Bütün kitaplar, tek bir kitabı anlamak içindir!
Dili ve muhtevasıyla en büyük söz ustalarını hayrete ve acze düşüren Kur’ân-ı Kerîm’in isimlerinden biri de “Ahsenü’l-hadîs”tir. “Ahsenü’l-hadîs” demek; en güzel söz, kelâmların en tatlısı, hoşu, mükemmel ve şahanesi demektir.
اَللّٰهُ نَزَّلَ اَحْسَنَ الْحَد۪يثِ كِتَابًا مُتَشَابِهًا مَثَانِيَۗ تَقْشَعِرُّ مِنْهُ جُلُودُ الَّذ۪ينَ يَخْشَوْنَ رَبَّهُمْۚ﴿
ثُمَّ تَل۪ينُ جُلُودُهُمْ وَقُلُوبُهُمْ اِلٰى ذِكْرِ اللّٰهِۜ ذٰلِكَ هُدَى اللّٰهِ يَهْد۪ي بِه۪ مَنْ يَشَٓاءُۜ
﴾وَمَنْ يُضْلِلِ اللّٰهُ فَمَا لَهُ مِنْ هَادٍ
“Allâh, kelâmın en güzelini, (mucizelik, sağlamlık, yararlılık ve doğrulukta, âyetleri) birbirine benzeyen ve (kıssaları, haberleri, emir ve yasakları, müjde ve tehditleri, vaaz ve öğütleri) mükerrer olan pek değerli bir kitap olarak indirmiştir ki; Rablerinden korkmakta olan o kimselerin derileri onda(ki azap ve tehdit âyetlerini duyduklarında)n dolayı titreyerek ürperir. Sonra (müjde ve rahmet âyetlerini duyduklarında ise) derileri ve kalpleri Allâh’ın zikrine doğru yatışıp yumuşar. İşte bu, Allâh’ın hidâyetidir ki; buna dilediğini eriştirir. (Kendisini hakka irşâd edecek âyetleri dinlemekten yüz çevirdiği için,) Allâh kimi de saptırırsa, artık onun için hiçbir hidâyet edici yoktur!”[1]
Bir Müslümanın Kur’ân-ı Kerîm’ e karşı üç temel görevi vardır; Kur’ân-ı Kerîm’i doğru okuma, doğru anlama ve doğru yaşama. Kur’ân-ı Kerîm’in iniş gayesine uygun olarak okunması üç aşamada gerçekleşir. Birincisi: Harf ve kelimelerinin aslına uygun ve gereği üzere okunmasıdır ki buna okuma aşaması denir. Her Müslüman için namazda asgarî miktarda Kur’ân-ı Kerîm’den birkaç âyet yahut sûre okumak, ibâdetin temel rüknü olduğundan zorunludur. Bu çerçevede, Kur’ân-ı Kerîm’den daha çok sûre bilmek ve ezberlemek bir farz-ı kifâye olarak fazîletli ve sevabı çok olan bir ibâdettir.
Kur’ân-ı Kerîm okumada ikinci aşama, ilâhî mesajları anlamaya yönelik okumaktır ki, bu, konunun anlam boyutudur. Üçüncüsü: Kur’ân-ı Kerîm’in iniş gayesinin gerçekleştiği amel etme, yani hayata geçirme aşamasıdır ki, esas olan da budur. Zira okuma ve anlama boyutu araç, hayata uygulama boyutu ise asıl gayedir. Hayata geçirilmeyen okuma ameliyesi, Kur’ân-ı Kerîm’i anlam çerçevesine, gerçekleri anlaşılmayan okuma kalıplarına hapsetmek olur. Böylece lisan ve aklın payı ile yetinilerek mânâ yavanlaştırılmış, fert ve toplum hayatından uzaklaştırılmış olur.
Kur’ân-ı Kerîm ile gerçek iletişim, onu harf ve kelime plânında okumakla başlar, anlama ve yaşama süreciyle devam eder. Bütün bunlar bir öğrenme hamlesi ve hayata taşıma çabasıyla gerçekleşir.
Tefsir Kelimesinin Anlam ve Mâhiyeti
Tefsir kelimesi “fesr” veya “sefr” kelimesinden türetilmiştir; “fesr” bir şeyi beyan etmek, keşfetmek, üzeri kapalı bir şeyi açmak; “sefr” ise, kapalı bir şeyi açmak, aydınlatmak anlamlarına gelir. Tefsir kelimesi daha çok Kur’ân-ı Kerîm’deki kelime, terkip ve cümlelerin ne anlama geldiğini açıklamak, manası anlaşılmayan kelimeleri îzâh etmek anlamında kullanılır.[2] Tefsir eden âlime de “Müfessir” adı verilir.
Tefsir çalışmaları, yüce kitabın manasını doğru anlamak, daha geniş kitlelerin de anlamasını sağlamak için çok yönlü yapılan çalışmalardır. Bu yönüyle tefsir ilmi en önemli ilimlerden kabul edilmiş ve tefsir yapmaya kudret ve salâhiyeti olan âlimler için en üst seviyede ilmî donanım şart koşulmuştur.
Tefsir ilmi, bütün İslâmî ilimlerin tahsilinden sonra ele alınan, o ilimlerin nihaî gayesidir. Sünnet-i Seniyyenin tamamı bir bütün olarak, hadis külliyatının hepsi Kur’ân-ı Kerîm’i tefsir eder. Bütün ilimler, Allah (Celle Celâluhû) kelâmının en doğru şekilde anlaşılması için ortaya konulmuş, yazılmış ve bu yüce maksada hizmet etmiştir.
Modern Dönemde Ortaya Çıkan Çarpık Anlayışlar
Her kaliteli şeyin taklidi yapıldığı gibi, muazzam bir ilim olan tefsir ilmine de ehil olmayan birçokları müdahil olmuş, “tefsir yapıyoruz” diyerek, Kelamullâh’la alâkası olmayan birçok yalan yanlış manalar ortaya atmış, heva ve heveslerine göre, âyet-i kerîmelerin manalarını çarpıtmışlardır. Asrımızda bu tür akımlar günbegün artış göstermektedir. Bu akımlar arasında, “Kur’an Müslümanlığı” adı altında, İslam’ı sadece Kur’an’a göre anladığını savunan, sünnet-i seniyyeden yüz çevirmiş çarpık anlayış özellikle dikkat çekmektedir. Oysaki Allah Te‘âlâ’nın kelâmını, o kelâmın sahibini hakkıyla tanımadan, bilmeden tefsire yeltenmek, kelâmın sahibini göz ardı eden, gayrı İslâmî bir yaklaşımdır.
Bize düşen, Kur’ân-ı Kerîm’e asırlar boyunca yoğun mesai harcamış, Kelâmullâh’ı anlama, anlatma ve tefsir konusunda âzamî gayret göstermiş, Kur’ân-ı Kerîm’i her yönüyle, çok farklı üslup ve ilim dallarına göre tefsir etmiş ve bu çalışmalarında edebi elden bırakmamış müfessirlerimize müracaat etmektir. Nitekim Mahmud Efendi Hazretlerimizin riyasetinde ilmî bir heyet tarafından hazırlanarak neşredilen Rûhu’l-Furkân tefsiri de, tevârüs etmiş olduğumuz tefsir birikimimizi günümüzde halkla buluşturan müstesna bir eser olarak istifâdemize sunulmuştur. Mevlâ Te‘âlâ, müstefîd eyesin!
Dipnotlar
[1] Zümer Sûresi:23.
[2] Dini Terimler Sözlüğü, Kurul, D.İ.B. Yayınları, 2009, s 559.