Seferilik; namazların kısaltılması, kurban mesuliyetinin düşmesi, mahremsiz seyahatin yasak olması ve benzeri birçok hükme tesir etmesi itibarıyla fıkıhta ve Müslümanların günlük hayatında mühim bir yer teşkil etmektedir. Seferilikteki esaslardan birisi de “vatan-ı asli” meselesidir. Bu ebeple biz, bu makalemizde “vatan-ı asli” meselesini teferruatı ile inceleyerek zihinlerdeki suallere cevap vermeye gayret ediyoruz. Yazımızın buradan okuyabileceğiniz ilk bölümünde, “Vatan-ı Asli”nin tanımı üzerinde durmuştuk. Bu yazımızda, “Kadının Vatanı” konusunu ve “Vatan-ı Asli Taaddüd Eder mi?” sorusunun cevabını inceleyeceğiz.
Kadının Vatanı
Kadın bir yerde ikamete karar verme hususunda kocasına tabidir. Bu mesele metinlerde açıkça zikredilmiştir. El-Haskefi, ed-Dürrü’l-muhtar’da şöyle demektedir:
(Muteber olan tabi olanın değil metbu olan kişinin niyetidir.) Zira o asıldır.[1]
“Tebyin” sahibi ez-Zeylai bu hususu şöyle izah eder:
“İkamet ve sefer hususunda asıl makamındaki kişinin niyetine itibar olunur. Tabi konumundaki kişinin niyetine değil.” Zira asıl makamındaki kişi, ikamete veya sefere karar verecek olan kişidir. Tabi olan değil. “Kadın ve asker gibi…” İkamete karar verme hususunda kadın kocasına, asker de komutanına tabidir. Hakeza İşçi işverenine, talebe de hocasına tabidir.[2]
Benzeri ifadeleri hemen hemen bütün metinlerde görmek mümkündür.[3]
Bu ibareler vatan-ı ikame ile alakalıdır. Vatan-ı asli ile alakalı hükmün bu ibarelerden çıkması pek mümkün değildir. Zira askerin, işçinin veya talebenin vatan-ı aslisi tabi oldukları zevatın kararına itibarla değişmez. Bunlardaki tabiiyet bu itibarla zayıftır. Kadının durumu ise başkadır. Kadın hayatının geri kalanını kocası ile beraber geçirecektir. Öyleyse tabiiyet hususunda kadının durumu diğerlerinin fevkindedir.
İmam-ı Muhammet vatan-ı asli husussunda kadının kocasına tabi olduğunu şu sözlerle sarih bir şekilde dile getirmiştir:
Müstemen[4] olan bir gayrimüslim kadın darulislamda bir Müslüman ile evlense, zımmi[5] olur. Darulislama bir Müslümanın nikâhı altında giriş yapan müstemen kadın için de durum aynıdır.[6] (yani nikâhı darulislamda kıymış olması şart değildir)
Es-Serahsi, İmam-ı Muhammed’in ifadelerini şöyle talil etmiştir:
Zira kadın, yerleşik olma hususunda kocasına tabidir. Kocası darulislam sakini ise o da darulislam sakini olacaktır.[7]
El-Kasani “Müstemen bir kadın zımmi birisi ile evlense, o da darulislamda kalmaya razı olmuş demektir ve böylece o da -kocasına tabi olarak- zımmi olur” demektedir.[8]
Ez-Zeylai, de “Kadın, bir yeri mesken edinme hususunda kocasına tabidir. Kocası yerleşmeye münasip gördüğü bir yere onu götürebilir” demektedir.[9]
Öyleyse kadının vatanı aslisi, kocasının onu yerleştirdiği yerdir. Binaenaleyh, evlendiği andan itibaren, kadın için baba evi vatan-ı asli olmaktan çıkacaktır. Baba evi, yeni yerleştiği yerden seferi mesafe uzaklıkta ise ve baba evinde on beş günden az kalacaksa, namazları kısaltır. Zira kadının artık “ben burada kalıyorum” demesi mümkün değildir.
