere seçip) râzı olmuş olduğu bir rasûl müstesnâ! Zira muhakkak ki O, onun önünden ve ardından gözetleyen birtakım bekçiler dizer (de, onlar, vahyi tebliğ edinceye kadar onu şeytanların vesveselerinden ve katmalarından korurlar)!’’ (Cin Sûresi, 72/26-27)
Bazıları bu âyetten yola çıkıp; kerâmet olarak evliyâullâha birtakım gaybların bildirilebileceğini inkâr etmişlerdir. Oysa bu, büyük bir cehâletten kaynaklanmaktadır. Zira bu âyet-i kerîmenin zâhirine bakılarak, gaybların sadece rasûllere bildirildiği hükmüne varılacak olsa, meleklere de, nebîlere de hiçbir gaybın bildirilmediğini kabullenmek gerekir. Dolayısıyla burada “Allâh-u Te’âlâ’nın, bütün gayıplarını rasûllerine bildirdiği” manası çıkarılamayacağı gibi, “Rasûl olmayan ne meleğe, ne nebîye ne de velîye hiçbir gaybı bildirmeyeceği” hükmüne de varılamaz. Nitekim Hızır (Aleyhisselâm) gibi peygamberliği ihtilaflı olan bir zata nice gayıpların bildirildiği Kur’ân-ı Kerim’in açık beyanları ile sabittir. Ayrıca Sahîhayn’da: “Geçmiş ümmetlerde olduğu gibi, bu ümmette de ilhama mazhar muhaddes kullar bulunduğu” bildirilmiştir. (Buhârî, Enbiyâ: 52, No: 3282, 3/1279, Müslim, Fezâilü’s-sa habe: 2, No: 2398, 4/1864) O halde burada peygamberlere tahsis edilen bildirme, vasıtasız olarak sadece vahiy yoluyla olan ayan-beyan bir bildirme şeklidir, velîlere ise; rüya, sahih keşif, ferâset ya da ilham gibi vasıtalarla bazı gaybî konular bildirilmektedir. Ama bu, peygamberlere bildirilen gibi kesin ilim ifade etmez. Ayrıca bu bildirim, rasûle asâleten, velîye ise tebe’iyyet yoluyla yapıldığından, her velînin kerâmeti, tâbi olduğu peygamber için bir mûcize kabul edilmektedir. [(Beyzâvî, Nesefî, Hâzin, Âlûsî) Kur’ân-ı Mecîd ve Tefsirli Meâl-i Âlîsi’nden naklen.]
Daha fazla detay için bkz. Âli İmrân Sûresi 179, Kehf Sûresi 65 ve Meryem Sûresi 102. Âyet-i kerîmelerin tefsiri.
[5] Buhari, İlim, 41; Mevakıt, 20, 40; Tirmizi, Fiten, 64; Ebu Davud, Melâhim, 18; Ahmed b. Hanbel, II, 88, 121, 131.
[6] Mehmed Sofuoğlu, Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Ötüken Yayınları: 1/269-270.
[7] O’nun vefât tarihi hakkında ihtilaf edilmişse de Vehb b. Cerîr b. Hâzım’ın babasından aktarmış olduğu ‘’Ben hicrî 110 senesinde Mekke’de bulunuyordum. Bir cenâze gördüm. Bu cenazenin kim olduğunu sordum. ‘Bu Ebü’t-Tufeyl’dir’ dediler’’ şeklindeki rivâyeti esas almak daha doğru görünmektedir. (İbnu Hacer, Tehzîbü’t-Tehzîb, c. V, s.71.)
[8] İbnu Hacer, Fethu’l-Bârî, c. XI, s.363.
[9] İbnu Hacer, Tehzîbü’t-Tehzîb, c. V, s. 71.
[10] ez-Zehebî, Siyeru a’lâmi’n-Nübelâ, VI, 390; Târihu’l-İslâm, VI, 135; Şihabuddin Ahmed b. Hacer el-Mekki, Hayratu’l-Hısan, Daru’l-Erkam, Beyrut, ty. s. 47; Muhammed Kasım Abduh el-Harisî, Mekânetü’l-İmâm Ebî Hanîfe Beyne’l-Muhaddisîn (Muhaddisler Nazarında İmâm Ebû Hanîfe, terc. Ahmet Yücel, İbrahim Tüfekçi), Misvak Neşriyat, İstanbul, t.y.