Vakıf müessesi fıkıh kitaplarımızda genel manasıyla, “Menfaati ibâdullâha (kullara) ait olmak üzere bir aynı (vakfolunan malı) Cenâb-ı Hakk’ın mülkü hükmünde olarak temlik ve temellükten (sahiplenmekten) ile’l-ebed habsetmektir.” şeklinde tarif edilmektedir.
Vakıf müessesinin önemini ifade hususunda: “Vakıf, insanların düşünebildikleri kurumların en hayırlısıdır” sözü ne kadar doğru bir sözdür. Vakıflar çeşitli gayelerle tesis edilirler. Bunları toplu hâlde dört ana gaye etrafında toplayabilmek mümkündür:
1- Allah Te‘âlâ indinde bir mükâfata ulaşmak (dinî hedef);
2- Bir malı, insanların yararına sunmak;
3- Vakıf tesis etmekle eserini ölümünden sonra, o malın ayakta kalacağı sürece, devam ettirmek;
4- Vakfedenin, eserlerinin kendisi için garanti edildiğine emniyet vermektir.[1]
Vakıflar aslî itibarıyla sosyal dayanışma ve yardımlaşma maksadıyla, Kur’ân-ı Kerîm’in emrini düzenli ve daimî şekilde yerine getirmek için tesis edilmiştir. Bu konuya delâlet eden âyet-i kerîmelerden birinin hitabı şöyledir:
وَاعْبُدُوا اللّٰهَ وَلَا تُشْرِكُوا بِه۪ شَيْـًٔا وَبِالْوَالِدَيْنِ اِحْسَانًا وَبِذِي الْقُرْبٰى وَالْيَتَامٰى وَالْمَسَاك۪ينِ وَالْجَارِ ذِي الْقُرْبٰى﴿
﴾وَالْجَارِ الْجُنُبِ وَالصَّاحِبِ بِالْجَنْبِ وَابْنِ السَّب۪يلِۙ وَمَا مَلَكَتْ اَيْمَانُكُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يُحِبُّ مَنْ كَانَ مُخْتَالًا فَخُورًاۙ
“(Ey kullar!) Allâh’a (kulluk ve) ibadet edin! O’na hiçbir şeyi ortak etmeyin. Babayla anaya, (kardeş ve amca gibi) yakınlık sahibine, yetimlere, yoksullara, (soy veya mekân bakımından) yakınlık sahibi komşuya, (soyu veya evi) uzak komşuya, (eş, yol arkadaşı ve ders arkadaşı gibi) yanındaki arkadaşa, yolda kalmışa ve sağ ellerinizin mâlik olduğu şeylere (köle ve işçilere) tam bir iyilikle (muâmele edin)! Şüphesiz ki Allâh, çokça kibirli (olduğu için akraba ve komşularına iyi davranmayan) ve (üstünlüklerini sayarak insanlara hava atıp) ziyâde böbürlenici olmuş kimseyi sevmez (bu davranışlarına rıza göstermez).”[2]
İhtiyaç sahiplerinin ihtiyaçlarının giderilmesi konusunda, gerek aynî yardımların gerekse gıda yardımları ve nakdî yardımların sürekliliği vakıflar üzerinden sağlanmaktadır. Vakıfların imaret çerçevesinde en önemli birimlerinden biri de aşevleridir. Ziya yedirmek ve içirmek, canlıların aslî ihtiyaçlarından biri olup Kur’ân-ı Kerîm’de ve hadîs-i şerîflerde de önemle tavsiye edilen işlerdendir.
İmâm-ı Ğazâlî Hazretleri, Hasen el-Basrî Hazretlerinin şu sözünü kaydetmek suretiyle yedirme ve içirmenin fazîletini vurgulamıştır: “Kendine, babasına ve annesine sarf ettiğinin hesabı vardır; ama misafire ikrâm edilen yemekten sorgu yoktur.”[3] Bu anlayış, eslâfımızın misafir ağırlama ve yedirip içirme konusundaki temel düsturu olmuştur. Onların, ikram etme konusundaki hassasiyetlerini beyan sadedinde, ikramı çok yapıp şöyle dedikleri kaydedilmiştir: “Hadîs-i şerîfte: ‘Misafirlerden artan yemeği yiyene, bu yediklerinden sorgu yoktur’ buyurulmuş, onun için, sizin önünüzden kaldırıldıktan sonra bunları yiyeceğiz.”[4]
Zekât ve Fitre Bağışları, İftar Hizmetleri ve Kumanya Organizasyonu
Peygamberlerin sünnetinden olan ihtiyaç sahiplerine ikrâm ve yardımda bulunmaya yönelik infâk hasleti, varlıklı kimselerden ihtiyaç sahiplerine uzanan mânevî bir köprü vazifesi gören aşevleri ve sosyal yardım müesseseleri ile müşahhas bir hâle bürünmüş ve İslâm medeniyetinin yapıtaşlarından biri olarak günümüze kadar ulaşmıştır.
.
İsmailağa; ihtiyaç sahiplerinin, hastaların ve düşkünlerin kapısına ulaştırdığı iftar yemekleriyle ve düzenlediği kumanya organizasyonlarıyla bu mânevî köprüyü günümüzde de muhafaza etmektedir. Hizmetlerimiz kapsamında zekât ve sadakalarınız, talebelere ve hakikî ihtiyaç sahiplerine hassasiyetle ulaştırılmaktadır. Sizler de bu hizmetlere ve hayra destek sağlayabilir ve bütün bu faaliyetlerden hâsıl olacak ecir ve mükâfata ortak olabilirsiniz.Aşevi hizmetlerimiz ve kumanya organizasyonumuz konusunda detaylı bilgi için tıklayınız…
Arapça ve Hâfızlık Talebelerimizle ilgili detaylı bilgi için tıklayınız…
Dipnotlar
[1] İsmet Kayaoğlu, İslâm Kurumları Tarihi, s. 146.
[2] Nisâ Sûresi:36
[3] İmâm-ı Ğazâlî, Kimyâ-i Saâdet, Trc. Faruk Meydan, Bedir Yayınevi, İstanbul, s. 206.
[4] İmâm-ı Ğazâlî, Kimyâ-i Saâdet, Trc. Faruk Meydan, Bedir Yayınevi, İstanbul, s.208