Birçok mektubunda âlimlerin hâlleri ve makamlarına, ilimde derinliklerine dair detaylı açıklamalarda bulunan İmâm-ı Rabbânî Hazretleri, din ilimlerinde derinleşmiş râsil ulemanın ümmet için ehemmiyeti konusu üzerinde önemle durur. “Ümmetimin âlimleri İsrailoğullarının Peygamberleri gibidir.” hadîs-i şerîfinin özündeki âlimlerden muradın Peygamberlerin varisleri olan âlimler olduğunu, sebep ve hikmetleriyle anlatır. 276. mektupta bu meseleyi çok daha uzun bir şekilde ele alır. Bu mevzuda mektubunun baş taraflarında şu satırlara yer verir:
“Muhakkak ki Allah Teâlâ, Kitâb-ı Mecîdini iki kısma ayırmıştır: Muhkemat ve müteşabihat. Birinci kısım, şeriatı yani hükümleri bilmenin kaynağıdır. İkinci kısım, sırlar ve hakikatler ilminin mahzenidir. Kur’ân-ı Kerîm’de ve hadîs-i şerîflerde gelen [İmâm-ı Ğazâlî (Rahimehullâh)ın, ‘Bu kelimelerin Arapçadaki tabirlerinin Arapça olarak aynı ile kullanılmaları gerekir, başka bir lisana çevrilmemeleri gerekir’ dediği] yed, vech, kadem, esabi, enamil tabirlerinin hepsi müteşabihattandır. Aynı şekilde Kur’ân-ı Kerîm’deki sûrelerin başlarındaki kesik harflerde, hakikatlerinden ancak râsih âlimlerin haberdar olduğu müteşabih âyetlerdendir. Tahayyül etmeyesin ki, ‘yed’ olarak anlatılan lafzın te’vili, kudretten ibarettir. Yine sanmayasın ki ‘vech’ olarak anlatılan lafzın te’vili dahi, zattan ibarettir. Bilakis bu müteşabihlerin te’vilinden murad, ehassülhavassın bilebildiği gizli sırlardır.
Râsih âlimler muhkem olan (kendisinden şer‘î hükümlerin çıkartıldığı) âyetleri öğreniyorlar. Müteşabih ayetlerin te’vilinden de tam bir pay elde ediyorlar. Böylece hakikat ile sûreti yani, müteşabih ile muhkemi cem ediyorlar. Ancak kendisinden Dîn-i Mübîn-i İslâm’ın hükümlerinin çıkartıldığı muhkem olan âyet-i celîleleri ve hadîs-i şerîfleri bilmeden ve onların gerektirdiği şekilde amel etmeden, sureti (zahirî ameli) terk ederek, hakikati, düşünerek elde etme yolunda yürümek ile müteşabihlerin te’vilini elde etmek isteyeneler cahilin tâ kendileridir, cehaletlerinden de haberleri yoktur. Sapıtmışlardır, sapıttıklarından da haberleri yoktur. Bu yaşantının suret ve hakikatten oluştuğundan haberi yoktur. Bu yaşantının suret ve hakikatten oluştuğunu bilememiştir. Bu yaşantı devam ettiği müddetçe hakikat suretten, asla ayrılmayacaktır. Rabbimiz şöyle buyurmuştur: «Bir de gerçekleşmesi kesin olan o şey (o en büyük hakîkat olan ölüm) sana gelinceye kadar (bir an bile gevşeklik etmeksizin) Rabbine ibâdet et(meye devâm et).»[1] Müfessirler buradaki yakîni ölüm ile açıklamışlardır. Allah Teâlâ, ibadetin sonunu bu dünya hayatının sonu olan ölümün gelme zamanı yapmıştır. Çünkü ölenin kıyameti kopmuştur.”
