30. Osmanlı padişahı ve 95. İslâm halifesi olan Sultan 2. Mahmud Hân 20 Temmuz 1785 tarihinde Topkapı Sarayı’nda doğdu. Babası Sultan 1. Abdülhamid, annesi Nakşidil Sultan’dır.
31 sene süren ve son derece çalkantılı ve buhranlı bir döneme denk gelen saltanatı büyük bir kargaşa ortamında başlamıştı. Nitekim 28 Temmuz 1808’de tahta çıkan padişah bu karışıklık sebebiyle 13 Eylül’de ancak kılıç kuşanabilmişti.
Geleceğe Işık Tutan ve Yön Veren Hizmetleri
Geçirdiği uzun saltanat döneminde cereyan eden büyük harplerin yanı sıra, iç isyanlarla da büyük mücadeleye girişti. Buna rağmen çok ciddî kalkınma hamlelerini gerçekleştirmeye de muvaffak oldu. Devrinde, mimarî büyük bir kazanım elde etti. Eski türden yapıların yerine, sağlam ve düzenli binalar yapıldı. Eski devirlerden kalan eserlerin tamirat ve tadilâtına önem verildi. Hatta günümüze ulaşmış olan birçok türbe ve hazîre, onun döneminde geniş çaplı tamirat ve bakım görmüştür.
Sultan 2. Mahmud Hân devrinde; mümkün olan yerlerde yol genişletme çalışmaları, ihtiyaç doğrultusunda yeni yollar yapıldı. Kentler ve beldeler birbirine köprülerle bağlandı. Harbiye ve tıp alanında güçlü mektepler tesis edildi. O dönemden günümüze kalan Nusretiye, Hidâyet, Tevfikiye ve Adliye Camiileri inşa edildi.
Kurumların Yeniden Yapılandırılması
İlk gazete onun devrinde bastırıldığı gibi, günümüzün modern posta sisteminin temelleri de onun döneminde atıldı. İlmî müesseseler güçlendirildi, kurumlar devrin ihtiyaçları doğrultusunda yenilenip güçlendirildi.
Bükreş Antlaşması (8 Eylül 1812), Sırp isyanının bastırılması (30 Ekim 1813) ve ayanlara karşı mücadele, devrinin en önemli gelişmeleridir. Uzun süren isyanlar sonucunda devlet otoritesini Anadolu’da yeniden tesis etmiş olması, büyük bir başarıdır. Rusya’yla cereyan eden savaşlar Edirne antlaşması ile neticelenmiş, Ortodokslarla da ciddi sorunlar yaşanmıştır. Padişahı en çok zorlayan konu ise, Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın isyanı sonrası patlak veren Osmanlı-Mısır savaşı olmuştur.
Mânevî Dünyası
Başta Hekimbaşısı olmak üzere, kendisini yakından tanıyanlar ibâdet ehli bir şahsiyet olduğunu, muhtelif idarî işler için saray dışında konakladığında namazlarını yakın camilerde cemaatle kılmaya özen gösterdiğini ve istirahat vakitlerinde dahî genellikle duâ ve zikir üzerine bulunduğunu anlatmışlardır.
Sultanın Nakşibendî tarîkatına mensup olduğu da yine mânevî hayatı hakkında bilgi veren kitaplarda yer alan bilgiler arasındadır. Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) Efendimiz’e büyük bir muhabbet besleyen ve bu noktada meşhur bir na‘t-ı şerîfi bulunan Sultan 2. Mahmud Hân’ın, meşâyih-i kirâm hazeratına da yüksek derecede muhabbet duyduğu belirtilmiştir. Şâh-ı Nakşibend Hazretlerini ta‘zîme yönelik kendi hattıyla yazmış olduğu levha da bu anlamda mücessem bir örnek olarak günümüze ulaşmıştır.
Son Hastalığı ve Vefâtı
Sultan 2. Mahmud Hân devrin çaresiz hastalıklarından vereme yakalanmıştı. Kardeşi Esma Sultan’ın Çamlıca’da bulunan köşküne yerleşti. Durumu gittikçe ağırlaştı. 30 Haziran 1839 sabahı hak vâki oldu ve sultân vefât etti. Bunun üzerine, Şehzâde Abdülmecid’in cülûs merasimi için hazırlıklara başlanması yönünde talimat verildi.
Topkapı Sarayı’na getirilen cenâze, yoğun yağmur yağışı altında edâ edilen namazın ardından Cağaloğlu’nda defnedildi. Defnedildiği yer daha sonra hazîre hâline getirildi ve kabrinin üzerine türbe inşâ edildi. Mevlâ Te‘âlâ rahmet eylesin!