Tam ismi ve nesebi Ubâde b. Samit b. Kays b. Esram b. Fihr b. Kays b. Sa’lebe b. Ğanm b. Sâlim b. Avf b. Amr b. Avf b. el-Hazrec’tir.[1] Ubâde bin Sâmit (Radıyallâhu Anh) oğlu Velid’e nisbetle “Ebu’l-Velid” künyesiyle anılmaktadır ve Rasûlüllah (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) Efendimizin de kendisine bu künye ile hitap edildiği rivayet edilmektedir.
Doğumu ve Ailesi
584 veya 586 senesinde Medîne eski adıyla Yesrib’de dünyaya geldi.[2] Annesi Kurratu’l-Ayn bt. Ubâde babası ise Sâmit b. Kays’tır.
Müslüman Oluşu
Ubâde bin Sâmit (Radıyallâhu Anh)ın gençlik çağları, Rasûlullâh’ın (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) Mekke’de tüm gayretiyle İslam’ı tebliğ etmeye çalıştığı döneme denk gelmektedir. 34-35 yaşlarındayken Birinci Akabe Biatı görüşmeleri esnasında İslâm ile tanışmış ve îmân etmiştir. Medîne’ye döndüğünde ise orada bulunanlara İslâm’ı tebliğ eden ilk İslâm davetçilerindendir.
Katıldığı Savaşlar ve Yaptığı Vazifeler
Ubâde bin Sâmit (Radıyallâhu Anh) hayatı boyunca savaşlara katılmaktan da geri durmamıştır. Gerek Hazret-i Peygamber (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) döneminde gerekse onun vefatından sonraki dönemde, askerî seferlere iştirak etmiştir.
Rasûlullâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) döneminde, İslam tarihindeki önemi tartışılmaz olan Bedir savaşına, sonrasında Uhud, Hendek ve ismi verilmeksizin diğer savaşlara Allah Rasûlü (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) ile katıldığı belirtilen Ubâde bin Sâmit (Radıyallâhu Anh) bu sûretle ashabın faziletlileri arasındaki yerini almıştır.
Rasûlullâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) döneminde Ubâde bin Sâmit (Radıyallâhu Anh)ın isminin geçtiği askerî olaylardan biri de Benî Kaynuka Yahudileri meselesidir. Bilindiği üzere Rasûlullah (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) hicretten sonra Medîne’de yaşayan yahûdî kabileleriyle bir anlaşma yapmış, Müslümanlara saldırmayacaklarına ve onların düşmanlarına yardım etmeyeceklerine dair söz almıştı. Yahûdîlerden ilk önce ahdini açıkça bozan Benî Kaynuka kabilesi olmuştu. Müslümanlar Bedir’den döndükten sonra, Benî Kaynuka Yahudilerinin haset ve husumeti ile karşılaşmış, bunlarla da mücadele mecburiyetinde kalmışlardı. Rasûlullâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) onları imana davet etmiş, aksi takirde kendileriyle savaşacağını söylemişti. Onlar da cevaben “Ya Muhammed! Sen bizi Kureyş gibi mi zannediyorsun? Bizim işimiz harptir. İstersen savaşa hazırız.” diyerek düşmanlıklarını ortaya koyduklarından muhasara edilmişlerdi. On beş gün süren muhasaranın ardından teslim olmaya mecbur kalmışlar, Hz. Peygamber’in hükmüne boyun eğeceklerini söylemişlerdi. Allah Rasûlü (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) onların Medine toprağından sürülüp çıkarılmasını emretmiş, Ubâde bin Sâmit (Radıyallâhu Anh) da bu işle vazifelendirmişti. Ubâde bin Sâmit’in Medine’den alarak Zibab mevkiine kadar götürdüğü Benî Kaynuka yahûdîleri, oradan Şam tarafına gitmişlerdi.
Kavmininin müttefiki olmasına rağmen imanında sadakatini, biatine vefasını göstererek, Rasûlullâh’a (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) “Ben Allah ile peygamberinin ve mü’minlerin dostuyum. Şu kâfirlerle yaptığım anlaşma ve dostluktan vazgeçerim” demiş ve Mâide Sûresi 51- 56. âyetler bu durum üzerine nazil olmuştu.[3] Kendisi aynı zamanda Bey‘atü’r-Rıdvân’da da bulunmuştu. Allah Rasûlü (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in bizzat kendi vazifelendirmesiyle âmil yani zekât ve bazı vergileri toplamakla görevlendirilmiştir.
Hazret-i Ebû Bekir (Radıyallâhu Anh)ın hilâfeti döneminde Rum kralı Herakliyus’a elçi olarak gönderilmiştir.
Hazret-i Ömer (Radıyallâhu Anh) döneminde ise İskenderiye’nin fethi Ubâde bin Sâmit (Radıyallâhu Anh) elinden nasip olmuştur.
Vefâtı
Ubâde bin Sâmit (Radıyallâhu Anh) torunu Ubâde bin Muhammed’den nakledildiğine göre vefatına yakın ne kadar azatlısı, hizmetçisi, komşusu varsa hepsinin toplanmasını ister. Onlara ölmek üzere olduğunu, içlerinden herhangi birini eliyle veya diliyle incitmiş ise sağ iken kendisinden kısas alınmasını ister. “Dünyada almazsanız mutlaka ahirette alacaksınız” der. Etrafındakiler buna gerek olmadığını, aralarında böyle bir durumun geçmediğini ifade etseler de ısrarla kendisini bağışlamalarını ister. Onlar da hakkımız varsa helal olsun derler. “Allâh’ım, şahit ol!..” dedikten sonra onlara “Mademki kısas almadınız, bari şu vasiyetimi yerine getirin. Ben ölür ölmez herkes kalkıp güzelce abdest alsın veiki rekât namaz kılsın. Sonra da hem kendisi için hem de Ubâde için dua etsin. Zira Allah Teâlâ sabır ve namazla Allah’a sığının buyurmuştur. Sonra da beni bekletmeden gömün. Sakın cenazemin arkasında yanan mumlarla yürümeyin ve altıma erguvan koymayın” dedi.[4] Ubâde bin Sâmit (Radıyallâhu Anh) hicrî 34 yılında 72 yaşındayken Filistin’de bir şehir olan Remle’de vefât etmiştir. Cenâb-ı Hakk şefaatlerine nâil eylesin. Âmîn Yâ Mucîbe’s-Sâilîn…
Dipnotlar
[1] İbn Sa‘d, et-Tabakâtü’l-Kübrâ, 3/546.
[2] Vehbe Zuhaylî, Ubâde bin Sâmit, s. 24.
[3] İbn Hişâm, Sîretü’n-Nebeviyye, 2/49; Kandehlevî, Hayâtü’s-Sahâbe, 1/485.
[4] Kandehlevî, Hayâtu’s-Sahâbe, 1/485.