Seferilik konusu, fıkıhta ve Müslümanların günlük hayatında mühim bir yer teşkil etmektedir. Konuyu farklı veçhelerden ele aldığımız serî makalemizin ilgili başlıklarına aşağıdaki listeden ulaşabilirsiniz.
Vatan Ne Demektir? Vatan-ı Aslî Ne Demektir?
Kadının Vatanı
Darulharpte Yerleşmenin Hükmü
Vatan-ı Aslî Nasıl Bozulur?
Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) Fetih günü Medine’den Mekke’ye geldiğinde kendisini seferi kabul ederek namazı iki rekât olarak kıldırmış ve Mekke ahalisine (أَتِمُّوا صَلَاتَكُمْ فَإِنَّا قَوْمٌ سَفْرٌ) “Siz namazlarınızı tamamlayınız zira biz seferiyiz” buyurmuştur.[1]
Efendimizin (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) bu amelinden anlıyoruz ki kendisi Mekke’yi terk etmiş, Medine’ye yerleşmiş ve Mekke’de kendisini seferi kabul etmiştir.
Bu mesele ile alakalı umumi kaide şudur:
“Bir şey, ya misliyle ya da kendisinden daha kuvvetlisiyle bozulur”[2]
Esasında bu umumi kaideye “ya da kendisine zıt olan şey ile” şeklinde bir kayıt eklemek yerinde olacaktır. Zira vatan- ikame sefer ile iptal olur çünkü sefer, ikamete zıttır.[3] Fakat vatan-ı asli sefer ile bozulmaz çünkü kişinin sefere çıkması, asli bir vatanının olmasına zıt değildir.
Netice olarak vatan-ı asli ancak başka bir vatan-ı asli ile bozulacaktır.[4]
Bu ifadeden, ikinci bir yeri vatan edinmekle birinci vatanının kendi kendine bozulacağı anlaşılmamalıdır. Bu doğru değildir. Zira birinci vatan terk edilmediği müddetçe vatan olmaktan çıkmaz. Fukaha vatan-ı aslinin misliyle bozulmasını “Kişinin birinci vatanındaki mülkünü satıp ailesi ile beraber ikinci bir yere intikal etmesi”[5] şeklinde tarif etmektedir.
Fakih Ebu Abdullah ise atan-ı aslinin bozulması için ikinci bir vatan edinmiş olmayı gerekli görmeyerek, “Vatanındaki malını mülkünü satmasıyla vatan-ı aslisi bozulmuş olur. İster başka bir yere yerleşsin ister yerleşmesin” demektedir.[6] Fakat doğru olan bu değildir. Ulema sarih bir lisan ile bunu reddetmiştir.[7]
Akıbet bir kişinin vatan-ı aslisinin bozulması için o vatanı terk etmiş olması ve başka bir yeri de vatan edinmiş olması şarttır.
Binaenaleyh kişi doğup büyüdüğü baba memleketinden, köyünden bilkülliye terk etmeyi kast etmeksizin ayrılsa, anne, babası da orada kalmaya devam etse, köyü vatan-i asli olmaktan çıkmaz. Zira orası onun için bir defa vatan-ı asli olmuştur. Oraya bir daha gelmeme niyeti ile orayı terk etmediği müddetçe orası onun için vatan-ı asli olmaya devam eder.
Ancak buluğ çağına ermiş bir kişinin doğup büyüdüğü memleketin dışında bir yere anne, babası yerleşecek olsa, kişi orada mukim sayılamaz, bilakis o da oraya yerleşirse bu durumda mukim olabilir.[8]
Burada mecellenin şu kaideleri devreye girmektedir:
- “Beka iptidadan esheldir” yani bir şeyin devam etmesi onu sıfırdan inşa etmekten daha kolaydır.
- “İptidaen tecviz olunmayan şey bekaen tecviz olunabilir” yani bir şeyi inşa ederken göz yumulmayan şeylere devam ettirirken göz yumulabilir.
Bu mesele ile alakalı Molla Ali el-Kari’nin en güzel izahlardan birini yaptığını görmekteyiz:
Birinci vatan ancak orada kişinin ehli kalmadığında bozulur. Ehilden maksat aile, evlat ekin ve benzeri taalluklardır.[9]
Öyleyse kişi vatan-ı aslisinden çıkıp başka bir yere yerleştiğinde, onu birinci vatanına kuvvetle bağlayan bir şey kaldı ise, orası o kişi için hala vatan-ı asli olmaya devam eder.