Amacı Dünya Olan Sözde Âlimlerin Kötülüğü
Vaktinin sultanı makamındaki İmâm-ı Rabbânî (Kuddise Sirruhû), ilmin kemâlâtının zirvesine çıkanları böylece överken, ilmi ile Allah Te‘âlâ’nın kelimesini(davasını) en yüksek yapmayı kastetmek yerine, dünyanın süflî metaını elde etmeyi kasteden âlimleri de birinci cildin 33. mektubunda şu satırları ile yermektedir:
“Âlimlerde bulunan dünya sevgisi ve dünyaya meyletmeleri, onların güzelliğinin yüzünde bir lekedir. Böyle olan âlimlerden mahlûkat ve insanlar için birçok fayda olsa bile, ilimleri kendi haklarında menfaat vermez. Şeriatı desteklemek, dini kuvvetlendirmek onlara bağlı olsa bile bunun bir kıymeti yoktur. Çünkü dinin desteklenmesi ve kuvvetlendirilmesi bazen dini yaşamakta gevşek olan, günah ehli kimselerden de meydana gelebilir. Nitekim Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) bu durumu şu hadîs-i şerîf’te haber vermiştir: ‘Muhakkak ki Allah Teâlâ bu Dîn-i Mübîn-i İslâm’ı günahkâr bir adam ile de destekler.”[2]
Bunlar fâris taşı gibidir. Ona yapıştırılan demir ve düz taş gibi şeyler altına dönüşür ancak o taş olarak kalır. Ağaç ve kömüre konulmuş ateş gibi; o ateşten âlem için birçok menfaatler meydana gelir. Fakat o ağaç ve kömürün, içlerine yerleştirilen o ateşten hiçbir nasibi yoktur. Belki de bu ilim, böyle olan âlimler hakkında zarardır. Çünkü bu ilim sebebi ile onlar hakkındaki delil tamamlanmış olur. Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in haber vermesi gibi, “Kıyamet günü en şiddetli azap görecek insan, Allah Te‘âlâ’nın, ilmi ile kendisine menfaat vermediği âlimdir.”[3]
Bu tür âlimlere ilimleri nasıl zarar vermesin ki! Çünkü Allah Te‘âlâ katında en kıymetli şeylerden ve en şerefli varlık olan ilmi, alçak dünyanın rütbesini, malını, ahbabını elde etmeye vesile yapmışlardır. Halbuki dünya Allah (Celle Celâluhû) katında hor, hakir, alçak ve Allah Te‘âlâ’nın en çok buğzettiği şeydir. Allah (Celle Celâluhû) katında son derce kıymetli olanı alçak etmek, hor ve hakir olanı da kıymetli yapmak son derece çirkindir. Belki de gerçekten Allah Te‘âlâ’ya karşı gelmektir.
Ders okutmak ve fetva vermek, mal elde etmek beklentisinden, makam ve reislik sevgisinin kokusundan boş olduğu ve ancak Allah (Celle Celâluhû) için oldukları zamanda menfaat verir. Ders okutmak ve fetva vermenin bunlardan boş olmasının alâmeti ise, dünyaya meyletmemek ve ondan uzak durmaktır. Böyle bir imtihana düşmüş olan ve dünya sevgisine esir olmuş âlimler, dünya âlimleri, kötü âlimlerdir. İnsanların en şerlileridir. Din hırsızlarıdır. Bununla beraber kendilerini dinde insanların önderi, bütün insanlığın en üstünü olarak görürler.
«Allâh’ın onları topluca dirilteceği (o korkunç) günü (onlara anlat) ki, onlar (bugün) size (“Müslümanız” diye yalan yere) yemin etmekte oldukları gibi, (o gün de: “Rabbimiz olan Allâh’a yemin olsun ki, biz müşrik kimseler değildik” diye) O (Allâh-u Azîmüşşâ)na da yemin edeceklerdir! Böylece onlar (âhirette yapacakları yalan yeminlerle) kendilerinin gerçekten (dünyâda olduğu gibi, fayda kazandıracak ya da zararı savuşturacak) bir şey üzere bulunduklarını sanacaklardır. Âgâh olun ki; şüphesiz ancak onlar (her şeyi bilen Zât’ın huzûrunda dahî yalan söylemeye cesâret edecek kadar yalanda zirveye ulaşmış) o (büyük) yalancıların ta kendileridir!» «Şeytan onları (hükmü altına alıp) istîlâ etmiştir de artık onlara Allâh’ın zikrini unutturmuştur. (Habîbim!) İşte sana! Onlar ancak şeytanın fırkasıdır! Dikkat edin ki; o şeytanın taraftarları, şüphesiz (sonsuz nîmet yerine ebedî azâbı tercih ederek en büyük zarar ve) hüsrâna uğramış olanların ta kendileri ancak onlardır.»[4]
İmâm-ı Rabbânî (Kuddise Sirruhû) Hazretleri bu sözlerini, ilim sahibi olduğu hâlde ilmi ile amel edip ihlâsı kazanamayan ve ilmi kendisine menfaat vermeyen kimseler hakkında söylüyor. Ya şimdilerde, Kur’ân-ı Kerîm’in âyetlerini ve Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in hadîs-i şerîflerini kullanarak ve âlim kılığına girerek poz veren münafıklara ne demeli?
Kimi “Kur’ân yeter!” diyerek, Kur’ân-ı Kerîm’i inkâr eder. Kimi dini yıkmak için din öğrenen oryantalistlerin maşası, kimi modernist, kimi reformist, kimi Şii, kimi mu‘tezile, kimi bilmem ne bela!
Ey Allâh’ım, hâlimizi ancak Sana şikâyet ediyor ve Senden her hâlimizde selâmet diliyoruz.
Dipnotlar
[1] Hicr Sûresi, 99.
[2] Buhârî, Cihâd, 182; Müslim, Îmân, 178.
[3] Müslim, İmâre, 152; Tirmizî, Zühd, 48.
[4] Mücadele Sûresi, 18-19.