Kur’ân-ı Kerîm’in dil ve üslup açısından mûcizevî bir kitap oluşunun da tesiriyle, sözün güzeline ve şiire bitmez tükenmez bir ilgimiz vardır. Şiir, kimilerinin hayatında hep var olmuş, kimileriyse şiirle bir şekilde alakadar olmuştur. Hemen hepimiz şiir yazma teşebbüsünde bulunmuşuzdur. Başarılı olanlarımız bunu sürdürmüş, başarılı olamayanlarımızsa işi ustalara bırakıp okumakla ve dahi dinlemekle yetinmiştir.
Şiir başlı başına büyük bir güzellik olduğu gibi, mensûr (şiir türünden olmayan) yazıların aralarına serpiştirildiğinde onlara da kuvvet ve güzellik kazandıran bir zenginliğe de sahiptir. Bu sebeple ulemâ da kitap, risale ve mektuplarını beyitlerle ya da dörtlüklerle süslemeyi, sohbetlerini, vaaz ü nasihatlerini şiirlerle ve kalıplaşmış sözcüklerle desteklemeyi bir düstur olarak benimsemişlerdir.
Dünya görüşünün teşekkülünde i‘tikâd başta olmak üzere dinî malumattan sonra en çok edebiyat ve tarih alanındaki malumat etkilidir. Dünya görüşünün şekillenmesi noktasında özellikle gençler arasında şiire ve şairlere ciddi bir eğilim gözlenir ki, tarihe mal olmuş kadîm dönemde yaşamış şairlerin yanında son dönem şairlere de bir yönelim söz konusu olur. Bu temayül mevzu bahis olunduğunda Arif Nihat Asya, müstağni kalınamayacak isimlerden birisi olarak temâyüz eder.
Şiirleri ve Edebiyata Hizmetleriyle Arif Nihat Asya
Asıl adı Mehmed Arif olan şâirimiz, Çatalca’nın İnceğiz köyünde, aslen Tokatlı olan Ziver Efendi’nin ve Tırnovalı Zehra hanımın oğlu olarak 7 Şubat 1904’te doğmuştur. O da yetim büyüyen büyüklerimizdendir. Babasının henüz yedi günlükken vefât etmesi ve annesinin de tekrar evlenmesi sebebiyle çocukluğunu akrabalarının yanında geçirmek zorunda kalmıştır. İstanbul’a gelişi Balkan savaşı sonundadır. İlk tahsilini mahalle mekteplerinde tamamladıktan sonra Gülşen-i Maârif Rüşdiyesi’ne girmiştir. İstiklâl Savaşı dönemine tekabül eden Sultânî devresinin ardından İstanbul Dârülmuallimîn-Âliyyesi Edebiyat bölümünde okurken bir yandan da çalışmaya devam etti. 1928’de mezun olup Adana’da öğretmenlik yapmaya başladı, idareci olarak da görev yaptı. Adana’dan Milletvekili seçilerek parlamentoda görev yaptıktan sonra öğretmenliğe döndü; Kıbrıs’ta öğretmenlik görevini sürdürüp emekli olduktan sonra 5 Ocak 1975’te Ankara’da vefât etti.
İlhâmını Mevlevîlik Yoluyla Tasavvuftan Almıştır
1933 yılında tanıştığı Üsküdar Mevlevîhânesi’nin son postnişini Şeyh Ahmed Remzi (Akyürek) Efendi vasıtasıyla şiirinin âzamî derecede gelişmesine vesile olacak mânevî telkinler almıştır. Nazım şekillerinde büyük bir zenginlik ve aruz ve hece ölçülerine ağırlık vermiş, serbest olarak da yazmıştır. Mevlevîlikle ilgili müstakil şiir kitabı ve pek çok türde şiirleri bulunmasına karşın bizler onu daha çok millî değer ve şahsiyetleri konu alan şiirleriyle tanımışızdır. Girişte ifade etmiş olduğumuz gibi, bilhassa yetişen nesillerin tarih şuurunu kazanması hususunda bu şiirlerinin faydası yadsınamaz bir gerçektir.
Biz, kısık sesleriz minareleri,
Sen, ezansız bırakma Allâhım!
Ya çağır şurda bal yapanlarını,
Ya kovansız bırakma Allâhım!
şeklindeki meşhur “Duâ” şiirinin dizelerini ya da
Tarihim, şerefim, şiirim, her şeyim:
Yeryüzünde yer beğen!
Nereye dikilmek istersen,
Söyle, seni oraya dikeyim!
şeklindeki “Bayrak” şiirinin dizelerini duymayanımız yoktur.
Vefâtının sene-i devriyesi vesilesiyle millî şuur konusunda istisnasız hepimize tesir etmiş bu büyük şâirimizi hayırla ve minnetle yâd ediyor, kendisine Allah Te‘âlâ’dan rahmet diliyoruz.