El-Fetava’l-Hindiyye’de Zahidi’den, bu neticeyi teyit edecek şekilde şöyle bir nakil yapılmıştır:
Bir kişi ailesini ve metaını başka bir yere nakletse, birinci yerde de evleri ve arazileri kalsa bu kişi için birinci yer vatan-ı asli olmaya devam eder. İmam-ı Muhammed de kitabında buna işaret etmiştir.[10]
Mamafih birçok eser bu hususta fukahanın ihtilafından bahsetmektedir.[11]
İbni Nüceym, Bahir’de şöyle demiştir:
Muhit’te şöyle geçer: Bir kişinin Küfe’de de Basra’da da ailesi olsa, Basra’daki ailesi vefat etse ve orada evleri ve arazileri kalsa, kimilerine göre bu kişi için Basra vatan olmaktan çıkar. Çünkü Basra’nın bu kişi için vatan olması, orada ailesinin mevcudiyeti sebebiyle idi. Arazisinin olması sebebi ile değil. Bilakis bir kişi bir yerde evlense fakat orada kendisine ait bir arazisi olmasa, yine de orası bu kişi için vatan olur. Kimileri de Basra’nın bu kişi için vatan olarak kalacağına hükmetmişlerdir. Zira Basra, ailesi, arazisi ve evi ile beraber o kişinin vatanı idi. Birinin gitmesi ile vatan- asli olmaktan çıkmaz.[12]
Yine İbni Nüceym, Bahir’de, bu ihtilaf sadedinde Mücteba’dan şu tercihi nakletmiştir:
Bu mesele çoğumuzun duçar olduğu bir hadisenin cevabını içinde barındırmaktadır. Birçok Müslüman kendi şehirlerinde ikamet etmekte, bununla beraber uzak beldelerde de aileleri ile birlikte yazları geçirdikleri, muhafaza etmeleri gereken evleri, arazileri bulunmaktadır. Her iki yer de onlar için vatan-ı aslidir.[13]
Esasen birinci yerin vatan-ı asli olmaktan çıkacağını söyleyenlerin reyini, taalluku şiddetli olmayan ev ve araziye hamletmek mümkündür.
Muhit’te zikredilen tartışmayı da taallukun kuvvetli olup olmadığı ile alakalı bir kanaat tartışması olarak kabul etmek daha doğru olur. Öyleyse köyde anne, babası vefat etmiş olan kişi hala köyü ile sıkı alakasını devam ettiriyorsa, orada mukim kabul edilecektir.
Netice olarak “vatan-ı asli meselesinin binası yerleşik olma ve alakalı bulunma esasına mebnidir” diyebiliriz.
En doğrusunu Allah bilir.
وَآخِرُ دَعْوَانَا أَنِ الْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ
İsmailağa Fıkıh Kurulu
Dipnotlar
[1] Muvatta, r.196; et-Tahavi, Şerhu müşkili’l-asar, 2402; Ebu Davut, r.1231; İbn Hüzeyme, r.1643; Beyhaki, el-Kübra, r.5534; İbn Ca’d, r.180; Tayalisi, r.840; İbn Ebi Şeybe, r.3880; Abdurrezzak, r.4369; Taberani, r.15227 (c.18, r.517).
[2] El-Baberti, el-İnaye Şerhu’l-hidaye, c.2, s.379; Fahrettin ez-Zeylai, Tebyinu’l-hakayık, c.1, s.214.
[3] Fahrettin ez-Zeylai, Tebyinu’l-hakayık, c.1, s.214.
[4] Es-Serahsi, el-Mebsut, c.1, s.464; el-Kasani, Bedaiu’s-sanai’, c.1, s.103.
[5] Ebu’l-Hasen es-Sağdi, en-Nütef fi’l-fetava, 77; el-Kasani, Bedaiu’s-sanai’, c.1, s.103; İbnu’l-Hümam, Fethu’l-Kadir, c.3, s.18; el-Fetava’l-Hindiyye (Şeyh Nizamettin riyasetinde Hint ulemasından bir heyet), c.1, s.142.
[6] Ebu’l-Hasen es-Sağdi, en-Nütef fi’l-fetava, 77.
[7] İbni Abidin, Reddü’l-muhtar, c.6, s.22.
[8] İbni Abidin, Reddü’l-muhtar, c.6, s.22.
[9] Molla Ali el-Kari, Fethu babi’l-inaye, c.1, s.487.
[10] El-Fetava’l-Hindiyye (Şeyh Nizamettin riyasetinde Hint ulemasından bir heyet), c.1, s.142.
[11] İbni Abidin, Reddü’l-muhtar, c.6, s.22.
[12] İbni Nüceym, el-Bahru’r-raık, c.2, s.147.
[13] İbni Nüceym, el-Bahru’r-raık, c.2, s.146.