Sultan Murad Han, 1430 yılı Şubat ayında büyük bir kuvvetle sefer düzenleyerek ilk olarak Yunanistan’daki Selanik kenti kalesini kuşatmış, aynı yılın Mart ayında fetih gerçekleşmiş, bir buçuk sene sonra da Yanya Kalesi barış yoluyla Osmanlı topraklarına katılmıştır.
Yanya’nın fethinden önce Arnavutluk’un çeşitli yerlerine sürekli akınlar düzenleyen Osmanlı kuvvetleri bazı şehir ve kaleleri ele geçirmişti. Bu akınlar sonucu Arnavutluk’un merkezi kısmı ile güney bölgesinde Osmanlı hakimiyeti tesis edilmişti. Ancak kuzeydeki dağlık kısımda Arnavut beyleri haraç-güzar olarak hakimiyetlerini sürdürüyorlardı. Bu beylerden en güçlüsü Akçahisar’ın (Croia) şimalindeki Yuvanili’ne hakim olan Ivan Kastriota’ydı. Venediklilerin yıllık tahsisatlarına konan bu Arnavut beyi Osmanlılardan yüz çevirince akıncıların hücumlarına maruz kaldı. Nihayet akıncılar Ivan Kastriota’ya boyun eğdirerek bölgede Osmanlı hakimiyetini tesis ettiler.
Bununla birlikte, Yıldırım Bayezid zamanından beri Yunanistan’ın Eper bölgesinde Latin kökenli despotlar yer almaktaydı. Merkezi Yanya olan Eper despotu Karlotoçi (Carlo Tocco) ölünce oğulları arasında mücadele açığa çıktı. Varislerden Memnon, tahta geçmek için Osmanlılardan yardım istedi. Bunun üzerine Sultan Murad Han, Karaca Paşa komutasında gönderdiği kuvvetler ile Memnon’a yardım etti. Yerli halk da taht mücadelesi ve karışıklıktan ötürü Latinlerden memnun değildi. Aradan fazla zaman geçmeden Yanya halkının ileri gelenlerinin oluşturduğu bir heyet, o sıralarda Selanik yakınlarında bulunan Sultan Murad Han’ı ziyaret etti.
Fethin Önemi
Heyet, halkın hürriyetine, örf, adet ve geleneklerine dokunulmayacağına dair Sultan Murad’dan bir ferman aldıktan sonra Yanya’nın anahtarlarını kendisine devretti. Murad Han da şehri teslim almak için Karaca Paşa’yı görevlendirdi. Yanya’nın ele geçirilmesinden sonra buraya Türkler iskan edildi. Karlotoçi ailesi de kendilerine bırakılan Arta bölgesi için yıllık olarak haraç ödemeyi kabul etti.
Yanya’nın sulh ile alınması ve özellikle halkın kendi isteğiyle Osmanlı hakimiyetinin kabul edilmesi, Osmanlı idare ve adaletinin Balkan halkları üzerinde nasıl iyi bir tesir meydana getirdiğinin önemli bir göstergesiydi. Kendi dindaşları olan Latinlerin zulüm ve çekişmesinden bıkan halk, adalet ve hakşinaslıklarına güvendikleri Osmanlı’ya bağlanmayı tercih etmişti.