Cevap: Kurban, hayat nimetine şükür, Allah’ın bu günlerde oğluna bedel olarak koç kesme emrini yerine getiren Hz. İbrahim peygamberin (Aleyhi’s-Selam) mirasını diriltmek, sırata binit hazırlamak, günahların affı, hataların yok edilmesi için kesilir.
El-Hac/34 ayetinde, her ümmete kurban kesmenin meşru kılındığı, sebebinin de Allah adının anılması olduğu belirtilir. Bu da göstermektedir ki kurban, Allah’ın hatırlanması ve O’nun rızasının kazanılması için emredilmiştir. Sayısız nimetlere bir şükür vesilesi ve Allah rızasının kazanılması için kurban bir fırsattır. Nitekim el-Kevser suresinde kevser nimetine şükran olarak kurban kesilmesi istenmektedir.
Allah’a yaklaşma amacını taşıyan her Müslüman, çeşitli vesilelerle bu amacını gerçekleştirmeye çalışır. Bu vesilelerden birisi de kurbandır. “Karube” fiilinden mastar olup, sözlükte “yaklaşmak, Allah’a yakınlık sağlamaya vesile olan şey” anlamına gelen kurban, dini bir terim olarak, “ibadet maksadıyla belirli bir vakitte belirli şartları taşıyan hayvanı usulünce boğazlamak, ya da bu şekilde boğazlanan hayvan” demektir. Arapçada bu şekilde kesilen hayvana udhiyye denilir.
Bir başka tanımda kurban; kişiyi Allah’a yaklaştıran her şeydir. İslam örfünde udhiyye: “deve, sığır ve davardan ibaret olan hususi bir hayvanı Allah’a yakınlık niyetiyle bayram gününde kesmek” demektir. Genel anlamda, Allah’a manen yaklaşma vesilesi olan her şeye de kurban adı verilmiş; ayrıca “nesike veya sadaka cinsinden kendisi ile Allah’a yaklaşılan şeyin ismi” olarak da tanımlanmıştır. Araplar daha çok, sığır, koyun vb. hayvanlar için “zebh”, deve için de “nahr” kelimelerini kullanmışlar; hayvanları genellikle kuşluk vakti kestikleri için de “dahiye”, “udhiyye” gibi kelimeleri tercih etmişlerdir. İslamî kaynaklarda ilk kurbanın Hz. Âdem’in oğulları Hâbil ile Kâbil’in kurbanları olduğu geçmektedir. Bilindiği üzere Hâbil ile Kâbil’in Allah’a sundukları kurbanlardan, Hâbil’in kurbanı kabul görmüştür. Bu olaya Kur’an’da şöyle değinilmektedir;
وَاتْلُ عَلَيْهِمْ نَبَأَ ابْنَيْ آدَمَ بِالْحَقِّ إِذْ قَرَّبَا قُرْبَانًا فَتُقُبِّلَ مِنْ أَحَدِهِمَا وَلَمْ يُتَقَبَّلْ مِنَ الْآخَرِ قَالَ لَأَقْتُلَنَّكَ قَالَ إِنَّمَا يَتَقَبَّلُ اللَّهُ مِنَ الْمُتَّقِينَ لَئِنْ بَسَطْتَ إِلَيَّ يَدَكَ لِتَقْتُلَنِي مَا أَنَا بِبَاسِطٍ يَدِيَ إِلَيْكَ لِأَقْتُلَكَ إِنِّي أَخَافُ اللَّهَ رَبَّ الْعَالَمِينَ إِنِّي أُرِيدُ أَنْ تَبُوءَ بِإِثْمِي وَإِثْمِكَ فَتَكُونَ مِنْ أَصْحَابِ النَّارِ وَذَلِكَ جَزَاءُ الظَّالِمِينَ فَطَوَّعَتْ لَهُ نَفْسُهُ قَتْلَ أَخِيهِ فَقَتَلَهُ فَأَصْبَحَ مِنَ الْخَاسِرِينَ
“(Ey Muhammed!) Onlara, Âdem’in iki oğlunun haberini gerçek olarak oku. Hani ikisi de birer kurban sunmuşlardı da, birinden kabul edilmiş, ötekinden kabul edilmemişti. Kurbanı kabul edilmeyen, “Ant olsun seni mutlaka öldüreceğim” demişti. Öteki, “Allah, ancak kendisine karşı gelmekten sakınanlardan kabul eder” demişti.
“Ant olsun! Sen beni öldürmek için elini bana uzatsan da ben seni öldürmek için sana elimi uzatacak değilim. Çünkü ben âlemlerin Rabbi olan Allah’tan korkarım.” “Ben istiyorum ki, sen benim günahımı da, kendi günahını da yüklenip cehennemliklerden olasın. İşte bu zalimlerin cezasıdır.” Derken nefsi onu kardeşini öldürmeye itti de (nefsine uyarak) onu öldürdü ve böylece ziyan edenlerden oldu ” (Mâide/27-30.)
Bir diğer kurban örneğinin Hz. İbrahim’in, oğlu Hz. İsmail’i (Aleyhi’s-Selam) kurban etmek istemesi üzerine Allah’ın kendisine göndermiş olduğu kurbanlık koç olduğunu görmekteyiz. Kur’an’da bu olay şöyle değinilmektedir;
فَلَمَّا أَسْلَمَا وَتَلَّهُ لِلْجَبِينِ وَنَادَيْنَاهُ أَنْ يَاإِبْرَاهِيمُ قَدْ صَدَّقْتَ الرُّؤْيَا إِنَّا كَذَلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِنِينَ إِنَّ هَذَا لَهُوَ الْبَلَاءُ الْمُبِينُ وَفَدَيْنَاهُ بِذِبْحٍ عَظِيمٍ
“Nihayet her ikisi de (Allah’ın emrine) boyun eğip, İbrahim de onu (boğazlamak için) yüz üstü yere yatırınca ona, şöyle seslendik: “Ey İbrahim! Gördüğün rüyanın hükmünü yerine getirdin. Şüphesiz biz iyilik yapanları böyle mükâfatlandırırız. Şüphesiz bu apaçık bir imtihandır. Biz, (İbrahim’e) büyük bir kurbanlık vererek onu (İsmail’i) kurtardık ” (Saffât/103-107.)
Allah, Hz. İbrahim (Aleyhi’s-Selam)’i imtihan etmek için O’ndan oğlunu kurban etmesini, Allah sevgisi ile evlat sevgisi arasında bir tercih yapmasını istemiş, İbrahim (Aleyhi’s-Selam) de Allah sevgisini evlat sevgisine tercih etmiştir.
Kurbanın manevi yönü Kur’an’da şöyle dile getirilmektedir:
لَنْ يَنَالَ اللَّهَ لُحُومُهَا وَلَا دِمَاؤُهَا وَلَكِنْ يَنَالُهُ التَّقْوَى مِنْكُمْ
“Onların etleri ve kanları asla Allah’a ulaşmaz. Fakat ona sizin takvanız (Allah’a karşı gelmekten sakınmanız) ulaşır ” (Hac/37.)
Bu ayetten de anladığımız gibi ibadetlerde ihlas ön plandadır. Kişi, yaptığı ibadeti kimin için yaptığını iyi bilmesi ve onu Allah rızasının dışında herhangi bir gaye maksat veya başkalarını memnun etmek onların rızasını almak için yapmamalıdır. Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) bunu; “Ameller niyetlere göredir, herkese niyet ettiği şey vardır” şeklinde açıklamış, kalpteki takvaya dikkat çekmiş ve amellerin gösterişten uzak olmasını istemiştir.