Şayet kocası onu baba evinde iskân edecek olsa, bu durumda orası kadın için vatan-ı asli olur. Vakıa, böyle bir durumda orası koca için de zaten vatan-ı asli olacaktır. Şöyle ki, bir memlekette hanımının bulunması, kişi için o memleketin vatan-ı asli olmasını sağlar.[10] Çünkü bu durum, o kişinin, o memleket ile şiddetli bir taallukunu kaçınılmaz hale getirecektir. Öyle ise bir yerin, bir kadın için vatan-ı asli olmasına rağmen kocası için vatan-ı asli olmaması düşünülemez.
İstisna olarak, bir kişi, bir kadın ile kadının baba evinde evlense ve onu geçici olarak -mesela iki aylığına- orada bırakıp sonra oradan almaya karar verse, bu müddet zarfında kadın için orası vatan-ı asli olmaya devam eder. Erkek için ise vatan-ı asli olmaz. Zira kadın mevcut vatanını bozacak yeni bir vatana henüz yerleşmemiştir. Kocasının vatan-ı aslisi de kendi kendine kadının vatan-ı aslisi olmaya dönüşmez. Bir yerin bir kadın için vatan-ı asli olmasının sebebi, oranın kocası için de vatan-ı asli olması değil, bilakis kocasının onu orada yerleştirmiş olmasıdır. Tariflerden de anlaşıldığı üzere vatan-ı aslilik, yerleşiklik ile mualleldir. Kadının erkeğe tabi olduğu husus, nerede yerleşeceğine karar verme hususudur. Burada da kadın, erkeğin niyeti sebebi ile sanki bulunduğu vatandan bir müddet sonra çıkmaya niyet etmiş mesabesindedir. Bu durum onun hali hazırdaki vatan-ı aslisini bozacak bir durum değildir.
Bunu bir asker misali ile izah edelim: Mesela bir askere komutanı bir yerde bir ay kalmasını emretse, fakat kendisi başka bir yerde bulunsa, komutan askerin mevziisinde mukim olmamasına rağmen asker orada mukimdir. Sonra komutanı o askere, bir haftalığına yanına gelip bilahare mevziisine geri gitmesini emretse, asker o bir haftalık süre içerisinde seferi olacaktır. Çünkü asker, nerede, ne kadar ikamet edeceğine niyet etme/karar verme hususunda komutanına tabidir.[11] Yoksa komutanının hali ile hallenmiş değildir. Hakeza kadın da, nerede yerleşik kalacağına niyet etme/karar verme hususunda kocasına tabidir. Yoksa kocasının hali ile hallenmiş değildir. Öyleyse, kocaya ait olan ve kadının yerleşik bulunduğu vatan-ı aslinin dışında olan, kadının hiçbir alakasının bulunmadığı ikinci bir vatan-ı asli (mesela kumasının evi gibi), kadın için de vatanı asli olmamalıdır.
Bu husus münazaraya açık bir husustur. Aksi de iddia edilebilir. Ancak aksi iddia edilecekse “Kadın, kocasının vatan-ı aslisi olan bir yerde bilfiil olmasa da bilkuvve yerleşik hükmündedir” şeklinde bir istidlal ile gidilmesi doğru olur. İddia edilmesi muhtemel olan bu son görüş, kadının kocasına bağlılığı açısından birincisinden daha müspettir.
Şayet kadın, “naşize” olarak kocasının rızası olmadan bir yere yerleşecek olsa, bu hususta iradesi kocasına tabi olduğundan dolayı yerleştiği yer onun vatan-ı aslisi olamayacaktır.
Kadın, kocasının şerrinden kaçarak başka bir yere yerleşmiş olsa dahi yine de yerleştiği yer onun vatan-ı aslisi olamaz. Kocasının şerrinden kaçmış olması, onun, sadece bu fiil ile günaha girmiş olmamasını sağlar. Zira hala “bundan sonra ben burada yaşayacağım” deme hakkına sahip değildir. Kocası tövbe edip salih bir insan olduğunda onun yanına dönmesi icap edecektir.
