Arefe günü sabah namazını müteakip başlayıp, Kurban Bayramı’nın 4. günü ikindi namazını müteakip tekrarlanmasının ardından (23 vakit getirildikten sonra) son bulacak olan teşrik tekbirlerini hatırlatmak ve bu konudan haberi olmayanları haberdar etmek, vücûbiyeti sebebiyle azami önem arz etmektedir.
Teşrik Günleri ve Tekbirlerinin Sübûtu
Nübeyşe el-Hüzelî (Radıyallâhu Anh)dan yapılan rivâyette, Rasûlullâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) Efendimiz‘in şöyle buyurduğu bildirilmiştir: ‘’Teşrik günleri, yeme, içme ve Azîz, Celîl olan Allah’ı anma günleridir.’’[1]
Nitekim İbnu Abbâs (Radıyallâhu Anhumâ)nın şöyle dediğini Buhârî nakletmektedir: ‘’Kur’ân’da, ‘Allah (Celle Celâluhû)ı belli günlerde/sayılı günlerde anın’ ayetleri teşrik günlerine işarettir.’’[2]
İbnu Ömer (Radıyallâhu Anhumâ) ile Ebu Hureyre (Radıyallâhu Anh) da Zilhicce’nin ilk on gününde çarşı, pazara çıkıp tekbir getirirler ve halk da onlara katılarak tekbir getirirdi. Hazreti Ömer (Radıyallâhu Anh) de Mina’da bulunduğu çadırda yüksek sesle tekbir getirir ve mescid ehli onun tekbir sesini işitir, böylece onlar da ona katılıp tekbir getirirlerdi. Aynı zamanda çarşı-pazarda olanlar da bu tekbire katılarak seslerini yükseltirlerdi. O kadar ki, yükselen tekbir sesleri Mina‘yı çınlatırdı.[3]
Tekbirin sıfatı şöyledir:
اَللّهُ اَكْبَرُ اَللّهُ اَكْبَرُ لاا اِلهَ اِلاَّ اللّه وَاللّهُ اَكْبَرُ اَللّهُ اَكْبَرُ وَلِلّهِ الْحَمْدُ
‘’Allâh en büyüktür, Allâh en yücedir, Allâh’tan başka hiçbir ilâh yoktur. Allâh her şeyden daha büyüktür. (O) Allâh en büyüktür. Bütün hamdler Allâh’a mahsustur.’’[4]
Tarihte İlk Teşrik Tekbiri
Rivâyet olunur ki, Hazreti İbrahim (Aleyhisselâm) Hazreti İsmail (Aleyhisselâm)ı boğazlamak maksadıyla yere yatırıp da hazırlıklara başladığında Cebrail (Aleyhisselâm) yanında koç bulunduğu bir halde harekete geçti ve Hazreti İbrahim (Aleyhisselâm)ın bıçağı vurmaması için اَللّهُ اَكْبَرُ اَللّهُ اَكْبَرُ diyerek tekbir getirdi. Bunu duyan Hazreti İbrahim (Aleyhisselâm) da başını kaldırıp semaya baktığında koçu görmesi üzerine:
لاا اِلهَ اِلاَّ اللّه اللّهُ اَكْبَرُ dedi. Hazreti İsmail (Aleyhisselâm) ise buna:
اَللّهُ اَكْبَرُ وَلِلّهِ الْحَمْدُ şeklinde mukabele etti ve teşrik tekbirleri böylece sabit olmuş oldu.[5]
Teşrik Tekbirlerine Ait Bazı Hükümler:
-Arefe günü Sabah namazının farzından başlayarak bayramın 4. Günü ikindi namazının farzı da dâhil her (toplam 23) farz namazın ardından bu teşrik tekbirleri birer kez okunur.[6]
-Teşrik tekbirlerinin hükmü ve tahakkuk şartları konusunda ihtilaf edilmişse de, bu gibi konularda ihtilaftan uzak durularak amel edilmesi ihtiyata uygun olandır. Buna göre; erkek-kadın, misafir-mukim, hasta-sağlam herkes bu tekbirleri belirtilen günlerde her farz namazın ardından getirmelidirler.[7]
-İçerisinde bulunulan senenin teşrik günlerinden birinde kılınmamış olan bir namazın kazası, yine o senenin teşrik günlerinde yapılacak olsa, teşrik tekbiri getirilir. Başka bir senenin teşrik gününde kaza edilmesi durumunda ise teşrik tekbiri getirilmez.[8]
-Teşrik günlerinde kılınan bir farz namazda secde-i sehiv yapmak icap ettiğinde önce sehiv secdesi yapılır ve namazdan çıkmak için verilecek olan selâmı müteakip teşrik tekbiri getirilir.[9]
-Namazdan sonra, kasten abdestini bozan kimseden teşrik tekbirleri sakıt olur. Fakat o kimsenin abdesti, kastı olmaksızın bozulmuş olsa, abdestsiz olarak tekbir alır.[10]
– İmam namazı kıldırıp tamamlayınca tekbir getirmeyi unutursa, cemaat bu hususta ona uymaz, kendileri tekbir getirirler.[11]
– Kendisine teşrik tekbiri vacip olan kimse farz namazı kılıp sol tarafına selam verince yerinden kalkmadan, mescitten çıkmadan ve dünya kelamı konuşmadan teşrik tekbirini getirmesi gerekir. Teşrik tekbiri getirmezse günahkâr olur.[12]
-Tekbiri unutan kişi, konuşma gibi namaza aykırı bir davranışta bulunmadıkça veya camiden çıkmadıkça tekbir alabilir. Tekbirin araya fâsıla girmeden selâmdan hemen sonra alınması menduptur. Selâmdan sonra tekbir getirmeden konuşulması halinde tekbir yükümlülüğü düşer ve bu şekilde davranan kişi günahkâr olur. Teşrîk tekbirlerini almak için abdest şart değildir.[13]
Dipnotlar
[1] Müslim, Siyâm, 144-145, Nesâî, Îmân, 7; Ahmed ibni Hanbel, el-Müsned, 2/229, 3/451, 460, 4/ 335, 5/75, 76.
[2] Buhârî, Kitâbu’l-Ideyn, 3/11.
[3] el-Muvatta‘, Hac, 205 (1, 404); Buhârî, Kitâbu’l-Ideyn, 12.
[4] İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, I/448 ve 490; ez-Zeylaî, Nasbu’r-Râye, I/326.
[5] el-Mavsılî, el-İhtiyar li-Ta‘lîli’l-Muhtâr, 1/176-178.
[6] Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük İslâm İlmihâli, Yasin Yayınevi, İstanbul 2015, s. 226-227.
[7] Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük İslâm İlmihâli.
[8] Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük İslâm İlmihâli.
[9] Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük İslâm İlmihâli.
[10] Halebî Sağîr, 2/466.
[11] Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük İslâm İlmihâli
[12] Burhâneddîn el-Buhârî, el-Muhîtu’l-Burhânî fîl-fikhi’n-Nu’mânî, Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye, Beyrut, 1424, 2/120-121.
[13] el-Muhîtu’l-Burhânî fîl-fikhi’n-Nu’mânî