Şunu ifade etmek gerekir ki: Bu nevi ailevi meselelerde, her ne kadar fiili durum istişareye dayalı devam etse de, Mevla katında hak sahibi kocadır. “Kadının istediği yere yerleşebilmesi” gibi, kadının şahsi arzuları uğrunda aileyi heba edebilmesini savunan, ailenin tabiatına tamamen ters olan bir hürriyet anlayışı, aile müessesesinin tamamen çöktüğü batılı toplumlarda makbul addedilebilir fakat indi İslam’da makbul ve de muteber değildir.
Netice olarak kadın vatan-ı aslisine karar verme hususunda kocasına tabidir. Kocası onu nereye yerleştirir ise, o da orada yerleşiktir. Kocası onu nereye yerleştirmez ise, o da orada yerleşik değildir.
Vatan-I Asli Taaddüt Eder mi?
Yani bir kişinin birden fazla vatan-ı aslisi olabilir mi?
Evet, esasen vatan-ı asli taaddüt edebilir. Bu hususta şöyle denmiştir:
Bir kişinin iki farklı beldede ehli bulunsa her iki beldede de mukim ulur.[12]
Bir kişi bulunduğu yeri terk etmeden ve ehlini taşımadan başka bir yerde ikinci bir ehil edinse birinci yer vatan-ı asli olmaya devam eder.[13]
Öyleyse kendi evinin haricinde yazlığı bulunan kimsenin, eğer yazlığının bulunduğu yerle, orada yerleşik addolunacak kadar hatırı sayılır bir alakası varsa, mesela senenin üç ayı gibi uzun bir müddet orada kalıyorsa veya bundan sonra orada kalmaya karar verebilecek şekilde maişetini giderebiliyorsa, o yazlığında da mukim olacaktır.
Şu anlaşılmış oluyor ki kişinin yeni yerleştiği bir yerin vatan-ı asli olabilmesi için orada yerleşik sayılabilmesi gerekmektedir.
İsmailağa Fıkıh Kurulu
Dipnotlar
[1] El-Haskefi, ed-Dürrü’l-muhtar, c.2, s.133.
[2] Fahrettin ez-Zeylai, Tebyinu’l-hakayık, C.1, s.216.
[3] İbni Nüceym, el-Bahru’r-raık, c.2, s.149; Molla Ali el-Kari, Fethu babi’l-inaye, c.1, s.475; eş-Şürunbulali, MerakI’l-felah, s.187; İbni Abidin, Reddü’l-muhtar, c.2, s.133 ve diğerleri.
[4] Darulislama giriş, çıkış izni bulunan
[5] Darulislamda yerleşik gayrimüslim
[6] İmam-ı Muhammet eş-Şeybani, es-Siyeru’l-kebir (es-Serahsi’nin şerhi ile beraber), c.2, s.90.
[7] Es-Serahsi, Şerhu’s-siyeri’l-kebir, c.2, s.90.
[8] El-Kasani, Bedaiu’s-sanai’, c.7, s.110.
[9] Fahrettin ez-Zeylai, Tebyinu’l-hakayık, c.3, s.269.
[10] El-Fetava’l-Hindiyye (Şeyh Nizamettin riyasetinde Hint ulemasından bir heyet), c.1, s.142; Fahrettin ez-Zeylai, Tebyinu’l-hakayık, c.1, s.214.
[11] Fahrettin ez-Zeylai, Tebyinu’l-hakayık, C.1, s.216; İbni Nüceym, el-Bahru’r-raık, c.2, s.149; Molla Ali el-Kari, Fethu babi’l-inaye, c.1, s.475; eş-Şürunbulali, MerakI’l-felah, s.187; El-Haskefi, ed-Dürrü’l-muhtar, c.2, s.133.
[12] İbni Abidin, Reddü’l-muhtar, c.6, s.22.
[13] El-Fetava’l-Hindiyye (Şeyh Nizamettin riyasetinde Hint ulemasından bir heyet), c.1, s.142; Fahrettin ez-Zeylai, Tebyinu’l-hakayık, c.1, s.214.